Pazartesi günü, Türk Ocakları İstanbul Şubesi’nce düzenlenen “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu”na CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da davetliydi ve her ikisi de kürsüye çıkıp birer konuşma yaptı.
Bahçeli küplere binmiş. Ertesi gün yine o bilindik nefret dolu konuşmalarından birini yaptı. Ama iş bununla kalmadı. Türk Ocakları Genel Merkezi’nden, İstanbul Şubesi yönetim kurulunun görevden alındığı duyuruldu.
Sonradan, “aslında biz partiler üstüyüz” gibisinden bir açıklama yayınlandı. Türk Ocakları, Ülkü Ocakları gibi MHP’nin fiilî tahakkümünde değil. Ama bu görevden alma işinde Bahçeli’nin en azından dolaylı bir etkisi olduğu kesin.
MHP’nin problemi ilk etapta açık seçik bir kıskançlık. Her ne kadar Bahçeli, “bizim asıl yuvamız Ülkü Ocaklarıdır” dese de Türkçü akımları içinden çıkartmış bu köklü kurumun CHP Genel Başkanına ve CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına kürsü vermesi, milliyetçiliği tekelinde gören bir MHP için kesin bir prestij kaybıdır.
Biz Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” ifadesiyle kodladığı yönelime dair Türk Solu sayfalarında dile getirdiğimiz çeşitli eleştirilerin sonuna kadar arkasındayız, bu ayrı mesele. Ama Saray İttifakı’nın bunu iyi ya da kötü bir cephe genişletme olarak okuduğu da ortada.
Dahası, bu örnekte sözü edilen cumhuriyet düşmanı bir cemaat falan da değil. 100 yıllık CHP ile 110 yıllık Türk Ocaklarının ortak tarihi malum. Türk Ocakları, gerek Milli Mücadele’de, gerek cumhuriyetin kuruluşunda Ankara’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın yanındadır. Hatta vaktiyle CHP’ye kenetlenmiş, CHP ile bütünleşmiştir.
Kuşkusuz, bir yüz yıl çok şeyi değiştirir. Ama kökleri değiştiremez. Ve CHP’nin yeniden milliyetçiliğe, Atatürk’ün ulusçu ideolojisine sarılma ihtimali kadar bugün Saray’ı çıldırtacak bir ihtimal yok gibidir. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Kaftancıoğlu’nun İstanbul Türk Ocağı’ndaki etkinliğe katılmış olması elbette bu anlama gelmiyor. Ama sonuçta CHP ile Türk Ocağı’nın birlikte anılmasına yetiyor.
Bahçeli’nin somut gerekçe olarak paylaştığı iki konu ise, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında yer verdiği Marx’ın bir sözü ve Kaftancıoğlu’nun 2014’te attığı bir twit.
Bahçeli’nin “Harş Marks” diye dilinin döndüğü Marks alıntısında Türklüğün ve İslam dünyasının aleyhinde ne var, onu anlayamadık. Filozoflar dünyayı anlamaya çalıştılar ama asıl mesele onu değiştirmek… Eee? Bunda bir şey yok ki.
Kaftancıoğlu’na gelince… Her ne kadar, 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın 269 gün can çekiştikten sonra hayatını kaybetmesi üzerine –belli ki sinirlerine hâkim olamayarak– dile getirmiş olsa da o cümlenin savunulacak bir tarafı tabi ki yok. Ancak Kaftancıoğlu’nun meselesi böyle bir cümleyi sarf etmesi değil, muhalif olması. Bu ve benzer ifadeleri, daha beterlerini dile getirmiş çok sayıda AKP’li, hatta en başta AKP’nin Genel Başkanı Erdoğan var! Hem de öyle sinir harbiyle değil, doğrudan siyasi kazanç beklentisiyle…
Aslında Bahçeli’nin devlet ve millet düşmanlığı ile arası sanıldığı kadar kötü de değildir. Türk Ocakları’nda Kılıçdaroğlu değil de Apo’nun mektubu okunsaydı veya kardeşi Osman Öcalan bir konuşma yapsaydı şüphesiz Bahçeli ve MHP bu kadar içerlemeyecekti. TRT’den tecrübeliyiz.
Hatta belki Apo serbest kalsa ve Türk Ocağı İstanbul Şubesi’nde konuşsa, Devlet Bahçeli buna da pek içerlemeyecektir. Apo’yu ipten alan bizzat kendisi değil mi? Böyle bir ihtimalde çok çok, konuşmasını Ülkü Ocaklarında yapmadığı için belki Apo’ya gönül koyacaktır… Zira Apo’nun da Ülkücülükle arası sanıldığı kadar kötü değil. Ülkü Ocakları, Apo’nun ilk durağıydı.
Sonuç olarak Bahçeli ve MHP’nin önceliği ve hassasiyeti Türklük, vatan, millet aşkı falan değil. Bu konuda da önceki konularda olduğu gibi yine Saray’a göre, Saray için, Saray’dan ötürü tavır alıyorlar.