Mevzu siyaset olduğunda çoğu zaman önümüze çıkarılan haberler ve birinci ağızdan yapılan açıklamalar saf bilgi olmaktan çok propagandaya dönüşmekte ve kitleleri yönetme aracı halini almaktadır. Siyaset bilimi alanında ve iletişim fakültelerinde bu konunun tartışmaları süredursun, daha bağımsız düşünebilen ve satır aralarındaki detayları yakalayabilenler bu tür yayınlara her zaman şüpheyle yaklaşmakta ve kendi filtrelerinden geçirmektedirler. Müteahhit veya piyangocuların patronajındaki besleme basın ise doğal olarak rejimin sözde kazanımlarını halka pazarlamaya, yalanlarla onları zehirlemeye ve yine Batı’nın yer yer övgü dolu davetkâr söylemleriyle halkı narkozlamaya devam edecektir. Fakat birbirinden kıymetli yazarlarıyla TÜRK SOLU ve yine bağımsız çizgisini hiç bozmadan halkına karşı sorumluluğu yerine getirme çabasındaki diğer milli çevreler bu narkoz ve zehir sağanağının altında çekilen operasyonları anlatmaktan yılmayacaklardır. Sonuçta rejimin kuklaları beton üretimini göklere çıkarmaya, bizler fikir üretmeye azimliyiz. Betonun ömrü belirlidir oysa fikirler yaşar ve zaman değiştiğinde yenilerini inkişaf ederler.
…
Toplumu manipüle ederek siyasi rant elde etmenin çeşitli yöntemleri mevcuttur. Besleme basın ve eş güdümlü eylem halindeki sosyal medya trolleri, “reklamın kötüsü olmaz” mantığıyla her fırsatı değerlendirmektedir.
Dış basına parayla yaptırılan olumlu haberler ve imaj düzeltmeye matuf reklamlar kadar olumsuz gelişmeler de işlevseldir. Jerusalem Post‘un servis ettiği Türkiye raporu haberi bu açıdan tipik bir örnek sayılabilir. Habere göre İsrail hükümetine strateji raporları sunan Nagel Komitesi adlı kuruluş son raporunda Türkiye ile İsrail’in yakın gelecekte çatışma ihtimalinin olduğunu ve ona göre hazırlık yapılması gerektiğini ifade ediyor. İşte bu tip haberler Türkiye’deki rejim aygıtlarının radarına giren kullanışlı haberlerdir. Çünkü buradaki tehdit algısı kendi tezlerini desteklemekte ve rejimin halk nezdindeki meşruiyetini perçinlemektedir. Fakat yeri gelmişken şunu da ifade etmeliyim ki, Siyonist saldırgan çete müsterih olsun öyle bir savaş olmayacak. Şayet Türkiye’de bir iktidar değişimi olur da milli bir hükümet kurulabilirse böyle bir risk o vakit hâsıl olur. Teolojik ve ideolojik saplantılarla değil reel politik pencereden bakıldığında durumun tespiti bu şekildedir. Pek tabii bu satırların yazarı Musevi bir yurttaşınız da olabilirdi ancak her koşulda ulusal çıkarların öncelendiği politikalar esastır.
Bazen de negatiflik üzerinden değil doğrudan pozitif görümlü bir gelişme üzerinden algı yönetimi yapılır. ABD başkanlarının demeçlerinin içerikten bağımsız olarak sadece birkaç cümlesi üzerinden yapılan çalışmalar bu sınıfa girer. Yalnız burada ulusal çıkarlar yönüyle değerlendirmeye tabi tutulduğunda mesajların özüne odaklanmak gerek. Çünkü övgüden ziyade vazife; “sen benim adamımsın!” gibi kovboyvari bir yaklaşım, daha doğrusu rahatsız edici bir sahipleniş var. Trump ile zirve yapan “istediğimi vura kıra alırım” diye özetlenebilicek bu nobran tarz, baba-oğul Bush dönemlerini ve bizatihi Hollywood kovboyluğundan terfi eden Ronald Reagan’ı hatırladığımızda son kırk yılda Amerikan Cumhuriyetçilerinin üzerine yapışmış gibi duruyor.
Bu örnek bağlamında son derece samimiyetsiz yürüyen yeni açılım sürecini de ele almak gerekir. Halen ülkü ocakları bağlantılı kişilerin SMO saflarında savaştığı bir ortamda hiç kimse Suriye’deki gelişmelerden bağımsız bir çözüm formülünden söz edemez. Bölücü örgüt ve paydaşları da kuşkusuz bunların farkında. Buna rağmen hâlihazırda cezaevinde 25 yılını doldurmuş, bölücü başı bile olsa bazı yasal haklar kazanmış Abdullah Öcalan’ın ağzından taktik bir adım olarak Nevruz öncesinde “silahları bırakma kararı” almaları da olasıdır. Şayet bu olasılık gerçekleşirse hükümet medyası ve troller bunu da bir başarı olarak kullanacaklardır kuşkusuz ama bir süre sonra süreç tıklandığında Batı’daki sözde müttefiklerimizden gelecek iğneleyici mesajları ve kovboy Trump’un yapacağı tahkir edici paylaşımları da hayal edebiliyorum.
Trump-Musk ikilisi neyin peşinde?
Modern çağın kovboyu Trump ve en büyük destekçisi Elon Musk‘un diğer ülke liderleriyle kurdukları iletişim metotlarına yönelik elimizde bir şablon oluştu. Orta Doğu’da İsrail’i merkeze alan bu şablonda özellikle son zamanlarda müttefik diğer ülkelere karşı oldukça kaba ve bir o kadar da şımarık tutum takınılıyor.
Önceki hafta Elon Musk, İngiliz başbakan Keir Starmer‘ın kız çocuklarının ölümü karşısında pasif durduğunu hatta bu tür olaylarda asli sorumlu olduğunu ima ederek “Bu başbakandan kurtulmak ister misiniz?” diye bir kampanya başlattı. Irkçı ve İslam düşmanlığı öğeleri barındıran bu çıkışlar İngiltere’de yadırgandı haliyle ama burada da durmadı Musk. Önce yaklaşmakta olan Almanya seçimleri dolayısıyla aşırı sağ AfD‘ye destek açıklaması yaptı, ardından da George Soros‘u arbitraj fırsatçılığı üzerinden bombaladı.
Musk’ın bu hezeyanları sürerken Trump ise daha yemin bile etmeden gözünü Grönland’a dikti. 179 sandalyeli Danimarka halk meclisinde (Folketinget) iki sandalye ile temsil edilen bu otonom bölgenin statüsü Obama döneminden beri zaten konuşuluyordu ve Danimarka başbakanının konuya dair İskandinav naifliğiyle verdiği cevaplar da bu arada kayıtlara girdi. Fakat bu son kabalık, dahası birçok yerde “Make America Great Again” söylemiyle hak iddia etmeleri apayrı bir boyut ve dünya halkları için iyi sinyaller değil. Bu konsepte göre en iyi savunma saldırıdır ve politika tavizsiz biçimde o yönde yürüyecektir.
Hiç kimse Musk’un küresel şımarıklığına ve Trump’ın kabalığına katlanmak mecburiyetinde değil. Ancak, Türkiye de dâhil olmak üzere tüm dünya devletleri yaklaşan bu yeni saldırgan konsepte karşı uyanık olmak mecburiyetindedir!
Tabii burada bizler için başka dersler de var… Starmer, eşi ve doğal olarak çocukları dolayısıyla yarı yahudi sayılır, Soros ise zaten herkesin malumu; öte yandan ABD’nin kendisinden bile belki daha Amerikancı bir devlet, üstelik NATO müttefiği Danimarka… Fakat görüldüğü gibi Amerikan emperyalizminin güncel iki yüzü Trump-Musk ikilisi karşısında bunlar bile durumu kurtarmaya yetmiyor. Niçin salt din ve ideolojik temelli saiklerle politika oluşturulamayacağı da buradan daha iyi anlaşılmaktadır umarım.
…
Avrasyacı çevrelerin tahayyül ettiğinin aksine Batı kulübü halen üstünlüğünü koruyor. Buna mukabil uzun zamandır önerdiğim; Türkiye ve Rusya’yı içerecek yeniden yapılandırılmış bir Avrupa Birliği, yukarıda anlatmaya çalıştığım çılgınlığı dizginleyebilir. Zahirde olumlu duran bir takım hedeflerin aslında felaketinin de sebepleri olabileceğini hesaplayabilen, Osmanlıcılık hayallerinden ziyade yeni dengeleri gözetebilen bir Türkiye için bu fırsat henüz kaçmış sayılmaz.