Mersin’de PKK’nın polise yönelik terör saldırısının hemen ardından İçişleri Bakanı, teröristlerden birinin CHP’nin yayınladığı “tutuklu gazeteciler” raporunda adının geçtiğini söyleyerek doğrudan muhalefeti hedef alan bir kampanya başlatmış, iktidar medyasının ve daha sonra da Erdoğan’ın açıklamalarıyla kampanya daha da büyümüştü.
Dün Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı açıklamada, saldırıda ölen teröristin İçişleri Bakanı’nın açıkladığı Dilşah Ercan olmadığını, bu iki kişinin parmak izlerinin örtüşmediğini ve Bakanın CHP’yi hedef alan bir kumpasın düzenleyicisi olduğunu dile getirdi.
Kriminal laboratuvar sonuçları Kılıçdaroğlu’nun iddiaları doğrularsa, İçişleri Bakanı’nın kamuoyunu yanlış bilgilendirmesi ve muhalefete yönelik örgütlü bir saldırı planı da ortaya çıkmış olur.
T24 yazarı Tolga Şardan, bugün yazdığı yazıda saldırı sonrasında uzman polislerin olay yerinden topladıkları delilleri laboratuvar ortamında incelemeye tabi tuttuklarını ve İçişleri Bakanı’nın fail olarak açıkladığı Dilşah Ercan’a ait olan parmak izlerinin olay yerinden elde edilen iki kadın teröristin parmak izleriyle örtüşmediğini belirtti.
Bu durum PKK terör örgütünün dün yaptığı “Dilşah Ercan’ın saldırıda yer almadığı, şu anda görevinin başında olduğu” açıklamasıyla da örtüşüyor. Bu iddialar doğrulanırsa, bakanın yalancı konumuna düştüğü “normal ülkelerde” istifaya sebep verecek utanç verici bir olay, Süleyman Soylu’nun hesabına yazılır.
Diğer taraftan Kılıçdaroğlu’nun eline tweet atmaktan çok daha büyük bir fırsat geçmiş olur ki, iktidarın CHP’yi PKK ile iltisaklı göstermesi üzerine oturtulmuş bir seçim stratejisinin de defterini dürebilir. Kemal Kılıçdaroğlu bir yalanı düzeltmekle kalmaz, AKP’yi ve iktidar medyasını rezil edecek bir hamle de yapabilir. Böylesi bir hamlenin ilk adımı da elbette terör saldırılarında yer alan PKK’lı teröristlerin AKP’nin yargı paketleri sayesinde cezaevlerinden çıkarıldığını söylemek ve çözüm sürecinin günahlarını hatırlatmak olacaktır.
Nitekim CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de Meclis’te yaptığı konuşmada söz konusu terör örgütü mensuplarının AKP’nin meclisten geçirdiği yargı paketleri sayesinde salıverildiğini dile getirmişti.
Ancak ilginç biçimde bu PKK’lıların AKP eliyle bırakıldığı gerçeği muhalif medyada da dile getirilmiyor ve sansüre tabi tutuluyor. Birileri AKP ve PKK’nın geçmişte yaptığı pazarlıkları “doğal” görüyor olsa gerek.
Hizbullahçı ya da IŞİD’çi bir teröristin tahliye edildikten sonra terör eylemine karıştığını düşünün. Ertesi gün tüm muhalif medya AKP’nin şeriatçıları tahliye etmesini konu alan manşetlerle dolu olurdu. Saldırganların suç dosyaları yayınlanır ve iktidarın terör örgütü mensuplarını serbest bırakması sorgulanırdı.
Ancak Mersin saldırısında olduğu gibi söz konusu failler PKK’lı olduğunda, bu saldırganların AKP eliyle bırakıldığı gerçeğinden kimse söz etmiyor.
Çözüm sürecinde işlenen günahların muhalif medya tarafından da sumen altı edilmesinin gayet bilinçli bir politika olduğunu izliyoruz ve farkındayız. Halk TV, Tele 1 gibi muhalif kesim tarafından izlenen muhalif medya kanalları HDP’nin de dahil olduğu bir masa kurmuş durumda ve bu masayı tüm muhalefete dayatıyor.
Yapılan Selahattin Demirtaş güzellemelerinin, HDP milletvekillerinin ekrandan eksik olmamasının, bu Kürtçü çizgiyi benimsemiş Deva’cıların, Gelecek’çilerin bu kanallara sürekli çıkmalarının sebebi de HDP’nin muhalefete dahil edilmek istenmesi.
Durum böyle olduğu için de çözüm süreci hesabı sorulmayacak bir pazarlık dönemi, AKP’nin PKK’lıları tahliye etmesi de devletin samimiyetini göstermesi olarak görülüyor. Kafalar böyle çalıştığı için de bu tahliyelerin hesabının sorulmasını beklemiyoruz.
Ancak kimse hatırlatmasa da Türk Solu olarak hatırlatmaya devam edeceğiz. PKK bir terör örgütüdür, terör örgütüne geçmişte verilen tavizler de suçtur. Hesabı da elbet sorulacaktır!