Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin, “Deprem bölgesinde yaptığımız şimdiki evlerin standardı eskisinden çok yüksek. Gidip köy evlerini teslim ettiğim ve misafir olduğum ev sahipleri, ‘Allah razı olsun. Bak evimiz yıkıldı – eğer ölüler de yoksa – yıkıldığı iyi olmuş, bize mis gibi villa verdiniz’ diyor” açıklaması AKP’nin yarattığı toplumsal düzeni özetleyen çarpıcı bir olay.
Özhaseki’nin “iyi bir şeymiş gibi” övünerek aktardığı anekdot, ülkedeki “duygusal ayrışmayı” ortaya koyuyor.
Kayıpları için dua edecek bir mezar taşına sahip olamadığı için üzülenler, hala bir ümitle ellerindeki kayıp ilanlarıyla yakınlarını arayanlar, enkaz altındaki çocuğun elini tutan ancak onu oradan çıkaramayan babanın yaşadığı üzüntü, bir gecede her şeyini kaybeden yüz binlerce insan, yok olan şehirler, bir daha geri gelmeyecek hayatlar…
Tüm bunların tanığı olan herhangi birisinin “evinde ölü olmadığı için” üstelik de “mis gibi bir villa sahibi olduğu için” mutlu olması ve “yıkıldığı iyi olmuş” diyebilmesi mümkün mü?
Bakanın ifadesine göre mümkün. Üstelik AKP’nin önde gelen isimlerinden olan Özhaseki anlattığı olayda hiçbir çarpıklık da görmüyor.
Depremden kurtulan insanların devleti yanında görmesi, devletin kayıpları telafi etmesi elbette güzel bir olay.
Hayatta kalan insanların tutunacak bir şey araması, yeni konutuyla mutlu olması da son derece insani. Sonuçta hayat hepimiz için devam ediyor.
Ancak bu insani ihtiyaçla toplumun yaşadığı büyük acının “uyumlu” olması, “ulusal birlik” açısından bir zorunluluk.
Bakan ulusal duyguların yok olduğu; komşusu ağlarken sevinenlerin olduğu bir fotoğraf koyuyor önümüze.
Deprem bölgesinde olmamasına, hiçbir yakınını kaybetmemesine rağmen; enkaz başında bekleyen babayı düşünüp, kendi çocuğuna sarılırken “mahcubiyet hisseden” baba ile depremde kaybolan küçücük çocukların fotoğraflarını görüp ağlayan anne neden üzülüyor acaba?
Depremi yaşamayan, konforlarından hiçbir şey yitirmemiş milyonlarca insan nasıl kendiliğinden harekete geçiyor?
“Türk milleti” budur; kardeşi için her türlü fedakarlığı göze alır.
AKP’nin temsil ettiği “bu millet”in vatanı ise kendi evinden ve arsasından ibarettir. Oradaki yaşam her şeyin üstündedir.
Özhaseki’nin anlattığı olayın bir tarafında, yıkımın tam ortasında olmasına rağmen “yaşadığı mutluluğun mahcubiyetini duymayan” ve “bu millet” olarak tanımlanan kitlenin bir ferdi var.
Olayın diğer tarafında ise “Cenaze evinde düğün olmaz!” demekten aciz bir AKP’li bürokrat var. Bakanın karşısında ise “bu millet”in en çok sevdiği “haberci”lerden olan Fulya Öztürk’ün olması da bir tesadüf değil elbette. Hepsi birbirini tamamlıyor!
Hangisinin daha kusurlu olduğunun bir önemi yok. İki taraf da “Türk ulusunun geleneğini” yok eden bir siyasi hareketin parçasını oluşturuyor. Bir tanesi devleti, diğeri de halkı temsil ediyor güya! Oysa devlet de bu değil, halk da!