Depremin yarattığı yıkımın ağırlığı, zaman geçtikçe daha çok anlaşılıyor. Daha da acı bir şekilde anlaşılmaya devam edecek. Şu anda ben bu satırları yazarken açıklanan ölüm sayısı neredeyse 13 bin oldu bile. Ve enkazlar kaldırıldıkça, görünen o ki bu rakam katbekat artacak.
Tablonun bu derece ağırlaşmasının temel nedenini ilk günden beri yazıyoruz. Bunu deprem bölgesinde asıl acıyla yüzleşen halkın istisnasız bir şekilde sorduğu soruyla özetlemek mümkün: “Nerede bu devlet?”
Evet, ortaya çıkmıştır ki devlet; parti devleti, şahıs devleti yapılmış, refleksleri törpülenmiş, anında ve otomatik tepki verecek, müdahale edecek kurumların eli kolu bağlanmıştır. Kısacası devlet öldürülmüştür…
AKP’nin devleti öldürmekte kullandığı metotların başında gelenin; devleti ve kurumlarını tarikatlara, cemaatlere istila ettirmek olduğunu on yıllardır söylüyoruz. Eğitimden, sağlığa varana kadar, bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz her hayati alan, çok uzun zamandır bu yapılara ya da kendine tarikat ya da cemaat demese de iktidara yakın dinci vakıflara terk edilmiş halde. İlk önce FETÖ’ye açılan bu alan, son yıllarda diğer gruplara istila ettirilmiş durumda. AKP, adeta devleti, tarikat, cemaat ve vakıflarla ikame etmeye kalktı. Sonuçları ortada…
Ama bu “hayır hasenatla” uğraşma, Müslümanlara hizmet etme iddiasındaki dinci grupların biri bile, bugünkü felaket ortamında sahada değil. İşin daha da acayip yanı, bunların belki de en çok destek buldukları Kahramanmaraş, Adıyaman gibi illeri de içeren bu bölge için kıllarını dahi kıpırdatmamaları. Oysaki Afrika’nın en bilinmedik ülkesine kuyu açmaya, Asya’nın en ücra köşelerinde medrese kurmaya zaman, finans ve enerjiyi her zaman buldular. Demek ki bunlar için ihtiyaç sahibi Müslüman Türk olduktan sonra, isterse kendi temel destekçi kitlesi olsun yine de ilgiyi, hayır işlerinin ulaşmasını hak etmiyormuş!
Şeriatçıların halkımızı bu ilk ortada bırakışı değil ve bunlar kapatılmadıkça, insanımız bunlara haddini bildirmedikçe son da olmayacak.
Konunun bir diğer boyutu da bölgede etkili olan tarikatlarla, özellikle de Adıyaman merkezli Nakşibendî-Halidî Menzil Cemaati’yle ilgili. Menzil’in “şeyhleri”, “gavsları”, “kutupları” on yıllardır haklarında anlatılan fantastik keramet hikâyeleriyle meşhur. Keramet, tarikatların önde gelenlerinin yaptığı doğaüstü işlere verilen ad. Nakşibendî kaynaklarında sayılan keramet listelerinde neler yok ki?
Vakti zamanında, Kanlı Pazar katliamında Atatürkçü devrimci gençlerin öldürülmesini kışkırtmakla meşhur olmuş gerici Mehmet Şevket Eygi’nin yayımladığı “Veliler Başbuğu Şah-ı Nakşibend” adlı kitaptaki “kerametler” listesinin bir kısmını aktarayım:
“Diriyi öldürmek, ölüyü diriltmek…”
“Su üzerinde yürümek ve havada uçmak…”
“Rüzgâr estirip, esen rüzgârı dindirmek, soğuğu sıcak, sıcağı soğuk yapmak…”
“Az bir yemek ile çok askeri doyurmak ve meydanda hiçbir şey yokken yemek çıkarmak…”
“Bir anda halka yardım etmek, uzakta konuşulanları işitebilmek ve sözünü çok uzak yerlere duyurup dinletmek…”
Adıyaman Menzil şeyhleri için bunlardan çok daha uçuk keramet hikâyeleri de anlatılır. İnsanlar “mübarek” denilen teokratik feodallere kul köle edilir. Parası pulu alınır, malına mülküne el konur, ailesi bile elinden alınır… Ses dahi çıkarmaz, çıkaramaz!
Yıllarca halkı bu masallarla kandırdınız. Hadi buyurun varsa kerametiniz gösterin. Daha ne duruyorsunuz?
Deprem doğanın yarattığı büyük bir kriz… Ama doğrudan gerici iktidarın yaptıklarıyla büyük bir kırıma dönüştürülmüş halde. Ve bu acılığı ve katılığıyla da tüm maskeleri düşürüyor.
Ey Türk Milleti! Gözünü aç! Yıllardır hayır hasenat yapıyoruz diye, kerametlerimiz var diye seni kandıran bu manevi görünümlü maddi sömürü çetelerine haddini bildir!
Bu acıdan çıkaracağımız bir ders de bu tarikat-cemaat dersi olsun…