Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in Meclis kürsüsünden “tarikat ve cemaat”lerle işbirliği yapıldığını ilan etmesi tarihe geçecek bir itiraf niteliğinde.
Seneler önce Kamer Genç, aynı kürsüden Gülen cemaatinin gerçek yüzünü anlatırken, kendisine saldıran AKP milletvekilleri, bugün de Tekin’in açıklamalarını alkışlıyor.
Oysa Tekin, kariyeri itibariyle AKP ve Cemaat işbirliğini yaşamış ve bunun sonuçlarını görmüş bir siyasetçi.
Tekin’in görev yaptığı Polis Akademisi, Fetullahçıların eline geçtiği için kapatılmıştı. Tekin daha sonra Gençlik ve Spor Bakanlığında bakan yardımcısı, Milli Eğitim Bakanlığında da müsteşar olarak görev yaptı.
Tekin’in tarikatları kastederek “destek olanlara teşekkür etmesi, onlarla protokol yapmaya devam edeceklerini açıklaması”, AKP zihniyetinin asla değişmeyeceğinin bir göstergesi.
Tekin, devlet ve tarikat işbirliğinin gerekçesini, bu kurumların “çocukların dağa çıkmasını engelleme” amacıyla açıklıyor.
Açıklamaya göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “çocukların PKK’ya katılmasını engellemek için” tarikatlara muhtaç durumda!
Bakan yaptığı konuşmayla, toplumun büyük çoğunluğunun tepki gösterdiği tarikatlardan aferin almak için temsil ettiği devleti aslında “aciz bir konumda” gösteriyor. Siyasal İslamcılık işte budur: Tarikatın itibarı her şeyin üzerindedir!
Diğer taraftan Tekin geçtiğimiz ay Milli Eğitim Bakanlığının bütçe görüşmelerinde yaptığı sunumda “437 bin 169 öğrencinin örgün eğitimden koptuğu” açıklamıştı.
Neredeyse yarım milyon öğrenci “dağa çıkmadığına” göre örgün eğitimden nasıl koptu?
Nerede bu çocuklar?
Bakan’ın övdüğü tarikatlar, bu öğrencileri medreselere devşirmiş olabilir mi?
PKK’lı olmak kötü ancak Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı olmak kabul edilebilir bir şey mi bakan açısından?
Adında “milli” olan bir kurumun bakanı, doğası gereği “millet” kavramına düşman tarikat geleneğine hayranlık besliyorsa, yapması gereken şey başını sokacağı bir tekke bulması olacaktır.
Böylelikle Bakan olarak yapamadığını postnişin olarak yapabilir!