Özgür Özel’in Arapça çıkışı gerçekte neyi işaret ediyor?
Bazen kuyuya bir taş atılır, çıkartması kırk kişinin kırk yılına mal olur. Özgür Özel’in Arapça çıkışı da bu cinsten. Elbette Türkiye’deki Arapça ve Araplaşma meselesi Özel’in açıklamasıyla başlamış değil ama bu son çıkışın, sorunun unutulmayacak kilometre taşlarından biri olarak siyasî tarihimize geçeceği kesin. Kendisi ne dediğinin ve bunun sonuçlarının ne olacağının ne kadar farkındadır bilemeyiz (farkındaysa daha da kötü) fakat söyledikleri şöyleydi:
“Arapça tabelayı tek başına gidip yırtıp sökerseniz bir, diğer yabancı diller var tartışması gelir. İki, böyle bir eşleme yapmak doğru değil ama insanların bilinçaltında Arapça, Kur’an-ı Kerim’in yazıldığı okunduğu dildir. O belediye başkanının onu yırtması, vatandaşın bilinçaltında bir yara oluşturabilir. Üçüncüsü, o tabelada ne yazdığına da bakmak lazım. Ana dilinde yazması, bir insanın aldığı hizmeti kolaylaştıran bir şeyse bu bir haktır.”
Karşımızda neresinden tutsak elimizde kalan bir yaklaşım var. Özel, fikrini üç madde olarak özetlemiş ve üçü de son derece sorunlu.
Birincisi; Arapça tabelaların kaldırılması, diğer yabancı dillerdeki tabelaların Arapçaya karşı çıkanların gözünde meşru olduğu anlamına neden gelsin? Ben ve benim gibi düşünenler açısından Arapça kadar İngilizce başta olmak üzere diğer yabancı dilli tabelaların caddelerimizi, sokaklarımızı istila etmesi de karşı çıkılması şart olan bir tehlike. Ayrıca istila edilen sadece tabelalar da değil. Ama Özel’in Arapça üzerinde durmasının açık bir nedeni var: Türkiye’ye akın etmiş olan büyük çoğunluğu Suriyeli Arap kitlenin Türkiye’de kendini Türk olarak tanımlayan herkeste artık tedirginlik ve rahatsızlık yaratması ve Özel’in bu noktada tercihini Türk tarafında yapmaması. Arapça tabelalara tepki aslında Araplaşmaya tepkinin yansıması. Özel’in karşı çıkışı da acı ama gerçek, bu Türk refleksini hedef alıyor.
Yani Özel, belki de kendisinin öneminin altını çizdiği “bilinçaltı”nın etkisiyle Türk karşıtı bir tavır aldı. Ama bu tavrın bile bir faydası var: Türk’ün ve Türkçenin halihazırdaki konumunun, bir var olma kavgasının başlangıç noktası olduğuna işaret etmiş oldu. Ancak bu “bilinçdışı” katkısının dışında, kendine ait tüm argümanları hatalı…
Dil ve millet
Dil, milletin tek başına yaratıcısı değil. Fakat milletin mayasını oluşturan etkenlerin belki de en önemlisi. Çünkü ortak kaderi ve ulus olma bilincini insanlara aşılayan, topluluğu ulus yapan millî bilinç, her şeyden önce dil aracılığıyla insanlara taşınır. Milletin fertleri dil ile düşünür, yaşar, sever, kızar, çocuğunu sever, kavga eder vs…
Dil, milletin bir ürünü olduğu kadar bu anlamda millet de dilin bir ürünüdür diyebiliriz. Bu dil-millet ikilisine devleti de eklemek doğru olacaktır. Millet, dil ve devlet; tarihsel süreç içinde birbirlerini var eder, etkiler, geliştirir ve yaşatır. Bu nedenle Türkçenin; Arapçanın, İngilizcenin ya da bir başka yabancı dilin saldırısı altında kalması, Türk milletinin ve devletinin tehdit altında olması demektir.
Bu nedenle Türkçeyi savunmak için atılan adımların tümü de doğal, zorunlu ve doğrudur. Türk milleti varlığını korumak istiyorsa elbette Türkçeye sahip çıkacaktır, onun toplumsal alandan adım adım ama bilinçli ve planlı bir şekilde sürgün edilmesine izin vermeyecektir. Şunu da belirtelim ki Türkler tepkilerinde tarihte olduğu gibi bugün de son derece makul. Kimse Arapça ya da başka bir dil konuştuğu için dışlanmış değil. Türkçe ve Türkler sadece kendini korumaya çalışıyor, hem de tamamen barışçı bir tarzda…
Ayrıca bu, sadece Türklere özgü bir refleks de değil. Yalnız Türklere özgü olan kısmı hoşgörü ve yumuşaklık… Dileyenler Şam’da, Bağdat’ta tamamen Türkçe tabelaların egemenliğinde bir mahalle kurmayı filan deneyebilir, tabii sonuçlarını göze almak kaydıyla…
Arapça kutsal mı?
Arapça tartışmasının en kritik ve aynı zamanda en çok istismara açık olan kısmı, Arapçaya kutsallık atfedilmesi. Kökende İslamcılara ait olmasına rağmen son tartışmada gördüğümüz gibi aynı atıf, Özgür Özel’in sözlerinde de var. Gerçi her ne kadar bunun doğru bir eşleştirme olmadığını ve aslında bilinçaltı bir algı olduğunu söylese de bu yanlış ve bilinçaltı “kutsallık” onun açısından belirleyici bulunduktan sonra bir şey fark etmiyor. Özel, siyasetini buna göre belirliyor. Bize de bunu dayatmaya çalışıyor.
Bir an için Arapçanın Özel’in sözlerindeki gibi “Kur’an dili” ve “kutsal” olduğunu kabul edelim. Böyle bir durumda dahi bir laik, sosyal demokrat parti liderinin bu çıkışı gene de çok tuhaf geliyor insana. Düşünün, Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD liderinin “Latince İncil dilidir, hiç değilse bilinçaltında öyledir,” gibi bir çıkış yapması normal karşılanır mıydı? Luther’in mezarında ters dönen kemiklerini de bir kenara bırakalım tabii…
Aslında bu çok daha geniş bir dil, din, kültür, laiklik, çağdaşlaşma, uluslaşma tartışmasının parçası ama yine de şunu belirtelim: Arapçanın diğer dillerden kutsallık anlamında herhangi bir üstünlüğü yok. Arapça, Kur’an dili de değil. Hz. Muhammed, Arap toplumuna peygamber olarak geldiği için doğal olarak Kur’an, Arapça olarak gelmişti. Hepsi bu… Ama kutsal olanın şekil yani dil değil anlam olduğu birçok din bilgininin de gönül rahatlığıyla kabul ettiği bir gerçek. Arapça, kutsal bir dil olsaydı herhalde günlük hayatta Araplar kavga ederken birbiriyle Arapça küfürleşmez, günah işleyen bir Arap bunu Arapça yapmaz ya da Arapçayla kötü bir iş bile tasarlanamazdı. Fazla örnek vermek istemiyorum, Özgür Bey’in bilinçaltı rencide olabilir!
Kısacası Arapçanın kutsallığı tam bir palavradan, Arapçayı veya hiç olmazsa, anlamasa da Arapça bir yazıyı okuyabilen Orta Çağ’ın dinî feodallerinin ayrıcalıklarını, sömürülerini garanti altına almak için uydurdukları kuyruklu bir yalandan ibaret.
Harf ve dil devrimlerinin anlamı: Türk milletini, Türkçeyi ve dini baskıdan kurtarmak
Harf ve dil devrimlerin anlamı tam da buradadır. Arapça ve onun yanında az çok Farsçanın, bunların da ötesinde Arap alfabesinin temel fonksiyonu, bunları az ya da çok anlayan, kullanabilen dar bir medrese ve tekke ehlinin topluma hâkimiyetini sağlamaktı. Bu dil ve harfler, sadece üstün kişilerin vâkıf olduğu, toplumun geri kalanının anlamasa da kutsallık sanısıyla boyun eğdiği bir feodal egemenliğin aracıdır. Maalesef sosyal demokrat Özgür Bey’in argümanının kökeninde feodal bir yaklaşım var.
Türkçenin bu baskıdan kurtarılması, bu egemenlerin yüzyıllardır tıkırında giden işlerini bozmuştu. Böylece Türkiye’nin, Türkçeden başka dil bilmeyen geniş kitleleri kendi dilleriyle, kendi harfleriyle okumaya başladı. Buna Kur’an’ın anlamına Türkçe ulaşılmasını sağlayan Atatürk’ün yönlendirdiği Kur’an çevirisi faaliyeti de eklenince din de dini meslek haline getirmişlerin tekelinden ve baskısından kurtulmuş oldu.
Şimdi yeniden Arapçayı Kur’an dili ilan etmek, Arapçaya bir kutsallık kondurmaya kalkmak Türkiye’nin sadece ulusal yapısına değil, laiklik ve çağdaşlaşma kavgamıza da vurulmuş bir darbedir. Bu yanlışlarla mücadele etmesini bekleyeceğimiz CHP liderinin bu tam ters tavrı alması ise en hafif ifadeyle müthiş bir hatadır.
‘Ana dili Arapça olanlar’ mı?
Özgür Özel’in sözlerinin üçüncü kısmı yani ana dili Arapça olan Türk vatandaşları konusunda söylediklerinin de üzerinde önemle durmak gerekli. Ayrıca Özel, “Bazı siyasiler Arap kelimesini küfür gibi kullanıyorlar, ana dili Arapça olan 6 milyon vatandaşımız var bizim” diye bir iddiada da bulundu. Öncelikle kimsenin Arap kelimesini hakaret olarak kullandığı yok. Bu tamamen Özel’in kurgusu. Daha da vahimi ise Türkiye’de ana dili Arapça olan 6 milyon nüfus olduğunu iddia etmesi. Çünkü bu rakam da gerçek değil.
Evet, Türkiye’de Arapça konuşan Türk vatandaşları var. Ama bunlar için de Arapça, aslında Türkçenin yanı sıra konuşulan ikinci dil konumunda. İşin daha da önemli bir kısmı ise şu: Bu insanlarımızın ulusal kimlik olarak Türklük dışında bir tercihleri yok. Bunun da ötesinde Türkiye’ye yönelik Suriyeli Arap göçünden çok rahatsızlık duyan bir kesim oldukları da bir gerçek.
Peki, öyleyse Özgür Özel bu kesim adına konuşmadıysa kimler adına konuştu? Elbette, Türkiye’ye gelmiş ve gitmeye de pek niyeti olmayan Araplar adına! Tabii bunu böyle söyleyemediği için aslında hiç de böyle talepleri ve kaygıları olmayan insanları buna alet etti. Siyaseten kıvrak, etik açıdan son derece kötü bir hamle…
Ve tabii son derece tehlikeli de.
Türkiye’yi bekleyen iki tehlike: Araplaşma ve Arap bölücülüğü
Tehlikenin ilk kısmı Araplaşma ve Türk diliyle Türklüğün bunun baskısı altında kalması. Tabii bunun yan ürünü de İslamcılığın, feodal dinciliğin yükselmesi. Fakat bunun yanı sıra bir de müstakbel Arap bölücülüğü tehdidi var.
Zaman zaman Suriyeli Arapların nüfusunun çok arttığını ve Türkiye’de siyasî parti kurma ihtimallerinin bulunduğunu dile getirenler oluyor. Evet, doğru bir tahlil ama eksik ve gerçeğin üstünü ciddi şekilde örtecek şekilde yarım bırakılmış halde. Birincisi, bu artan Suriyeli Arap nüfusun parti kurabilmesi için Türk vatandaşı olmaları gerek. Ne kadarının vatandaş yapıldığını ya da yapılacağını bilmiyoruz. Ama vatandaş olmadan yapılabilecek şeyler de var. Mesela Suriyelilerin bir Arap bölücülüğü başlatması için yasal süreçleri tamamlamalarına gerek yok. Dahası bölücü bir terör örgütü kurmak için de. Zaten halihazırda Hatay’ı Türkiye’den ayırıp Suriye’ye bağlamayı amaç edinmiş Esad istihbaratı destekli gruplar yok değil.
Şimdi tehdit bu kadar büyük ve yüksek ihtimalliyken tutup bunu besleyecek bir zeminde tavır almak Türkiye’ye yapılabilecek çok büyük bir kötülüktür. Bu yola bir şekilde, bilinç ya da “bilinçaltı” düzeyinden giren herkes acilen vazgeçmeli.
Son olarak şunun tekrar altını çizelim:
Kimsenin durduk yere Arapçayla, Arapça tabelalarla sorunu ortaya çıkmadı. Türk milleti bu alanda açık bir tehlike ve tehdit hissetti. Kendi varlığını korumak için öyle ya da böyle harekete geçti. İşin daha da önemli bir yanı bu harekete geçen aktörlerin önemli bir kısmının, CHP tabanının da etkisiyle bir şeyler yapan CHP’li yerel yöneticiler olduğudur. En tepeden bir direniş gelse de tabanın baskısı ağır basacaktır.