Depremin ardından “bunun çok büyük bir felaket olduğunu ve dünyada hiçbir ülkenin böylesi bir felakete yetişemeyeceğini” söyleyen AKP iktidarı, Şanlıurfa ve Adıyaman’daki sel için de “son 50 senenin en yoğun yağışının yaşandığı” propagandasına başladı bile.
Böyle düşünüldüğünde, “kader planı” diyerek işin içinden sıyrılmak son derece tutarlı bir davranış haline geliyor.
Şanlıurfa Belediye Başkanından milletvekillerine kadar iktidarın bürokratları, hesap vermek yerine yaşanan felaketin büyüklüğünü anlatmayı tercih ediyor.
Felaket çok büyük olduğunda, kayıplar da “doğal” hale geliyor; böylece hesap verme gereği de kalmamış oluyor.
Oysa tıpkı Kahramanmaraş depremlerinin yaratabileceği yıkımın çok büyük olacağı depremden önce söylenildiği gibi; Şanlıurfa’da da sel olabileceğine dair raporlar hazırlanmış ve uyarılar yapılmış. Ancak dikkate alınmamış.
Tedbir almak için felaketi bekleyen bir “kafanın” kocaman bir büyükşehir belediyesinde fazla suyu çekecek pompa bulamaması da gayet doğal. Deprem ülkesinde çadır bulunamaması gibi…
Yaşanan her felaket karşısında “kader” jokerine başvuran asıl “felaket”, işte bu zihniyettir!
Dünyanın her yerinde ülkeler, beklemedikleri boyutlarda büyük afetlerle karşılaşabilir.
Ancak AKP Türkiye’sini farklı kılan şey, afetlerde yaşanan ihmallerin üzerinin örtülmesi ve afetlerin iktidara yönelik bir “komplo” olarak görülmesi.
Kendisini sürekli “tehdit altında” gören bir iktidarın afette ilk yaptığı şey, insanlara yardım eli uzatmak yerine zevahiri kurtaracak bir görüntü kurgulamak ve bunu iktidar medyası üzerinden yaygınlaştırmak oluyor.
Kayıpların sebebini soranları “siyaset yapmakla” suçlayıp, “devletin ne kadar hızlı ve güçlü olduğunu” anlatarak AKP propagandası yapan bir kitle yaratıldı.
Bir “pompa” bile bulmaktan aciz AKP’lilerin kısa sürede örgütlenip sel bölgesine gelen Kılıçdaroğlu’nu protesto etmek için harekete geçmeleri aslında ne kadar aciz olduklarını gösteriyor.
Böyle bir acziyeti en net gördüğümüz yer ise deprem bölgesine yapılan yardımların açıklandığı bilgilendirme notları.
Kızılay’ın yayınladığı bültenlerin en tepesinde dağıtılan sıcak yemek, ekmek ve çorba adedi yer alıyor. En son yayınlanan bültene göre deprem bölgesinde “156.174.548 sıcak yemek, 15.755.192 çorba ve 162.470.908 adet ekmek” dağıtımı yapılmış.
Dağıtılan çorbayı ve ekmeği saymanın, dahası bunu ilan etmenin ne anlamı var?
Vatandaşa sıcak yemek ve ekmek vermeyi bir “hizmet” olarak göstermek ve asıl verilmesi gereken ama verilmeyen “temel hizmetleri” gizlemek.
Depremzedeye çadır veremeyen devlet, “yüz milyonlarca” gıda maddesi dağıttığı propagandasını yaparak “gücünü ispatlamanın” peşinde.
İktidara göre çorba, vatandaşa verilecek en büyük nimettir(!). Çorbasını içip ekmeğini yiyen afetzede, haline şükretmeli; dışarıdan bakanlar ise “devletiyle gurur duymalı ve alkışlamalıdır”.
Gerçekte yaşanan ise dağıttığı çorbayı ve ekmeği sayan bir iktidarın, devletin içini nasıl boşalttığının ve kurumlarını nasıl yok ettiğinin açığa çıkmasıdır.
Böyle bir ülkede yaşanan her felaket “musibet” değil, yaşanacak yeni felaketlerin habercisi olabilir.