İstanbul için özel yasa hazırlığı
Seçimler öncesinde önceki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, İstanbul için büyük bir dönüşümün hedeflendiğini, rezerv alanların belirlendiğini ve bu bölgelerde 1,5 milyon konutun yapılacağını açıkladığında bunun zamanla unutulacak bir demeç olduğu düşünülmüş ve çok da ciddiye alınmamıştı.
Yeni bakan Mehmet Özhaseki’nin de aynı rakamları vererek benzer açıklamalarda bulunması, üstelik Tayyip Erdoğan’ın da sıkça bu projeden bahsetmesi ve “İstanbul için özel yasa” hazırlıkları sürecin ciddileştiğini gösteriyor.
1,5 milyon konut çok büyük bir rakam. Bu sayı, İstanbul’da yaşayan her dört kişiden birinin oturduğu evden belirlenen yeni yerlere taşınması anlamına geliyor.
İstanbul’un yerleşim yerlerinde yeni konut alanlarının son derece sınırlı olduğu ve askeri bölgelerin bile imara açıldığı düşünüldüğünde, “rezerv alan” olarak adlandırılan yeni yerleşim yerleri şehrin çok uzağında olacak.
Erdoğan da yaptığı konuşmalarda Kanal İstanbul bölgesinin bu proje için kullanılacağını dile getiriyor.
Amaç nüfus yapısını değiştirmek
İstanbul’daki deprem olasılığı kapsamlı bir kentsel dönüşümü zorunlu hale getirse de böylesi bir projenin farklı amaçları olduğu ortada.
AKP’nin mülteciler üzerinden demografik yapı değiştirme projesine benzer biçimde; “kentsel dönüşüm” sadece binaların “yenilenmesini” değil, yaşayan nüfusun “değişimini” de içeriyor.
Depreme dayanıksız eski yapılar örnek gösterilirken bahsedilen, “çarşı içi-çarşıya yakın” denilebilecek yerleşim yerlerinde ikamet eden nüfusun çok önemli bir kısmı buraların eski sakinleri ve neredeyse tamamına yakını emeklilerden oluşan insanlar.
Ve yine bunların pek çoğu geçmişte evlerini satın almış orta halli insanlar…
İstanbul’un artık yerlisi olmuş bu kesimin önemli bir kısmı “kentsel dönüşüm” maliyetini karşılayabilecek bir ekonomik güce sahip değil.
“Beyaz Türkler” İstanbul dışına sürülecek
“Kimsenin kaprisiyle uğraşmayacağız!” denilerek girişilen bu planın aslında kimleri hedef aldığı böylece ortaya çıkıyor.
Bu bölgelerde yaşayanların konutlarının istimlak edileceği ve bu insanların da İstanbul’un ücra yerlerine gitmek zorunda bırakılacağı bir süreçle karşı karşıyayız.
Arsa değeri çok yüksek olan bu bölgelerde yeni yapılan konutlar elbette boş kalmayacak.
AKP’nin “çılgın proje”si yapılacak yeni konutların yabancılara satışı ve buradan çok büyük bir gelir elde etmeyi hedefliyor.
“Beyaz Türkler” yerlerinden edilecek, boşalan yerlere yabancılar ve özellikle de zengin Araplar gelecek. Trabzon ve Rize benzer gelişmelerin yaşandığı iki örnek şehir.
AKP’nin yabancılara milyonlarca ev satma hayali
Büyükçekmece’den Tuzla’ya kadar denize yakın bölgelerde sadece yabancıların yaşadığı büyük siteler kurulacak. Nitekim yöneticilerinin bile yabancı olduğu bu tarz siteler şimdiden oluşmuş durumda. Buralardaki lüks konut fiyatlarının milyon dolarlarla ifade edildiği düşünülürse, satılacak yüz binlerce konutun yaratacağı katma değer Türkiye’nin gayri safi milli hasılasından fazla olacak.
Resmi rakamlara göre İstanbul’da 6 milyondan fazla konut bulunuyor. 1,5 milyon yeni konut yapılması İstanbul’un hayal bile edilemeyecek dev bir şantiye alanına dönüşmesi anlamına geliyor.
Belediyelerin böyle bir yükün altından kalkması imkansız. Ancak merkezi yönetim de böylesi bir projeyi ancak dış finansmanla sağlayabilir.
Son 10 yılda yabancılara 400 bine yakın sayıda yapılan konut satışı yapıldı. Bunların çok önemli bir kısmı da son senelerde satıldı. “Yabancıya konut satışı” hazine açısından çok önemli bir döviz kaynağı haline gelmiş durumda. İstanbul’u dönüştürme projesi bunun büyük bir kampanyaya dönüşmesine de imkan verecek.
“İstanbul için özel yasa” hazırlığı, tüm bu çetrefilli sürecin önündeki engelleri kaldırmak ve bir nevi imar OHAL’i ilan edilmesi demek.
“Başmimar” Menderes, İstanbul’u nasıl talan etti?
Adnan Menderes’in 1956’da giriştiği ve dört yıl boyunca devam eden İstanbul’un yıkım planı süreç hakkında önemli ipuçları veriyor.
Dönemin iktidarı Demokrat Parti’ye göre İstanbul “perişan” bir durumdaydı ve bu duruma bir an önce el atılması gerekiyordu. Hükümet sözcüsü olan Samet Ağaoğlu’nun ifadesine göre “İstanbul kaderine terk edilmişti”. Menderes’in imar hareketini yönlendiren ekip içerisinde çalışacak olan Emin Onat, İstanbul’un “kalfaların ellerinde” gün geçtikçe çirkinleştiğini söylüyordu.
İlk adım olarak “yeni imar yasası” çıkarıldı. Yapılan yeni yasaya göre yıkılacak yapılar “Yüksek Kurul” onayı almadan yıkılabilecek ve böylelikle süreç hızlandırılacaktı. “İstimlak Kanunu”yla birlikte Demokrat Partili yerel yönetimlere “istimlak” yetkisi verildi ve böylece yıkımların önündeki kamulaştırma engelleri kaldırıldı.
Sinan Meydan, “1958’e gelindiğinde belediyenin istimlak borçlarını ödeyemez hale geldiğini, 1958-1960 arasında İstanbul’da istimlaklere harcanan 536 milyon liranın, Türkiye’deki tüm belediyelerin toplam bütçesini aşacak kadar büyük bir rakam olduğunu, zamanla istimlak bedellerinin azaldığını, ödemelerin aksadığını ve mal sahiplerine uzun vadeli bonolar verilmeye başlandığını” yazıyor.
Menderes, İstanbul’un yeniden imarını kişisel bir mesele haline getirmiş ve neredeyse bir “başmimar” gibi çalışmaları yerinden takip etmeye başlamıştı. İstanbul’un yeniden inşası Menderes’in “imza eseri” olacak ve böylelikle “Ankara’nın gölgesinde ihmal edilmiş İstanbul hak ettiği öneme kavuşacaktı.”
Aksaray, Yenikapı, Eminönü, Karaköy gibi bölgeler kamyonlar ve iş makineleriyle dolmuş, neredeyse adım atacak yer kalmamıştı.
İstanbul’un yerlileri nasıl göçe zorlandı?
Buralar İstanbul’un en eski yerleşim bölgeleri olduğu için güçlü bir mahalle yaşantısı ve kalabalık bir nüfus vardı. Projenin hayata geçmesi bu insanların yerlerinden edilmesine bağlıydı. Binlerce bina yıkıldı ve buralarda yaşayan insanlar, o dönem İstanbul’un periferisi olarak nitelenebilecek bölgelere göç etmek zorunda kaldı.
Fatih ahalisi çok hızlı gelişen bu sürece karşı çaresiz kalmış, bazıları at arabalarıyla eşyalarını taşırken bazıları da eşyalarını sırtlarına yüklemişler ve sur dışına çıkarak yeni hayatları için yer arama derdine düşmüştü.
İstanbul’un yıkım sürecinde büyük yolsuzluklar
Dönemin yakın tanıklarından Turgut Cansever’in anlatımına göre, “O tarihte İstanbul’da olan ve kamulaştırma davalarına giren bir avukat, bilirkişilerin hepsini satın almış ve onlara kıymet takdirleri yaptırmış; ilk kıymet takdiri ile sonradan yaptırdığı kıymet takdiri arasındaki paranın yarısını almak suretiyle İstanbul’un en zenginlerinden biri hâline gelmişti.”
Sonraları bu imar yolsuzlukları Yassıada duruşmalarına da konu edilmiştir. Savcı, Menderes’in Ankara’da işi gücü bırakıp masrafları devlet kesesinden karşılanmak suretiyle Park Otel’de “çöreklendiğini”, işleri bir “başmimar ve şehrin ikinci fatihi” edasıyla sorumsuzca yürüttüğünü iddia etmişti.
Ekonomide büyük bir kriz dönemi yaşanmasına ve yapılan devalüasyona rağmen çalışmalar durmuyordu. Demokrat Parti, İstanbul projesini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı siyasi gücü yeniden kazanmak için önemli bir araç olarak görüyordu.
Menderes, İstanbul’un yıkımını gövde gösterisine dönüştürdü
Konuyla ilgili en ayrıntılı çalışmalardan olan “Menderes Dönemi İstanbul’unda İmar Hareketleri ve Arka Planı” başlıklı makalesinde Prof. Dr. Murat Gül, “Birçok değerlendirmeye göre Menderes’in 1950’lerin ortalarından sonra ekonomik ilerlemenin durduğu bir dönemde toplumdaki huzursuzluğu örtmek ve siyasi gücünü kitleler üzerinde gösterebilmek için İstanbul gibi tüm Türkiye’nin gözünün üzerinde olduğu bir şehri imara kalkıştığını” aktarıyor.
Gerekli olan basın desteği Demokrat Parti’ye yakın olan gazeteler tarafından sağlanıyor; “İstanbul Gelecekte Orta Doğu’nun En Modern Şehri Hâline Gelecek” ve “İmar İşlerine 700 Milyon Lira Ayrıldı” gibi çarpıcı manşetler atılıyordu.
4 sene boyunca aralıksız devam eden çalışmalar o dönemde İstanbul’un merkezi olan Fatih bölgesinin çehresinin tamamen değişmesine yol açtı. Buralarda yaşayan nüfusun önemli bir kısmı İstanbul’un farklı bölgelerine göç etti, İstanbul’un dışı sayılan bölgelerde yeni semtler oluştu.
Osmanlı mirası olan çok sayıda tarihî cami, çarşı ve bedesten de yıkımdan nasibini aldı. “Modern” İstanbul böyle bir talan üzerine inşa edildi.
Aradan geçen 65 seneden sonra İstanbul artık çok daha büyük bir alanda genişlemiş durumda. 1955’te 1,5 milyon insanın yaşadığı İstanbul’un nüfusu 15 milyon oldu. Gerçek rakamın çok daha fazla olduğu bilinmekle birlikte resmi rakamlara göre bile 1 milyona yakın bir mülteci nüfusu da bulunuyor.
“Güvenli konut” Türkiye’nin olduğu kadar İstanbul’un da en önemli sorunlarının başında geliyor. Ancak vatandaşın doğduğu, büyüdüğü ve kök saldığı yerden kopmaması da en az güvenli konut kadar önemli.
İnsan ömrü için çok kısa bir süre olan 20 yıl öncesindeki İstanbul görüntüsünü gözünüzün önüne getirdiğinizde, gelecek senelerde yaşanılacak değişimler çok daha çarpıcı hale geliyor.
Beylikdüzü tarafında yapılan ve neredeyse bir mahalle nüfusu barındıran apartmanlar henüz yeni inşa edildi. Bakırköy bölgesinin sahil kısmı bahsettiğimiz yabancıların yoğun ilgi gösterdiği lüks sitelerle dolmuş durumda.
Erdoğan o binaları gördüğünde “bunların bir an önce traşlanması gerektiğini, İstanbul’da dikey mimari döneminin bittiğini ve yatay mimari döneminin başladığını” açıklamıştı. “İstanbul’a ihanet ettik” demeci de bu dönemde söylenmişti.
Erdoğan’ın sözünü ettiği o binalar hiç traşlanmadı. Aksine Bakırköy ve Zeytinburnu sahilindeki sitelerin sayısı çok hızlı biçimde arttı ve bu bölge ayrı bir dünya haline geldi.
Anadolu yakasında farklı semtler oluştu, Bostancı tarafında seyrelmeye başlayan şehir yaşantısı bambaşka bir noktaya evrildi.
İktidar emlak işinde gelecek görmüş ve bütün hazırlığını buna göre yapmış durumda. İstanbul projesi de bunun bir hazırlığı niteliğinde.3
Kaynakça
– Murat Gül, Menderes Dönemi İstanbul’unda İmar Hareketleri ve Arka Planı
– Turgut Cansever, Turgut Cansever İstanbul’u Nasıl İmar Edildiğini Anlatıyor
– Sinan Meydan, İstanbul’a İhanetin Tarihi