NATO’nun Madrid Zirvesi’ne Türkiye açısından daha çok İsveç ve Finlandiya ile yapılan pazarlık damgasını vurdu. Fakat işin özü bu değil. Dünya açısından bu tartışmadan daha önemli bir gelişme var: Zirvede, NATO’nun önümüzdeki on yıl için stratejik yol haritası çizildi. NATO’nun yeni Stratejik Konsept Belgesi açıklandı.
NATO, stratejik düşmanlarını ve dostlarını yaklaşık on yılda bir açıklanan bu belgelerle tanımlıyor. Bunun yanında, düşman ya da tehdit olarak tanımladığı güçlere karşı kullanacağı yöntemleri de belirliyor.
Bu defaki strateji konseptini öncekilerden ayıran çok önemli noktalar var. Bu farklılığın arka planında Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin olduğunu tahmin etmek tabii ki güç değil. Aslında Putin, Ukrayna’da hedeflerinin çoğunu gerçekleştiremedi. Ama amaçlarından birine kesinlikle ulaştı: Artık dünya eski dünya değil. Her şey kökünden değişti. Bazı çevrelerin aceleciliğiyle “beyin ölümü gerçekleşti teşhisi konulan” NATO, bizzat Putin eliyle diriltildi. Ve artık NATO, doğrudan doğruya Rusya karşısında konumlanıyor. Hem de bunu strateji konseptinin büyük kısmını oluşturacak şekildeki bir vurguyla yapıyor.
Madrid Zirvesi’nde Strateji Belgesi’ni NATO Genel Sekreteri Stoltenberg açıkladı. Belgeyi neredeyse bir “anti-Rusya” belgesi olarak tanımlamak mümkün. Rusya, bugüne kadar NATO tarafından “en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlanmak şöyle dursun “stratejik ortak” olarak anılıyordu. Yani bu, Putin’in “başarı listesine” en üstte ve altın harflerle yazılacak bir gelişme. Strateji Konsepti Belgesi’nin Rusya ile ilgili ifadelerinin en yakıcı kısımlarına bakalım:
“Rusya, müttefiklerin güvenliğine yönelik en önemli ve doğrudan tehdittir. Zorlama, yıkma, saldırganlık ve ilhak yoluyla etki ve doğrudan kontrol alanları oluşturmaya çalışıyor.”
“NATO çatışma istemiyor ve Rusya için hiçbir tehdit oluşturmuyor. Rusya’nın tehditlerine ve düşmanca eylemlerine birleşik ve sorumlu bir şekilde yanıt vermeye devam edeceğiz. Ancak, riskleri yönetmek ve azaltmak için Moskova ile iletişim kanallarını açık tutmaya istekliyiz.”
Rusya’nın akıl küpü ve yanılmaz istihbaratçı stratejisyeni Çar Putin Hazretlerinin eseri herhalde Rusları çok mutlu etmiştir!
Çin de üzülmemeli. Strateji Konsepti’nde onlar için de epey bir ilgi alaka var. NATO’nun bir strateji belgesinde Çin ilk defa “tehdit” olarak tanımlandı. Daha önceleri adı, “iyi huylu ticaret ortağı ve üretim üssü” gibi övgülerle geçiyordu. Bu, bazı tahlilcilerin “kolektif emperyalizm” beklentisine dahi neden olmuştu. Ama Rusya ile işbirliği, Çin’i başka bir noktaya taşıdı. Buna ek olarak Kuşak-Yol, Doğu Türkistan ve Hong Kong gibi birçok meseleyle dünyanın yeni hegemonyacısı olma niyetini açık etti. Böylece Çin de artık NATO için “tehdit” klasmanında. Belgede Çin ile ilgili kısımlarsa şöyle:
“Çin, kilit teknolojik ve endüstriyel sektörleri, kritik altyapıyı ve stratejik malzemeleri ve tedarik zincirlerini kontrol etmeye çalışıyor. Ekonomik gücünü stratejik bağımlılıklar yaratmak ve etkisini artırmak için kullanıyor.”
“Çin ve Rusya arasında derinleşen stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzenin altını oymak için karşılıklı olarak güçlendirici girişimleri, değerlerimize ve çıkarlarımıza aykırıdır.”
Bu ifadeler epey kuvvetli. Ama NATO’nun attığı bir adım daha var. Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda ilk kez bir zirveye davet edildi. Bu davetin de Çin’e karşı Pasifik’te bir işbirliği hattı oluşturmak anlamına geldiği açık. Avrasyacılar bayram edebilir. Rusya sıcak denizlere hâlâ açılamadı. Ama Atlantik, Pasifik’e açılıyor!
Yani NATO, yeni strateji konseptiyle Rusya ve Çin’e keyiflerince at oynatamayacaklarını bildirdi. Bu yeni bir Soğuk Savaş’ın başlangıcı mı? Yoksa farklı şekilde de olsa çoktan başlamış bir “Sıcak Savaş”ın resmîleşmesinin girizgâh metni mi? Bunu tabii ki zaman gösterecek. Ama Rusya ve Çin’e karşı bir NATO seferberliği başlatıldığı kesin…
Burada Türkiye açısından sormamız gereken önemli bir soru var: Bu belgenin altında imzası olan Erdoğan’ın ve AKP rejiminin söz konusu strateji konseptinde yeri var mı? Bu cepheleşmede bir anlam ifade ediyor mu? Erdoğan, NATO “aile fotoğrafında” istenilen bir figür mü? Yoksa ister istemez ve şimdilik tahammül edilen bir öğe mi?
Sonuçta Erdoğan ve AKP, NATO içinde sürekli sorun çıkaran konumda. Bunun da ötesinde NATO üyeliğine rağmen defalarca “bizi Şanghay Beşlisi’ne alın” diyecek kadar da Rusya ve Çin’le sıkı fıkı. Hatta Rusya’nın Ukrayna işgalinin ardından oluşan bu yeni konsepte rağmen halen Rusya’nın “dost” gördüğünü iddia ettiği bir konumda. Ve hem Rusya’yla hem de Çin’le açık-gizli birçok işbirliğini halen sürdürüyor.
Ki Rusya ve Çin’in AKP ile bu işbirliği, gerçekte Türkiye’nin ulusal çıkarlarına da aykırı. Rusya, tüm “dostluk” iddialarına rağmen her alanda Türkiye’nin karşısında. PKK/PYD/YPG ile ilişkileri hiç de ABD, İsveç veya Finlandiya’dan geride değil. Hatta Suriye’de bilerek ve isteyerek 33 Türk askerini şehit edecek kadar da Türkiye’ye düşman! Çin ise hegemonyasını buraya kadar uzatma peşinde. AKP’nin Doğu Türkistan meselesindeki suskunluğu bunda epey başarılı olduklarını da gösteriyor. AKP, her an ikinci bir Pakistan olmaya doğru gidebilir.
Bu tablodan çıkan sonuç şu: NATO için AKP’nin tek anlamı var. O da strateji konseptinde konu edilen “Rusya ile bir iletişim kanalı” olmak. Tahmin edilebilir. Bu geçici, kırılgan ve çok da öz değeri olan bir konum değil. Zaten NATO da bu durumu çok gizlemiyor. Balkanlar ve Karadeniz’de güçlenme kararı alındı. Fakat buralardaki esas NATO gücü olması gereken Türkiye halen F-35 programından uzaklaştırılmış durumda. Acaba F-16 alabilecek miyiz? Tartışılan bu!
NATO Zirvesi başlarken Rusçu-Çinci ve AKP’li Aydınlık gazetesi, konuyu “Zirvenin hedefinde Türkiye’nin dostları var” başlığıyla vermişti. Aslında bu başlıkta “Türkiye” yerine “AKP ve Erdoğan” konulduğunda doğru bir tespit çıkıyor. Çin ve Rusya, Türkiye’nin hiçbir şekilde dostu değil. Fakat AKP’nin, Erdoğan’ın ve tabii Aydınlıkçıların dostu. Ve NATO da bunları hedef alıyor.
Dolayısıyla “açık iletişim kanalı” olma işlevine ve “denge” politikasının gücüne fazla güvenen Erdoğan ve AKP, NATO’nun yeni strateji konseptinde açığa düşüyor. Şimdilik bu konseptte izafî ve geçici bir yeri varsa da işler kızıştıkça bu yerden olacak.
Ve işlerin kızışacağı da acı bir gerçek…