14 Mayıs seçimlerinden sonra muhalefetin yaşadığı moralsizliği dağıtmak için Kemal Kılıçdaroğlu bir dizi sosyal medya paylaşımı yaptı.
Birinci paylaşımda sert, öfkeli ve kararlı bir tavırla masaya vurdu, “buradayım” diye bağırdı.
İkinci paylaşımda ise ayaktaydı. Arkasında kalpaklı Mustafa Kemal portresi vardı. Bu sefer sadece sesi değil, verdiği mesajlar da çok sert ve kararlıydı. Vatanı savunmak için tüm seçmenleri göreve çağıran konuşması tam anlamıyla ulusalcı bir içerik taşıyordu.
Özetliyorum.
“Biz bu vatanı sokakta bulmadık.”
“10 milyon düzensiz göçmeni içimize sokan bu zihniyete vatanımızı bırakmayacağız.”
“Sınır namustur.”
“İthal oy ümidi uğruna 10 milyon değil 30 milyon seçmen getirecekler.”
“Kadınlara eşya gibi bakanlara vatanımızı bırakmayacağız.”
“Küçücük çocuklara göz koyanlara vatanımızı bırakmayacağız.”
“BOP Eşbaşkanı iken Rusya’nın kapısında el pençe bekleyen çakma bir dünya liderine vatanımızı bırakmayacağız.”
“Korkusundan deprem sabahı askeri sokağa çıkmayana vatanımızı bırakmayacağız.”
“ABD ve FETÖ ile işbirliği yapıp milli ordumuza kumpas kuranlara vatanımızı bırakmayacağız.”
“Ergenekon’da vatansever subaylarımızı hapse atanlara vatanımızı bırakmayacağız.”
“Kozmik odayı namertlere açıp, onlarca vatansever istihbaratçımızın şehit olmasına neden olanlara vatanımızı bırakmayacağız.”
“Gençler ayağa kalkın. Ölü toprağını atın.”
“Vatanını seven sandığa gelsin.”
2,5 dakikalık konuşmada tam 12 kez vatan sözcüğü geçiyor. Konuşmada asker var. Şehit var. Ergenekon, kumpas var. Oy için vatandaş yapılan milyonlarca düzensiz göçmen var. ABD, BOP, Rusya’ya uşaklık edenler var. Kozmik oda var. Laiklik vurgusu var.
Ve tabii hepsinden önemlisi, konuşma kalpaklı Mustafa Kemal portresi önünde yapılıyor. Yani Kuvayı Milliye de var. Kalpaklı Atatürk özellikle emperyalizme karşı Tam Bağımsızlığın, Ulusal Kurtuluş Savaşının simgesi olarak algılanır toplumda. Yani Batı’ya da mesaj var bu sefer. Rusya da tekrar vurgulanıyor.
Bu konuşma tam anlamıyla ulusalcı bir nutuk! Seçilen mesajlar, kullanılan sözcükler, öne çıkarılan simgeler…
Kılıçdaroğlu’nun bu son derece gecikmeli yeni çıkışı başarılı olur mu olmaz mı başka bir tartışma konusu. Bizim için önemli olan Ulusalcılığın, tekrar dev bir anıt gibi siyaset meydanının ortasında yükselmesidir.
Daha önce Fethullahçılar, Tayyipçiler, Kürtçüler, yetmez ama evetçiler, sahte solcular ve liberaller tarafından milyonunca kez “öldüğü” iddia ve ilan edilen Ulusalcılık, dimdik tüm haşmetiyle geri döndü.
Atatürkçü, ulusalcı ve geleneksel CHP çizgisine karşı çıkanların önerdiği yeni siyaset, adeta bir sosyal ve siyasal deney gibi Kemal Kılıçdaroğlu tarafından yıllarca uygulandı. Bu “yeni CHP” çizgisinin daha kapsayıcı ve başarılı olduğu iddia ediliyordu. Ancak bu yolun sonunun hiç iyi olmadığı belliydi. Nihayet çıkmaz sokağa girildi. Buradan çıkmak için çok geç de olabilir. Fakat bir şans varsa, o şansın ne olduğu da belli. Bu yüzden yine aynı Kılıçdaroğlu, kalpağa, Kuvayı Milliye’ye, vatan söylemine, CHP’nin ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine yeniden dört elle sarıldı!
Demek ki, neymiş? Ulusalcılık ölmemiş. Hatta ulusalcılık o kadar güçlü ki, en büyük düşmanı olan AKP iktidarı, “yerli ve milli” adı altında ulusalcılığı istismar ediyor. Yeni türden bir CHP kurmaya niyetlenenler, kriz anında bir gün içinde ulusalcılığa hemen geri dönüyorlar.
Ulusalcılık kaç kez “mezara gömüldü”? Ve kaç kez yanıldılar?
Ulusalcılığın, AKP’nin işbirlikçi politikalarına, Irak’taki uşaklık, Kıbrıs’taki ihanet siyasetlerine karşı bir “refleks” olarak ortaya çıktığı söylendi ilk. Geçici olduğu ileri sürülüyordu.
Ulusalcılığa küçümsemek için “refleks” diyenler, refleks ne demek bilmiyorlar mı? Refleks insanın temel varoluş güdüsü, bilinci ve eylemidir. Refleks geçici değil, en güçlü ve kalıcı hareketimizdir.
Refleks yoksa, vücut da yok. Çünkü refleks vücudu korur. Refleks yoksa, bilinç ve akıl da yok. Çünkü bilinç en canlı güdülerin ve genetik hafızanın üstünde yükselir.
Yaşama, çoğalma, kendini ve çocuğunu savunma içgüdüsü yoksa, sadece soyun tükenişi vardır. Bu yüzden ulusalcılık da hep olacak. Çünkü her varlık gibi, Türk ulusu da yok edilmek istendiği an, refleks ile karşı koyacak.
Örnek! 17 yıl önce “Hepimiz Ermeniyiz” diye birileri yürüdüğünde, Türk Solu bir çağrı yapmıştı ve hemen “Hepimiz Türküz” diye karşı bir yürüyüş gerçekleşmişti. İşte bu bir reflekstir. AKP, PKK ile işbirliği yapıp, biten terörü hortlatınca yeniden başlayan şehit cenazelerindeki tepki! Bu da bir reflekstir.
Nihayet bitecek denen reflekslerin şiddeti ve düzeni öylesine arttı ki; karşıtları bu büyük muhalefete “ulusalcı dalga” demek zorunda kaldılar.
İlk okyanus ötesinden Fethullah Gülen “ulusalcı dalgayı aşacağız” diye açıklamıştı. Gördük, aştı mı, aşamadı mı?
Sonra yaşanan kumpas davalarından sonra, sevinçle ilan ettiler. “Ulusalcılık öldü çünkü derin devlet kışkırtıyordu aslında. Biz de öldürdük.”
Sonra milyonları “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye karşılarında gördüler yine. Bırakın ölmeyi, ulusalcı dalga adeta ulusalcı tsunamiydi önlerinde şimdi, hiç beklemedikleri bir anda.
AKP’nin “İhanet Açılımı” yaptığı “Âkil Adam” toplantılarının hepsinde karşılarına gençler dikilince… Ölmediğini yine anladılar ulusalcılığın.
Sonra yine öldü dediler. Bu sefer Gezi’de milyonlarla gördüler yine “Mustafa Kemal’in” askerini. Ve yine o meşhur simge. Ay yıldızlı bayrak önünde kalpaklı Mustafa Kemal flaması.
Sonra 15 Temmuz oldu. Yine birileri “ölüm ilanları” yayınladı kendince. Sonra bir baktılar. Onuncu Yıl Marşı, İzmir Marşı bütün stadyumlarda, okullarda, aile toplantılarında dahi gökleri inletiyor.
Ulusalcılık bazen kalpakta, bazen bayrakta, bazen Anıtkabir’de, bazen İzmir Marşı’nda, bazen Çanakkale’de, bazen Bağdat Caddesi’nde, bazen de bir köy okulunun bahçesindeki törende en diri, en genç, en ateşli haliyle sürekli kendini gösteriyor.
“Ölmüyor”, “sönmüyor”, “bitmiyor.”
Ulusalcı refleks Türkiye’nin en büyük gerçeklerinden biridir. Türk ulusunun başka refleksleri de vardır. Ama belki de en önemli, en diri ve en çağdaş refleksi ulusalcılıktır.
Kılıçdaroğlu ne yazık ki bir refleks gibi değil, sonradan düşünülmüş, akla en sonunda gelmiş bir önlem gibi bu hareketi algıladı. Refleks ilk eylemdir. CHP son eylem olarak refleksi kullanmaya çalışıyor.
CHP Kozmik Odanın sorumlularını vekil yaptı ama Kılıçdaroğlu bugün “kozmik oda ihaneti” diyor.
CHP Atatürksüz bir kampanya yürütüp, oy toplamaya çalıştı. Ama Kılıçdaroğlu Atatürk’ün aslında en güçlü değer olduğunu yeniden keşfetmiş. CHP’nin köklerini vurguluyor.
CHP kalplerle, helalleşmelerle, Tayyip’i adını bile anmadan “pozitif kampanya” yürüttü. Böylece “kutuplaşmadan”, herkes “kucaklaşacaktı.” Şimdi masaya yumruk vuruyor, ihanet ile suçluyor Kılıçdaroğlu.
Ve milyon kez “öldürülen” ulusalcılık, milyon birinci kez CHP içindeki liberal ve gerici tayfa tarafından “öldürülmüştü” ki, bu sefer de kendi Genel Başkanlarının eliyle “diriltiliyor.”
Madem doğrusu buydu, neden bunca zaman beklendi? Refleks ile savaş olmaz.
Son bir not… Sayın Kılıçdaroğlu gençlere sesleniyor. “Ayağa kalkın, üstünüzdeki ölü toprağını atın.”
Yahu, anlamıyor musunuz? Üstünde ölü toprağı olan CHP’ydi. Ulusalcılığı gömeceğiz diye koskoca partiyi gömüyordunuz neredeyse. Ancak şimdi ölü toprağını atmaya çalışıyorsunuz, bir de toprağın gençlerin üstünde olduğunu sanıyorsunuz. Hayret!