Tarihte yaşanmış en büyük soykırımlardan biri, Balkanlarda Türklere ve Müslümanlara yapılan soykırımdır. Bu, 200 yıldır aralıklarla devam eden, belki de insanlık tarihinin en vahşi saldırısıdır.
Bu soykırımın failleri sadece Balkanlardaki etnik fanatikler, Hıristiyan yobazı yerel soykırımcılar değildir. Dünyadaki bütün süper güçler, bütün emperyalistler bu hayâsız akının, destekçisinden öte bizzat katılımcı katilleridir.
Söz konusu Türk düşmanlığı ve Osmanlı’nın yok edilmesi olunca, Britanya, Fransa, Almanya, Rus Çarlığı ve ABD arasındaki hiçbir emperyalist rekabetin önemi olmamış, hepsi 200 yıldır defalarca hortlayan soykırım canavarının en büyük kışkırtıcısı olmuştur.
İnsanlık tarihinin bu en karanlık bölümü, ne yazık ki, geride kalmadı. Barbarların son Türk son Müslüman yok edilene kadar durmaya niyeti yok. Srebrenitsa’da yaşananlar daha dündür.
Tüm bu katliam serilerinin başlangıç tarihi olarak 19 Ağustos 1821’te Navarin’de gözü dönmüş Rum çetelerinin yaptığı soykırımı belirleyebiliriz.
Mora İsyanı’nın ilk ve en önemli mevzilerinden biri Navarin’di. Çoğunlukla Türklerin yaşadığı bu kale, aylarca kuşatma altında kalmıştı. Yunan çetelerine komutanlık yapan bir de “gönüllü” İngiliz generali vardı: General Gordon. Şehrin artık hiçbir erzakı kalmayınca, General Gordon genel savaş içtihatlarına uygun bir şekilde Osmanlı yetkilileriyle müzakereye başladı. Karşılarında bir İngiliz generali bulan Osmanlılar, anlaşma yapmaya ikna oldular. Şehir kapıları açılacak, karşılığında şehirdeki bütün sivil halkın gemilerle Mısır’a gitmesine izin verilecekti. Ancak Yunan çeteleri Batı barbarlığının artık klasikleşmiş, en iğrenç eylemlerinden birini gerçekleştirmeye niyetliydi. Şehre girer girmez gözü dönmüş hayvanlar gibi etrafa saldırdılar.
Olaylar karşısında şaşkına dönen ve öfkelenen General Gordon’a Yunan müzakereci Poniropolous’un yanıtı Batı destekli 200 yıllık Yunan yayılmacılığının özeti gibidir: “Anlaşma belgesinin bir nüshası Türklerin elindeydi. Onlarla birlikte yok oldu. Bendekini de ben yaktım.” (Bkz. Balkanlar’da Türk Soykırımı, Ali Özsoy, İleri Yayınları, sayfa 86.)
Yunan İsyanı ile ilgili en iyi belgeleri, kendisi de fanatik bir Pan-Helenist olan İskoç tarihçi George Finlay’dan alabiliriz. Lord Byron ile birlikte Britanya’da Yunan davasının en büyük savunucusu ve kışkırtıcılarından biriydi. İsyan çıkınca, isyanı desteklemek için Mora’ya giden “gayriresmi” İngiliz gönüllülerine katıldı. Kendince Antik Yunan’ın uyanışına, tarihin en şanlı devrimine bir tarihçi olarak bizzat tanıklık edecekti. Ancak kısa süre içinde yaşananlardan dolayı tiksinti ve nefret duygusuyla doldu.
George Finlay hayatı boyunca yeni kurulan Yunan devletine destek olmak için elinden geleni yaptı. Hatta Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra Atina’ya taşındı. Ancak kendi gözleriyle şahit olduğu soykırım eylemlerini asla aklından atamadı. Yıllar sonra kaleme aldığı “Yunan İhtilali’nin Tarihi” (History Of Greek Revolution, W. Blackwood and Sons, Oxford University, 1861) isimli kitabında isyanın arkasında Rus Çarı’nın olduğunu, İngiltere’nin ve Fransa’nın da sonradan donanmalarıyla katıldıklarını yazmaktadır. Ayrıca açık yüreklilikle Türklere yönelik katliamları tek tek belgelemiştir. İsyan 1821 Martında Rum çeteleri ve Rus birliklerinin Moldova’daki Türk şehri Galatz’ı basmaları ve asker sivil herkesi katletmeleri ile başladı. Finlay’in kitabının ilk kısmından sadece bölüm isimlerini aktarıyorum. Böylelikle yaşanan katliamlara yönelik bir fikir sahibi olabiliriz. “Türkler ulusal olarak Yunanlardan Daha Büyük Baskı Altında – sayfa 128”. “Galatz’ta Türklerin Katledilmesi – sayfa 146”. “Yassi’de Türklerin Katledilmesi – sayfa 147”. “Türk Nüfusun İmhası – sayfa 171”. “Kalavryta’daki Türklerin Teslimi ve Katledilmesi – syf 181”. “Yunanistan’daki Muhammedçi Nüfusun İmhası – syf. 187”. “Muhammedçilerin Katliamı – syf 199”, “Viachori’nin Alınması, Türklerin ve Yahudilerin Katledilmesi- syf 202”.
Yine vurguluyoruz. George Finlay romantik ve Pan-Helenist bir gönüllü olarak isyana katılmıştır. Türk dostu değildir. Müslüman dostu değildir. Hatta kitabında Müslüman bile demez, o zamanın Batılılarının âdetiyle “Muhammedci” ifadesini kullanır. Ancak isyanın ilk yılının sadece Türklerin katledilmesiyle geçtiğini özellikle vurgular. Navarin Katliamı’nı ise bizzat şöyle anlatmaktadır:
“… Mermiler ve kılıçlarla yaralanmış kadınlar kaçmak umuduyla denize koştu, bu sırada kasten vuruldular. Kollarında bebekleri olan annelerin kıyafetleri çalındı ve tek gizlenme yeri olan denize koştular, suda çömelirken insanlıktan çıkmış tüfekli askerler tarafından vuruldular (…)
Yunanlar bebekleri annelerinin kollarlından aldı ve kayalara vurdu. Üç ve dört yaşlarındaki çocuklar denize atılarak boğuldu. Katliam bittiğinde cesetler ya denize atıldı ya da sahile yığıldı ve bir salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kalındı.” (Balkanlar’ da Türk Soykırımı, Ali Özsoy, İleri Yayınları, sayfa 86.)
1821 bittiğinde tüm Mora’daki durumu ise Finlay şöyle özetliyordu:
“1821 Nisanında 20 000 kişi toplamına yakın bir Müslüman nüfus, Yunanistan’da (Mora’da) dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. Ayaklanma çıkmasının üzerinden daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler.
Adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. Günümüzde yaşlılar hala, taş yığınlarını parmakla gösterip gezginlere, ‘İşte şurada Ali Ağa’nın kulesi vardı; burada hem onu hem eşlerini ve hizmetkârlarını öldürdük’ diye anlatırlar. Ve bunu anlatan yaşlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden bir zamanlar Ali Ağa’nın olan tarlaları sürmek için yürür gider. İşlenen suç bir ulusun suçu idi ve onun vereceği sıkıntılar ne olursa olsun bu sıkıntılar bir ulusun vicdanında duyulmalıdır; bu günahı bağışlatacak davranışlar da o ulusça yapılmalıdır.” (Balkanlar’ da Türk Soykırımı, Ali Özsoy, İleri Yayınları, sayfa 80-81.)
Bu vicdani hesaplaşmayı Yunanistan hiç yapmadı. “Bağımsızlık”larını kazandıklarında Britanya başlarına Bavreyalı bir Alman prensi, bugünkü Kral Charles’in büyük büyük dedesini, kral olarak atadı. Bayrak olarak da İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’nın bayrağını aldılar. Sadece renklerini maviye çevirdiler. Hayâsız akınları 100 boyunca Anadolu içlerine, Polatlı’ya kadar sürdü. Milyonlarca Türk’ün, Müslüman’ın, günahsız insanın kanına girdiler.
Nihayet kendisi de Balkanlı olan büyük bir Türk, Atatürk onlara dur dedi. Atatürk aynı zamanda tarihin en büyük soykırımına da son veren bir liderdir. Eğer biz İstiklâl Savaş’ımızı kazanmasaydık, değil Balkanlarda, Anadolu’da da bugün tek bir Müslüman dahi kalmazdı. Navarin Katliamı’nın ve Balkanlardaki tüm Türk ve Müslüman soykırımlarının kurbanlarını saygı ve rahmetle anıyoruz.
[George Finlay’in kitabının hâlâ Türkçe’ye çevrilmedi. Bu büyük bir eksikliktir. Finlay, modern Yunan devletinin kurucularından biridir. Yunanistan elbette Finlay’in talep ettiği özeleştiriyi vermedi ve Türklerden özür dilemedi. Samimi İngiliz ilericileri ve romantikleri Yunan İsyanı’na desteklerinin özeleştirisini yıllarca verdi. Finlay’in kitabı bu konuda bir klasik sayılabilir. Karl Marks, Doğu Sorunu Üzerine yazılarında, Yunan İsyanı’na desteğin İngiliz ilericilerinin ve kamuoyunun en büyük hatası olduğunu özellikle vurgular. Bunu bir Rus kandırmacısı gibi ele alması elbette çok olgun olmayan bir yorumdur. Marks, Batılıların kendi medeniyet algılarında içselleşmiş ve adeta bir kanser gibi “vicdan”larına yerleşmiş Türk düşmanlığını ve ırkçılığını kavrayamamıştı. İngiliz burjuvazisinin ilerici kanadını Rusları değil Türkleri desteklemek konusunda ikna çabaları elbette sonuçsuz kalacaktı. 1877’de Britanya aynı “hataya” düşecek, yine Rus saldırganlığını destekleyecek ve bu sefer bugünkü Bulgaristan topraklarında yaşayan, milyonlarca Türk, Ruslar tarafından katledilecekti. Bu tür konularda en faydacı emperyalistler bile çıkarlarını değil, tarihsel güdülerini sıklıkla öne çıkarır. Yine de Marks’ın Türk yanlısı tutumu gerçek ilerici, sosyalist ve insancıl tavrı anlamak için çok önemlidir. Balkan Savaşları döneminde en büyük Türk yanlısı yayını ise Troçki yaptı. Bizzat savaş muhabiri olarak tanıtlık ettiği savaşta, Türklere yapılan katliamları eksiksiz bir şekilde yazdı. Yine Lenin de hem 1912’de Balkan Savaşları sırasında, hem 1914’de Birinci Dünya Savaşı’nda, Rus yayılmacılığına karşı Türkiye’nin desteklenmesinin devrimcilerin esas görevi olduğunu savunuyordu. Günümüzün her renkten Türk düşmanı, kimi fanatik Amerikancı, kimi fanatik Rusçu bütün sahte solculara duyurulur.]