Endonezya’da düzenlenen G20 zirvesi Tayyip Erdoğan açısından yeni fotoğrafların çekileceği ve bu fotoğraflar üzerinden “güçlü Türkiye” propagandasının yapılacağı önemli bir fırsattı. Nitekim iktidar medyası dün Erdoğan’ın düzenlediği basın toplantısında gazeteci kuyruğu oluştuğunu, tüm dünya basınının Erdoğan’ı dinlemek için geldiğini ve Erdoğan’ın zirvede en çok ilgi çeken lider olduğunu bolca yazdı.
Siyasetini “dış güçler düşmanlığı” üzerine oturtmuş AKP iktidarının uluslararası toplantıları hiç kaçırmaması, “Türkiye’yi yok etmeye çalışan bu şebekenin” tüm üyeleriyle kol kola girmesi ve fotoğraflarda gördüğümüz kadarıyla bu samimiyetten de mutlu olması gerçekten ilginç bir durum. Belki de “Türkiye’yi yok etmek projesi” iki tarafı da böylesine yakınlaştırıyor.
Ancak iktidar açısından bunun açıkça söylenmesi siyasi gücün yitirilmesi anlamında sıkıntı yaratabilir. Batı da Erdoğan gibi mülteci dostu bir lider bulamayacağını bildiği için iktidarın tuhaf çıkışlarını görmezden geliyor. Karşılıklı çıkarlar geriye kalan her şeyi silip süpürmüş durumda. İçişleri Bakanı’nın ABD’yi Taksim saldırısının sorumlusu olarak gösterdiği, Erdoğan’ın Biden’ın Fetullah’a sahip çıktığını söylediği günün hemen ertesinde yapılan dostane görüşmelerin temelinde karşılıklı ilkesizlik yatıyor.
Elbette bu ilkesizlik sadece AKP’yle ilgili değil, batı dünyasında da karşılık bulan değişik bir ilişki kurulmuş durumda. Ancak iki taraf da durumdan memnun.
Ama bu mutualist ilişkinin de elbette sınırları var. Batı her ne kadar Türkiye’nin mevcut konumundan memnun olsa da uzun vadede Erdoğan’a güvenemeyeceğini görüyor. Türkiye’yi belirli bir çerçevenin içinde tutmakla anlatılabilecek bu strateji hem karşılıklı çıkarları hem de güvensizliği gösteriyor.
Polonya’ya düşen füze olayının hemen ardından Endonezya’da NATO üyesi ülkelerin başkanlarının toplanması ancak sadece Türkiye’nin toplantıya çağrılmaması AKP’nin kurmaya çalıştığı fotoğraf diplomasinin çökmeye ne kadar müsait olduğunu ispatlayan çok önemli bir olay.
Toplantı ABD’nin yanı sıra Kanada, Fransa, Almanya, Japonya, İtalya, Birleşik Krallık, İspanya, Hollanda, AB Konseyi ve AB Komisyonu’nun katılımıyla düzenleniyor. Japonya gibi NATO üyesi olmayan bir ülke bile toplantıya davet edilmiş. NATO üyesi olup da toplantıya çağrılmayan tek ülke ise Türkiye.
Erdoğan’ın basın toplantısında bunu soran gazeteciyi azarlaması ve toplantıya katılmayan diğer NATO üyelerinin varlığını hatırlatması çok anlamsız çünkü bahsettiği ülkelerin hiçbirisi zaten Endonezya’da bulunmuyor.
Toplantı daveti alınmamasının sebebi ise son derece net. Türkiye her ne kadar NATO üyesi olsa bile Ukrayna-Rusya savaşında Rusya’nın tarafına daha yakın bir pozisyonda görülüyor. Batı bloğu Türkiye’yi NATO’nun içinde Putin’in Truva Atı olarak değerlendiriyor ve böylesi bir toplantıda konuşulanların Rusya’ya sızma ihtimalini de yüksek görüyor.
AKP’nin kendi tabanının gururunu okşamak için servis etmeye çalıştığı böylesine ilkesiz bir diplomasi, Türkiye’yi NATO’nun güvenlik konularında güvenmediği ve “sızıntı” yaratabilecek bir unsur olarak görüldüğü bir konuma sokmuş durumda.
Böylesi bir tablo kimileri için bir “güç göstergesi” olarak duruyor olabilir ancak ortada hiç de öyle gurur duyulacak bir durum yok. “Monşerlerin” tasfiyesi, aile eşrafının diplomat olarak görevlendirilmesi, uluslararası ilişkilerin bir “cambazlığa” dönüştürülmesi Türkiye’yi bugün “güvenilmeyecek” ve “ne yaptığı kestirilemeyen” bir ülkeye dönüştürmüş durumda. Yabancı gazetecileri azarlamak ise bu acizliği örtmek için.