İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesi, ulusalcılığı ve Atatürkçülüğü sindiremeyen bazı “muhaliflerin” aslında ne olduklarını anlamak açısından bir fırsat.
Örneğin İyi Parti Trabzon Milletvekili Yavuz Ağıralioğlu, cenaze töreninde siyasetçilerin sıraya girmesine tepki gösterenleri “cenazeye tahammülsüzlük göstermekle, bu toprakların mayasına ait olmamakla ve Türk Milleti’nin asaletine asla yakışmamakla” suçladı.
Türkiye’de zaten yüzlerce tarikat lideri var ve yaşanan onca tecrübeye rağmen devleti yönetenlerin tarikatlarla içli dışlı olmaya çalışmalarına, tarikatlardan icazet almalarına tepki gösterilmesinden daha doğal hiçbir şey olamaz. AKP-Cemaat arasındaki samimi ilişkinin yarattığı Türkiye tablosu ortada dururken, Cumhurbaşkanı’nın, bakanlarının ve muhalefet partilerinin tarikat-siyaset düzenini kabul etmelerine tepki göstermek doğal bir vatandaşlık görevidir.
İstedikleri “cenazeye tahammül gösterilmesi” değil. Ağıralioğlu’nun paylaşımlarını okuyan bir kişi birilerinin cenazeye karşı provokasyon hazırlığı içinde olduğunu, halkı kışkırtmaya çalıştığını düşünebilir ancak ortada böyle bir durum yok. İstedikleri “tahammül göstermemiz” değil, çok açık biçimde siyasetin tarikatlarla ilişkisini kabullenmemizi, bu durumu normal olarak görmemizi; İsmailağa’nın kadınları bile cenazeye katılmaktan men eden anlayışını içselleştirmemizi istiyorlar.
Madem bu kadar “tahammül”den yanalar, muhalif yurttaşların itirazlarına da “tahammül” göstersinler! Bunlar aslında bir tarikat şeyhinin cenazesi üzerinden Atatürkçülere saldırarak İslamcılarla barışmaya çalışan “kurnaz” tipler. “Abdülhamit de bizim Atatürk de bizim” diyen bir zihniyetten başka bir şey beklenemezdi.
Bir diğer örnek ise Sözcü yazarı Soner Yalçın. Yalçın, yazısında ABD Türkiye büyükelçisinin de Mormon tarikatı üyesi olduğunu, bu tarikatın da tıpkı İsmailağa gibi katı kurallarının olduğunu, ancak kimsenin tepki göstermediğini söyleyerek buna tepkisiz kalanların cenazedeki devlet-tarikat ilişkisine ses çıkarmalarını “elitist” bulduğunu söylüyor. Okuyan ABD devletinin Mormon cenazelerinde sıraya dizildiğini düşünebilir.
Yalçın, muhalefetin cenazeye katılan tarikat kitlesini kucaklayacak bir üslup geliştirmemesini, iktidara gelememenin sebebi olarak gösteriyor. Yalçın’a göre cenazeye katılanlar “Manav Ahmet, Kasap Mehmet, köylü Nurettin ve ev hanımı Zehra Teyze’ymiş”! Ve cenazeye katılan şeriatçı kitle de toplumun %75’ini gösteriyormuş.
“Zehra Teyze”nin katılmasının yasak olduğu, sıradan vatandaşın ilgi göstermediği, sadece şeriatçı örgütlerle sınırlı kalan bir cenaze törenine tepki gösterenleri, muhalefeti elitizmle suçlamak ancak yandaş bir kalemin işi olabilirdi. Yalçın’ın geçtiğimiz günlerde ekonomiyi sürekli kötüleyenleri eleştirdiği , “Erdoğan gitsin diye devleti çökertmeyin” dediği yazı düşünüldüğünde, Yalçın’ın da cenazeyi İslamcılarla ve elbette iktidarla helalleşmenin bir aracı olarak kullandığı açık.
Şunu da vurgulamak gerek. PKK yanlısı “2000’e Doğru” Dergisi’nde yöneticilik yapmış, siyaseti Doğu Perinçek’ten öğrenmiş Soner Yalçın’ın, Türk Milleti’nin %75’ini bu şekilde tanımlaması aslında kendisinin ne kadar elitist olduğunu gösteriyor. Şehirde yaşayıp toplu taşımaya sadece 1 defa binen bir kişi bile Yalçın’ın hayal ettiği gibi bir sosyoloji olmadığını; toplumun giderek laikleştiğini, İslamcıların bile bu dönüşümden etkilendiğini çok iyi biliyor.
Bu tepkiyi giyim kuşam üzerinden verilen bir tepki olarak görmek, devletin tarikatlara her türlü imkanı sağladığı bir düzene duyulan öfkeyi gizlemektir. Buradaki tepki, temelinde AKP eliyle kurulan, tarikatlar aracılığıyla örgütlenen eşitsiz ve adaletsiz düzenine duyulan doğal bir tepkidir.
Eskinin AKP’lisi şimdinin muhalifi Karar yazarı Yıldıray Oğur ise “İsmailağa’nın 150 yıldır orada olduğunu ve orada kalacağını devam edeceğini” söyleyerek tarikatlara tepki göstermenin “gericilik” olduğunu söylüyor.
Yazısını okuduğumuzda İsmailağa’nın dönem dönem kendi içinde şiddetli kavgalara giriştiğini ve bazılarının da Çarşamba’dan “hicret etmek” zorunda kaldığını kendisi söylüyor. Demek ki tarikatların varlığı sadece tarikat-devlet arası bir ilişki değil aynı zamanda tarikatların kendi içinde bir ilişki. Tıpkı şirketlerin büyümesi, küçülmesi ya da iflas etmesi gibi tarikatlar da siyasi-ticari varlıklar olarak aynı kaderi yaşayabiliyor.
Kaldı ki Oğur’un tarikatlara baskının sorumlusu olarak gördüğü “Kemalist devlet” bu tarikatları ortadan kaldırmamış. Şimdi ise İslamcı bir iktidarın kendi düşüncesinde olmayan tarikatlara neler yaptığını görecek çok fazla örnek var.
Oğur’un yazısında devletin “müdahaleciliğini” eleştirip, İsmailağa’nın çocuklarını okullara
göndermemesine “müdahale edilmesi” çağrısında bulunması ise çelişkisini gösteriyor. Devlet olmak zordur, devlet olaya gazeteci gibi bakamaz. Devlet bazen istemese de müdahale eder. Bu sadece “Kemalist” devlete özgü değil, devlete ilişkin bir durumdur. Bunun üzerinden bir eleştiri yapmanın amacı aslında devleti eleştirmek değil Kemalizm’le hesaplaşmak. Oğur’un amacı eski bir “Genç Sivil” olarak bir tarikat şeyhinin cenazesinde, Kemalizm’in cenaze namazını kılmak!
O’na kendi başlığıyla cevap verelim: Kemalizm de 100 senedir orada ve orada olmaya devam edecek!