Ulusların kendi geleceklerini belirleme başarıları ve bu uluslaşma aşamasına ulaşana değin yaptıkları savaşımlar, olağanüstü bir liderin hiç beklenmedik bir anda ortaya çıkışıyla gerçekleşmiştir. Bu liderler halklarını feodalizmin gerici egemenliğine karşı örgütleyerek bağımsızlık kazanmışlar, devrimler yapmışlar ve devletleşmişlerdir. Günümüzün güçlü ve sözü gecen tüm emperyalist devletleri düne baktığımızda bağımsızlık özlemi duyan halklardan oluşuyordu. Şimdi karşımızda ve içimizde büyüdükçe vahşileşen, gün geçtikçe doymayan bir iştahla saldıran geçmişin bu masum devletleri vardır. Sömürerek genişlemeyi, gelişemeyeni sömürerek yok etmeyi ilke edinmiş bu kapitalist devletler dünyada yeni bir “Kurtuluş Savaşları” dönemini başlatacaklarını bilmiyorlar mı?
Sözünü ettiğimiz bu acımasız devletlerin tarihinde de böylesine büyük liderlerin gölgesi vardır ve onlar, hiçbir gerekçeyle, iktidardan iktidara, kuşaktan kuşağa değişmeyen bir sevgiyle halkça anılırlar, devletçe korunurlar. ABD’de George Washington (aslında 7 kişidirler), Fransa’da Napolyon, Almanya’da Bismarck, Çin’de Mao, Rusya’da Lenin, Küba’da Castro gibi, vb. Lakin hiçbir liderin savaşımı Mustafa Kemal Paşa gibi zor ve ağır olmamıştır. Atatürk yıkılmış bir Anadolu’da, yenilmiş, yoksul bir halkın hamurundan çağdaş bir ulus/devlet yaratmayı tüm karşı duruşlara, dış güçlere, iç isyanlara ve gericilerin feodal dayatmalarına karşın başarmış bir liderdir. Tüm sorumluluğu kendisinde toplayarak, baştan sona kurtuluşu planlayarak, adım adım cumhuriyete yürümüştür. Kimliksiz, kişiliksiz, baş eğmeye ve ölmeye alışkın eğitimsiz halkının boynuna “Türk” kimliğini asmış, ona bağımsızlığını kazandırarak kişiliğini tanıtmış ve savaştığı devletlerin yanına oturtmuştur.
“Kurtuluşa İlk Adım” olarak adlandırdığım 16-19 Mayıs 1919 Samsun yolculuğu, sonu mutlulukla bitecek bir savaşın da başlangıcıdır. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve sonrasında gelişen özgürlük savaşımı uzun, siyasal ve toplumsal olumsuzlukların utkuya dönüşmesi sonucu eşi görülmemiş bir uluslaşmayla son bulmuştur. Atatürk’ün Nutuk’a Samsun’a çıkışıyla başlaması bu nedenle önemlidir. Mustafa Kemal o günleri şöyle anlatır;
“… 1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel vaziyet ve manzara: Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumi’de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumi’ye sevk edenler, kendihayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine; aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir vaziyete razı. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilaf devletleri, mütareke hükümlerine riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilayeti, Fransız’lar; Urfa, Maraş, Ayıntap İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri kıtaları; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurları ve özel adamları faaliyette. Nihayet, söze başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin rızasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor. ”
Utanmadan soruyorlar! Hiçbir karşılık görmeden sormayı da sürdürüyorlar; çünkü arkaları sağlam, arkaları dinci ve gerici Atatürk düşmanlarıyla sağlama alınmış! Diyorlar ki; Atatürk Samsun’a çıkmasaydı ne olurdu?
Gerici güruh yanıt veriyor: Vahdettin bir başkasını bulurdu gönderecek… Paşası çoktu, payitahtını kurtaracak biri çıkardı diyorlar.
Atatürk’ün başarısını küçümseyen ikinci cumhuriyetçiler, siyasal dinciler, Osmanlı yanlıları, liberal ulus/devlet düşmanı aydınlar soruyorlar: Atatürk olmasaydı ne olurdu? Yazıklar olsun sizlere! Söyleyeyim; senin adın Yorgo, ananın adı Eleni olurdu. Ne dilin ne inandığın dinin kalırdı.
Ekleyeyim; Türk kimliği ve Türk devleti olmazdı ve Anadolu’da binlerce yıl var olan Türklük küçük bir azınlığa dönüşürdü. İç Anadolu bozkırlarında koyun gibi otlardın!
Ulus/devletten yakınanlar, yaşam standartlarını küresel sermayenin getirisiyle yüceleştirenler, Arap kültürünü Türklüğe önceleyenler, din köleliğini özgürlük sananlar 19 Mayıs’ın değerini bilemezler. Kan dökerek kazanılan bağımsızlıkla, kul/devlet olmak arasındaki ayrımı ceplerine giren para ile ölçenlerdir onlar.
AKP’nin ve dinci yandaşlarının 22 yıldır dayattığı Vahdettin’in vatanseverliği Atatürk’ün büyüklüğünü az çok bilenlerin yüreğini sızlatır. Türkiye’de yandaş/dinci yazarlar Atatürk ile Vahdettin arasında bir sorun olmadığını ve Samsun’a gönderilmesini özellikle padişahın istediğini yazıp çizerler. Atatürk’ü Samsun’a kimler, neden gönderdi sorusunu araştıranlar nedense dincilerin bu algısını bir türlü temizleyemezler! 19 Mayıs’ı ve kurtuluşu kendi başarıları sayan Osmanlı hayranlarının seyrine kısaca bir bakalım.
Padişah ve Halife Vahdettin’in, “Mustafa Kemal’i Samsun’a kabine gönderdi, ben imzaladım” demesini görmezden gelerek onun başarısına sarayı ortak etmek isteyenler, “Atatürk’ü, milli kuvvet hazırlaması için Vahdettin Anadolu’ya gönderdi” iddiasını bıkmadan ve umutla bir teşbih gibi çekilip duruyorlar. Vahdettin’in içinden ve soyundan gelen Atatürk ve Türk düşmanlığını kimse gizlemeye ve örtmeye kalkmasın; Osmanlı tarihini araştıranlar Devlet-i Aliyye’de Türklük politikasının kökenini ve Anadolu halkına ne gözle bakıldığı bilirler.
“Kaderimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bıraktım. İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım Savaşı’nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım” sözleri, aslında bu tartışmaları bitirecek kesinliktedir. Nitekim saltanat savunucuların elinde, mehterle girip ganimetle çıktıkları fetihlerinden başka gurur duydukları ve savunacakları başka bir başarı bulunmamaktadır. Yüz yıldır diri tutmaya çalıştıkları “saltanat ve halifelik” kutsallığı günümüzün “Sünni/Siyaset” ortamında göz önünde tutulması doğaldır. Bu algıdan da kurtulmanın yolu mutlaka vardır!
Neden Atatürk?
İngilizler ulusal direnişin yükseldiği Batı Karadeniz bölgesinde direnişi kırmak için Samsun’a (9 Mart 1919) 200 kişilik bir birlik çıkardılar. “Samsun’da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını” iddia ediyorlardı. İngilizlerin asker göndermesi yerel direnişi körükledi. İngilizler Osmanlı Harbiye Nazırlığına bir nota verdi. Amiral Calthorpe, Padişah Vahdettin’den “Karadeniz’deki karışıklıkların bastırılmasını” için önlem alınmasını istedi. İngilizlerin bu isteğini gerçekleştirecek, Anadolu’da başlayan direnişe son verecek güçlü bir komutan bulmalıydı. Damat Ferit, Mustafa Kemal Paşa üzerinde karar kıldı. Vahdettin bu kararı onaylamak zorunda bırakıldı. Hükümet, payitahtı koruyacak paşa olarak gördüğü Mustafa Kemal’e yetki vermekten çekinmedi.
Bölgede asayişi sağlayacak, halkın ve milislerin ellerindeki silahları toplayacak, gerekirse toplantıları ve sivil ve askeri toplanmaları önleyecek geniş yetkileri vardı. Bilinmesi gereken gerçek; Vahdettin, MustafaKemal’i seçerek ve isteyerek, kendi saltanatının kurtarılması için Samsuna göndermiş değildir.
Usumuza gelen bir başka soru da Mustafa Kemal Paşa’nın neden Samsun’a gönderildiğidir. Ege’ye ya da İç Anadolu’ya gönderilebilirdi. Bu bile Padişah Vahdettin’in ve Damat Ferit hükümetinin zorda kalarak İngilizlerin isteği ile Samsun’a bir paşa gönderdiğini kanıtlamaktadır.
Ancak “Neden Atatürk?” diye sorabiliriz; başka paşa mı yoktu! Mustafa Kemal Paşa’nın gizlice Anadolu’ya geçmek isteğini ve bu konu üzerinde güvendiği arkadaşlarıyla kurtuluş planları yaptığını çok az kişi biliyordu. Çevresini ve kendisi gibi düşünen devlet ve asker dostlarını araya sokarak hükümetin dikkatini çekmiş, göz önünde olan başarıları tartışılmaz bir paşaydı. İstanbul’da kaldığı aylarda önce Savaş Bakanı Şakir Paşa’ya, Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa’ya ve sonunda Sadrazam Damat Ferit’e ulaşmanın yollarını denemiş ve bulmuştu. Sadrazam Damat Ferit, kendisini yakından soruşturmuş ve arkadaşı Fevzi Paşa da hükümete, Mustafa Kemal’in bu işi başaracağına duyduğu güveni bildirmişti. Paşa aylar önce Fevzi Paşa ve Cevat Paşa ile Anadolu’da başlatacağı direniş konusunda anlaşmıştı.
‘Paşa, Paşa! Devleti kurtarabilirsin’
Samsun’a doğru yola çıkmadan önce yani, 15 Mayıs günü Vahdettin kendisini çağırdı. Yapması gerekenleri anlattı. Padişah, Mustafa Kemal’i uğurlarken “Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin!” diyecek denli aciz bir durumdaydı. Vahdettin’in kişiliğini cilalayanlar bu sözleri, Atatürk’ü devleti kurtarması için Samsun’a Vahdettin gönderdi iddialarına dayanak yaparlar. Aslında kurtarılmak istenen vatan değil saray devletiydi, yani kendi saltanatıydı!
Atatürk, Samsun’a gidiş yetkilerini cebine koyduğu günkü sevincini 1926’da Falih Rıfkı Atay’a şu sözlerle anlatmıştır: “Tarih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum tarif edemem. Bakanlıktan çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim.”
Kurtuluşa ilk adım
Zaman ve koşullar Mustafa Kemal’den yana döndüğünde, saltanat umutları söndüğünde, Türk halkı 19 Mayıs 1919’da başlayan, 1923 yılında bağımsızlıkla noktalanan savaşı kazandığında ve saltanatı kaldıran yasanın TBMM’deki saltanatçıların seslerini kesildiğinde, Vahdettin İngilizlerin kucağında İstanbul’dan ayrıldı. Hâlâ Halife idi ve bu durumdan İngilizler pay çıkartmak istiyordu. O da olmadı. Mustafa Kemal Paşa devrimciliğini pekiştiren bir kararla Halifeliği de kaldırınca, ülkedeki dincilerle birlikte Vahdettin de çıplak kaldı. İngilizler işe yaramayan bu adamı bir köşeye attılar! Ulusal savaşın başlamasına katkı yaptığı iddia edilen, yere göğe sığdırılamayan Vahdettin, Mustafa Kemal’in üzerine asker göndermiş, askerlikten atmış, suikast düzenlemiş, idama mahkûm etmiş bir haindi. Onu vatansever olarak düşünen hastalıklı beyinlere gelince…
Onlar da ulusal birliğin, cumhuriyetin ve devrimlerin gerçek düşmanlarıdır. Aramızda, yanımızda, sokağımızdadırlar… Biliyoruz ve inanıyoruz; Atatürk’ü kurucu ve kurtarıcı bilenlerin gerçek dostları yine gerçek Kemalistlerdir. Laik, devrimci ve bağımsızlık için savaşım verenler için her daim Atatürk bir liderdir ve Türkiye Cumhuriyetinin önderi konumundadır. Günümüzün devrimci gençliği ve gelecekteki ulusalcı kuşaklar, 19 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal’in Samsun’da başlattığı “ilk kurtuluş adımını” belleklerinde tutacaklar ve gereğinde yine böyle bir adımı günü geldiğinde atacaklardır.
Çağdaş, demokratik ve laik Türk Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu 19 Mayıs ve sonrasında kazanılan başarıların, utkuların ve beraberinde gelen acıların, ölümlerin, felaketlerin sonucunda gerçekleşmiştir. Gençliğe armağan edilen cumhuriyet bugün dinci saldırıların ortasında kalsa da, laikliğin ve adaletin sonu gelse de, Atatürk ve devrimleri yara alsa da, biz ulus/devletçiler pişmanlık duyarak yaşasak da siz gençler, devrimci, solcu ve Atatürkçü direnişinizle bu saltanatı yıkacaksınız. Gerekiyorsa bir 19 Mayıs ve sonunda gelecek demokratik bir devrim Türk halkını mutluluğa götürecek ve özgürlüğüne kavuşturacaktır. 19 Mayıs, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.