Madrid’deki NATO zirvesinde gerçekleşen 4’lü buluşma üzerine dün yazdığım yazıda, “Türkiye’nin çıkarları ile AKP’nin çıkarları tamamen birbirine zıttır. O yüzden Türkiye’nin değil, AKP’nin istediğini aldığını belirtmek daha doğru bir ifade olur.” demiştim.
Bugün, zirvenin ardından Erdoğan ve Türkiye açısından bir kâr-zarar hesabı yapmak gerekiyor.
Erdoğan açısından bu zirvenin en büyük kârı, hiç kuşkusuz Biden ile görüşmek oldu. Erdoğan’ın Biden ile görüşmesi sadece iç politika açısından değil, dış politika açısından da AKP’nin elini güçlendiren en önemli gelişmeydi.
Görüşmeye ilişkin Beyaz Saray’dan yapılan açıklama, görüşme her ne kadar Erdoğan için bir başarı olsa da Türkiye açısından başarı olarak nitelendirilemeyeceğini ortaya koyuyor. Açıklamada öne çıkanlar şöyle:
Biden, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya ile üçlü anlaşmaya vararak NATO’ya davet edilmelerini sağlayan kararından memnuniyetini ifade etmiş. Liderler Rus saldırganlığına karşı Ukrayna’nın savunmasına desteğin devamını ve Ukrayna tahılının ihracı önündeki Rus engellerinin kaldırılmasının önemini konuşmuş. Ege ve Suriye üzerine istikrarın sağlanması konusu konuşulmuş. Biden, iki ülke arasındaki yakın ilişkilerin korunması arzusunu tekrarlamış.
Erdoğan’ın “masada” dediği F-16 konusu ise hiç görüşülmemiş. Biden söz vermiş Kongreye ileteceğini ancak Kasım ayında yapılacak seçimlerden sonra Biden’ın kongredeki gücünün zayıflayacağı göz önüne alındığında bunun da kuru bir sözden başka hiçbir anlamı yok ve muhtemelen F-16’lar seçim zamanına kadar Türkiye’nin eline geçmeyecek.
Aslında Türkiye’nin hava kuvvetlerinin güçlendirilmesi NATO’nun ve ABD’nin de çıkarınadır. Ancak AKP o kadar güvenilmez bir müttefiktir ki, ABD ve NATO bu adımı atmaya bile çekiniyor.
ABD ve Rusya’nın Suriye operasyonu konusundaki rahatsızlıkları gözönüne alındığında bu kadar konuşulan şey arasında Ege ve Suriye konusu özellikle dikkat çekiyor. Bu görüşme Suriye’ye olası askeri harekatı ve Türk-Yunan ilişkilerini de etkileyecektir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Türkiye’nin soyunduğu arabulucu rolü, Ukrayna’dan tahıl ihracının önündeki Rus engelinin kaldırılması konusunda Türkiye’nin çabaları, dış politikada AKP’nin hanesine yazılan artı puanlardı.
AKP’nin NATO zirvesinde sergilediği performans, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği kozunu kullanması, dün “hayır” dediği şeye bugün onay vermesi, bize döneklik gibi gelse de AKP açısından oldukça normal ve hatta iyi bir şey.
Eski Türkiye’deki bir hükümet Madrid’deki NATO zirvesine katılsa hiçbir pazarlığa girmeden İsveç ve Finlandiya’nın haklı olup olmadığına bakar, kararını verirdi. AKP pragmatizminin farkı burada ortaya çıkıyor.
Bir hükümet, ülkesinin çıkarları gereği politika değişikliğine gidebilir, bugün düşman olduğuyla yarın dost olabilir. AKP’nin yaptığı ise Türkiye’nin çıkarlarından bağımsız olarak sırf kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi tehlikeye atmak pahasına bile olsa kendi politikasını uygulama cesareti ve becerisidir.
Her ne kadar anlayamasak da, eleştirsek de AKP’lilerin omurgasızlıklarını kendi çıkarları için kullanma becerilerini bir yerde takdir etmek gerek.
Erdoğan, önceki günkü 4’lü zirvedeki U dönüşüyle ve Biden ile görüşme gerçekleştirerek kendi iktidarını korumak adına çok önemli adımlar attı. İsveç ve Finlandiya’nın üyelik sürecinin 8 ay sürecek olması, AKP’nin seçimlerin hemen öncesindeki bir süreçte tekrar konuyu pazarlık malzemesi yapabileceği anlamına geliyor.
Bunun yanında önümüzdeki 8 ay AKP’nin Batı ile ilişkilerini belli bir istikrarda tutmak için önemli bir süreç. Bu süre içerisinde Rusya’nın başlattığı işgal harekatının süreceği de göz önüne alındığında AKP Rusya politikasını da serbestçe yürütebilecektir. Buradaki tek sorun, Rusya’yı baş düşman ilan eden yeni NATO konseptinin AKP’nin ayağına dolanma ihtimalidir. Ancak AKP’de bu kıvraklık varken bunu da bir şekilde aşabilirler.
Türkiye açısından en büyük kayıp ise PYD ve FETÖ’nün uluslararası bir mutabakat metninde terör örgütü olarak gösterilememesidir. Mutabakat metninin 4 ve 5. maddeleri, AKP’nin kendi çıkarları için Türkiye’nin çıkarlarını nasıl feda ettiğini ortaya koyuyor:
“- Müstakbel NATO Müttefikleri olarak Finlandiya ve İsveç, milli güvenliğine yönelik tüm tehditlere karşı Türkiye’ye tam destek verirler. Bu çerçevede, Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır. Türkiye de milli güvenliklerine yönelik tüm tehditlere karşı Finlandiya ve İsveç’e tam destek verir. Finlandiya ve İsveç terörizmi tüm biçim ve tezahürleriyle en kuvvetli şekilde reddeder ve kınar. Finlandiya ve İsveç, tüm terör örgütlerinin Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri saldırıları açık ve net biçimde kınar, Türkiye’yle ve mağdurların aileleriyle en derin dayanışma duygularını ifade eder.”
“- Finlandiya ve İsveç, PKK’nın yasaklanmış bir terör örgütü olduğunu teyit eder. Finlandiya ve İsveç, PKK ve diğer tüm terörist örgütlerin, bunların uzantılarının faaliyetleri ile iltisaklı kuruluşlar ve paravan örgütler içerisinde yer alan veya bu terör örgütleriyle bağlantısı bulunan şahısların faaliyetlerini engelleyeceklerini taahhüt eder. Türkiye, Finlandiya ve İsveç bu terör örgütlerinin faaliyetlerini engellemek amacıyla aralarındaki işbirliğini artırmaya karar vermişlerdir. Finlandiya ve İsveç, bu terör örgütlerinin emellerini reddeder.”
Türkiye’nin imzasının olduğu uluslararası bir mutabakatta yer alan bu iki madde, Türkiye’nin de PKK uzantısı PYD’yi ve FETÖ’yü terör örgütü olarak görmediğini teyit etmesi anlamına geliyor.
AKP’nin altına imza attığı mutabakata güvenen İsveç Dışişleri Bakanı Anne Linde, daha Erdoğan-Biden görüşmesi sürerken “Erdoğan’a boyun eğmedik” açıklaması yaptı. Linde, “Terör faaliyeti olduğu yönünde delil olmadıkça hiçbir iadeye razı olmayacağız” diyordu. Finlandiya ise iade konusunda “mahkemelerin işlerine karışmayacaklarının” altını çiziyordu.
Seçim yaklaştıkça Erdoğan’ın yapacağı açıklamaları şimdiden tahmin etmek hiç de zor değil. İsveç ve Finlandiya’nın sözünü tutmadıklarından dem vuracak, bol bol esip gürleyecek. Belki de o zaman geldiğinde yine bu iki ülkenin NATO üyeliklerini pazarlık konusu haline getirecek.
AKP iktidarının Türkiye’ye yaşattığı en büyük kayıp ise hiç kuşkusuz itibar kaybıdır. AKP iktidarı sayesinde Türkiye bir dediği bir dediğini, bir yaptığı bir yaptığını, bir söylediği bir söylediği tutmayan, karaktersiz, ilkesiz, politikasız bir ülke olarak görülmeye başladı. İşin kötüsü diğer ülkeler de artık AKP’yi çözmüş, ona göre politikalar üretip sadece AKP’nin ve Erdoğan’ın günlük çıkarlarına göre davranmaya başlamışlardır.
Daha önce gazeteci Deniz Yücel olayında da, Rahip Brunson olayında da gördük. Erdoğan çıkarı için ne Türkiye’nin itibarını, ne yargı bağımsızlığını düşünmeden hareket etmişti. Prens Salman’la görüşebilmek için yargıya müdahale etmişti. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin onay süreci de aynı şekilde ilerledi.
Bu tür hareketler ve pragmatist politikalar, AKP’nin günü kurtarması için yeterli olabilir ama uzun vadede Türkiye’nin itibarını, saygınlığını, güvenilirliğini yok etmektedir ki, uluslararası alanda Türkiye için en büyük sorunlardan biri bu olacaktır.
Bugün bir şekilde hem ABD’yi, hem NATO’yu, hem AB’yi, hem Rusya’yı idare edebiliyor ama bu politika bir yerde durumu kurtarmaya yetmeyecek ve belki de Türkiye bu güçlerin hepsiyle karşı karşıya gelmek durumunda kalacak.