Başrolünde Hazal Kaya’nın oynadığı “Pera Palas’ta Gece Yarısı” adlı dizi birkaç gündür tartışılıyor. Özellikle Ahmet Hakan adlı twitter kullanıcısının (Bir gazetede yazıyor olması gazeteci olduğu anlamına gelmez) Hazal Kaya’ya yönelik nefret dolu söylemleri ile dizi daha da gündeme oturdu.
Arkadaşlarım Okan İşbecer ve Ozan Pekgöz, konu ile ilgili çok güzel yazılar yazdılar. Ben Ozan’ın kaldığı yerden devam etmek istiyorum.
Ozan’ın yazısındaki Çocuk Esirgeme Kurumu değerlendirmesini de çok beğendiğimi söylemeliyim. Esra bu ülkedeki öksüz ve yetim çocukların, Atatürk’e “baba”, “Ata” diyerek sarılan çocukların simgesi.
Evet belli çevrelerdeki, Hazal Kaya’ya ve diziye yönelik nefretin en önemli nedenlerinden biri dizide işlenen bu yoğun Atatürk sevgisi…
Ama sadece bu olsaydı “beğenmedik” der geçerlerdi. Ya da hakkında konuşmazlardı, gündeme getirmezlerdi. Ama öyle olmadı.
Dizinin 6. Bölümü bence çok vurucu. Esra, yaralanan Halit’i kurtarmak için antibiyotik bulmak ümidiyle 1942 yılına yolculuk yapar. Gittiği 1942, paralel tarihte, Atatürk tarafından kurtarılmamış, Kurtuluş Savaşı başlatılmamış bir Türkiye tablosunu gösterir. Sevr yırtıp atılmamıştır ve ülke hâlâ İngiliz işgali altındadır. Her tarafta İngilizce tabelalar, pankartlar vardır. İstanbul bir İngiliz subayının kurduğu faşist bir diktatörlük tarafından yönetilmektedir. Hitler Almanya’sını anımsatan karanlık bir ortam vardır.
Peki ne yoktur?
Türkler ve Türklük…
Esra Türkçe konuşmaya başladığı anda gözaltına atılıp nezarete atılır. İlk kez Türkçe konuşan birini orada görür. Onun gibi gözaltına alınmış olan genç kız, garip kılıklı ve her şeyden habersiz tavrını görünce şöyle der:
“Bu karakol bizim gibi Türk direnişçilerle doludur. Sen nerden geldin? Bir avuç Türk kaldık burada hepimiz tanırız birbirimizi, hiçbir şeyden haberin yok, ajan mısın nesin sen? Bu devirde bir Türk direnişçi değilse, ajandır!”
Filmin koptuğu yer de burasıdır bence.
İzlediğimde dizi ile ilgili iki düşüncem oldu. Ya dedim sessiz kalınacak yokmuş gibi davranılacak ya da birileri “çıngar” çıkaracak; ya oyunculukları beğenmeyecekler ya kurgu hoşlarına gitmeyecek ya birkaç tarihi hata tespit edip onun üzerinden gidecekler vs… Ama asıl sıkıntının özellikle bu bölüm olduğunu adım gibi biliyordum.
“Atatürk olmasaydı ne olurdu”nun cevabını görmek rahatsız edecekti birilerini…
Daha da fenası bir Türk’ün her durumda direneceğini hatırlamak ve anlamak…
Bu topraklardan asla silinemeyeceği gerçeği ile yüzleşmek…
Dikkat ederseniz “Atatürkçü” geçinen, ama Türklükle ve aslında Atatürk’le sorunu olan çevreler de sessiz kaldılar. “Ezilen bir azınlık” profili çizilseydi yerlere göklere sığdıramayacak kesimler de öyle…
Özetle, Hazal Kaya’nın oyunculuğu “bahane” nedendir. Hani tarih derslerinde vardır ya, “gerçek nedenler, bahane nedenler” ayrımı. Bu da öyle bir durum.
Hazal Kaya bahane neden,
Atatürk sevgisi ve Türklük vurgusu gerçek neden…
Oyunculuk bahane neden, Hazal Kaya’nın muhalif kimliği gerçek neden!