Öcalan’ın“Şartlar yerine gelirse silah bırakma çağrısı yapabilirim. Silah bırakma çağrısı yaparsam da teorik ve pratik olarak muktedirim” şeklinde bir söylemi söz konusu. Buradan kestirme sonuçlar çıkaranlar “Öcalan silah bırakma çağrısı yapmaya hazır” diye yorumlamaktadır. Oysa şartlar kelimesi matruşka bebekleri gibi taktiksel olarak birbirinin içinden çıkan bir sürece işaret eder. Öcalan geçmişte Stalinist bir strateji ve taktik eğitiminden geçmiş ve bu anlamda da her stratejik hedefe giderken taktiklerin oluşması, stratejinin değişmesiyle taktiklerin de değişmesi, taktik içinde taktiklerin oluşması ile Leninist “somut koşulların somut tahlili” düşünce pratiğini kullanmaktadır. Bunun MHP ve AKP kültürüyle anlaşılması mümkün değildir. Daha önceki açılımda Öcalan “Türkiye’yi terk edin” dediği zaman AKP yorumcularının tümü “Silahlara Veda” manşetleri atmıştı. Bense o dönemde şunu yazmıştım: “Silahlara veda mı, metropollerde toplu ayaklanma mı?”Öcalan’ın söylediklerine taktik içinde taktik kavramlarıyla baktığımız zaman PKK da bu taktiği anlayamamıştı. “Türkiye’yi terk edin, Suriye’ye gidin ve orada yüz binleri oluşturun” şeklinde Sırrı Süreyya Önder’e söylediği ve Milliyet’teki röportaja yansıyan ifadede, Suriye’de ordulaşmayı hedefleyen bir taktik sürdürüyordu. Ama bu Türkiye’de “PKK silah bırakıp Türkiye’yi terk ediyor” şeklinde anladılar ve Türkiye’den çıkan PKK’lılara dokunmamak üzere orduya emir verildi ve selamla gönderildiler. Fakat o zaman Öcalan, Suriye’de yeni bir stratejik merkez oluşturulacağını vurgulayan bir taktiğe sahipti.
Oysa ben bu taktikleri bildiğim için vurguladığım nokta şu olmuştu: Silahlara veda yok, sınıra yakın bölgelerdeki kentlerde yani pratik olarak Kamışlı karşısındaki Nusaybin’de toplu ayaklanma örgütleniyordu. Daha bu olaylar ortaya çıkmadan bunu tespit etmiştim çünkü strateji ve taktikte en basit haliyle Stalinist anlamda geri çekilme yeni bir saldırıya hazırlık için girilen bir süreçtir. Öcalan’ın çekilme emri, Suriye üzerinde egemenlik kurulduktan sonra tünellerle Türkiye’ye girerek burada ayaklanmayı yönetmek emriydi. Bu anlamda Öcalan’ın bugünkü “şartlarını”bu taktikler ve stratejiler ışığında anlamamız gerekir.
Suriye’de bir merkezîleşmenin olacağının ortaya çıktığı noktada Öcalan’ın bu amacının görerek Türk Solu’nda yazdığım yazı “Türkiye’de ulusalcı tavır Suriye derinliklerine doğru girmektir yoksa bu bölgede yeni Kandiller oluşacaktır” vurgusunu taşıyordu. Henüz PKK orada üslerini oluşturmamıştı. Bu yazımdan sonra Sol Portal ve Aydınlık beni “Üşümezsoy, Erdoğan göreve diyor” manşetleriyle eleştirmişti. Oysa o dönemdeki bu analizim Öcalan’ın Suriye’ye geçme tezine karşı taktik olarak cevaptı.
2012’de yazdığım o yazıdan günümüze gelirsek, cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce yazdığım bir başka yazıda HÜDA PAR’la işbirliğinin HDP ile ittifakın ilk adımı olduğunu belirtmiştim. Diğer bir yazımdaysa AKP’nin yeni Anayasa taktiğinin, AKP ile HDP arasındaki işbirliğinin analiziydi. Bu konuyu kimsenin anlamadığı dönemde bizzat AKP’liler tepki göstermişti. Daha sonra yerel seçimlerde Demirtaş’ın eşinin aday gösterilmesine karşı çıkan DEM’lilerin aslında HDP ile DEM arasındaki çelişkiyi vurgulayarak DEM’in Avrupa ve Kandil eksenli bir politika güttüğünü, eski kadroların ise Demirtaş ekseninde olduğunu göstermiştim. O dönemde Öcalan’ın yaşlı ve izole olduğunu vurgulayan yazarlar Demirtaş’ı esas alan politikalar güdüyordu. Demirtaş’ın ise Kılıçdaroğlu ile birlikte olacağı tezini savunuyorlardı. Oysa o konuda da ben, Demirtaş’ın CHP ve Kılıçdaroğlu ile değil AKP ile birlikte bir politika sürdürebileceğini yazılarımda belirtmiştim. İki yıl önceden bugünkü olguları görmüştüm, Yılmaz Özdil bu yazıları okuyunca “Hocam ben sana boşuna kahin demedim” diyerek deprem konusunda olduğu gibi öngörülerimin, politik konularda da geçerli olduğunu vurgulamıştı.
Öcalan’ın şartları denilince yerel yönetimlere özerklik, özyönetim ve öz savunma, rezervlere ve doğal kaynaklara sahip olma, anadilinde eğitim gibi şartların öne çıkarılacağı düşünülmektedir. Oysa bunlar Öcalan’ın şartları arasında ana ekseni oluşturanlar değildi. Öcalan, Habermas’tan etkilenerek, anayasalarda etnik ve dinsel kavramların olmayacağını, bu yüzden anayasaya Kürt kavramının yazdırılmasıyla uğraşılmaması gerektiğini belirtmişti. Bunun talimatını da Altan Tan’a vermişti.
Bunun dışında kanton kavramı, KCK’nın komünler kavramının yerine geçmiş, Kürt nüfus egemenliğinin olmadığı yerde demokratik ulus kavramını geliştirmiştir. Ben, Kelebek Operasyonu adı altında Sedat Peker’e yapılan operasyonu Kürt mafyasını Kürt burjuvazisine dönüştürmek olarak değerlendirmiştim. İstanbul’dan Antakya’ya kadar yazlık bölgelerdeki Kürt gruplarından bir Kürt burjuvazisi yaratma politikasıdır bu. Kürt nüfusunun yoğun olduğu yerlerde ise İsviçre kanton modeliyle işin resmiyet kazanması ve yerel yönetimlerin buna göre kurulması savunuluyordu. Bunları o dönemde tespit etmiştim. Böl-yönet tezinin artık geçerli olmadığını, İzady’nin vurguladığı gibi Doğu Anadolu’yu ver-kurtul tezinin yanlış olduğunu belirttim. Kürt nüfusunun büyük çoğunluğu batı şehirlerinde yaşadığı için yeni bir strateji olarak Kürt burjuvazisine, Karadenizli burjuvaziye gösterilen ayrıcalıkların sağlanması ön plana çıktı. Mafyatik alanda konumlanan Kürt burjuvazisini, ticaret ve inşaat alanına kaydırmak söz konusudur. Günümüzde talep edilen ise büyük şehirlerde Kürtlerin demokratik hakları adı altında Kürt burjuvazisinin önünün açılmasıdır. 2005 yılında Kürt burjuvazisi oluşturulması ile ilgili tezlerimi Türk Solu’nda yayınlamıştım. Öcalan’ın bunu en son getireceği nokta, matruşka bebeğinin içinden şehirlerdeki ihalelerin, kupon arazilerin Kürt burjuvazisinin hizmetine aktarılmasıdır. Bu Kürt burjuvazisinin Karadeniz burjuvazisi kadar güçlenmesinin önünü açacaktır. Kürtlerin demokratik taleplerinden anlaşılması gereken budur. Öcalan’ın bu talebi DEM’e de kabul ettirilecektir. Sosyalist söylem, kitleye karşı kullanılabilir ama asıl hedef bunlardır. Sedat Peker ve benzeri Türk gruplarına yapılan operasyonlar Kürt mafyasının Kürt burjuvazisine dönüşmesinin önünü açmak içindi. İnşaat sektöründe Kürt işçiler ustalara, giderek de müteahhitlere dönüşmektedir. Suriye’deki büyük inşaat projelerini almak isteği de Erdoğan’a dayatılacaktır. Erdoğan da bunun karşılığında anayasadan yeniden seçilmesini engelleyen kuralı kaldırtabilecektir. İşin özünde Kürtçe, özerklik değil bu pazarlık vardır. Halep, Hama ve Humus’taki inşaatların yanında Arap ülkelerine yapılacak ticarette eski Kürt kamyoncuların etkili olması da masaya gelecektir. Artık Öcalan için önemli olan kültürel haklar değil bu burjuva ekonomik haklardır.
Silah bırakma meselesine gelirsek gerçekte şu anda Türkiye’de silahlı bir PKK yok. Kuzey Irak’ta varlığını zor sürdürüyor. Suriye’de ise PYD, Amerikan üslerinin çevresinde var olabiliyor. Fakat Avrupa’da ticari bir ağ söz konusudur. Bu dağıtılamaz. Silah bıraktırma sadece sembolik olabilir. Önemli olan Kayserililere, Rizelilere tanınan ayrıcalıkların Diyarbakırlılara da tanınmasıdır. Bu da Erdoğan’ı en çok zorlayacak konudur. Buna evet der mi demez mi ileride göreceğiz. İktidar blokunda inşaat burjuvaları iç içe geçerken AKP’nin de siyasal alandaki müttefiki DEM olacaktır.
Türk tarafını rahatsız etmemek için Anayasanın ilk dört maddesine dokunulmaması da söz konusu olabilir. Geçmişteki açılım denemesinde bir Rojava olasılığı doğduğu için süreç durmuştu. O dönemin PKK’nın stratejisi de Rojava üzerinden güneydoğuya sızmak ve ikisin birleştirmekti. Ama günümüzde bu ihtimal de kalmamıştır. Sorun artık sadece Kürt burjuvalarının haklarının savunulmasından ibarettir.
Günümüzdeki Dünya sisteminin analizi sonucu varılan bu yaklaşım, aslında ulusalcılık ve merkez-çevre kavramlarının yeniden değerlendirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Mehrdad İzady’nin Kürt sorunu uzmanı olarak ABD Kongresi’nde 2000’lerin başında yaptığı konuşmalarda vurguladığı; Kürdistan kurulmasının Birinci Dünya Savaşı gibi çalkantılı bir süreci gerektirdiğiydi. Oysa bunun tekrarlanması mümkün değildir. Dünya Sistemi yepyeni bir noktadadır. O dönem Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorlukları parçalanmıştı. Ulusal devletler de dünya sistemi içinde kurulmuştu. Emperyalizmin sermaye yatırımlarının güvenliğini garanti edecek milli devletler, sınır, gümrük ve hukuklarıyla oluşturulmalıydı.
Bu yeniden şekil verme projesini Anadolu’da parçalayan Mustafa Kemal hareketi olmuştu. İngilizlerin Yunanistan’dan sonra Anadolu Helen devleti kurma çabası çöpe atılmıştı. Doğuda Ermenistan kurma ve Kürt prenslikleri olarak Bedirhan ve Milanların çabaları boşa çıkmıştı.
Günümüzde artık devletlerin değil şehirlerin üzerinden şekillenen bir dünya sistemi söz konusudur. Finans ve ileri teknoloji merkezleri ön plandadır. Klasik merkez-çevre ayrımı da şehirler üzerinden ve internet aracılığıyla dünyayı sarmıştır. Doğudaki gelişmemişliğin karşısında İstanbul, İzmir, Adana, Aydın, İskenderun gibi alanlar dünya sistemine entegre olmuştur. Bu gelişmiş bölgeler tüm çevre alandan büyük göç akışıyla demografik olarak Türk, Kürt gibi tüm unsurların karıştığı alanlar haline geldi. Demokratikleşme artık bu bölgelerdeki hemşeri gruplarının paylarının artırılması anlamına gelmektedir. AKP geçmişte bu bölgede HDP ile ittifak halindeydi. Bu ittifakın bozulmasının ardından DEM’in bazı unsurları CHP ile kent ittifakı adı altında bir araya geldiler. CHP, kayyum atanan Esenyurt ve Akdeniz gibi belediye başkanlıkları dışında daha önemli olarak belediye meclisi seçimlerinde fermuar modeli ile DEM’in grup kurmasına yardım etmiştir. Yeniden çözüm süreci de bunun sonucu olarak gündeme geldi.
Belediyelerde kantonlar oluşturmasıyla DEM, CHP’ye yaklaşırken merkezi iktidardan uzaklaşarak büyük ekonomik olanaklardan yararlanamamaktadırlar. Ahmet Türk, Leyla Zana ve Demirtaş’ın sorunu ancak Erdoğan çözebilir demelerinin alt yapısında da bu vardır. Burada çevrenin merkezde büyüme kavgası var. Bu Diyarbakır ve Vanlı burjuvazinin ekonomik alanda Abdullah Gül’ün Kayserilileriyle mücadelesidir. Meselenin temelinde bu vardır. Ulus sorunu bir burjuva sorunu ve sistemden pay alma sorunudur.
Anayasadan Türkiye kavramını çıkararak ortak kavram olarak Anadolu ismini vermek gibi yaklaşımlardan vazgeçildi. Öcalan’ın talebi Kürt burjuvazisinin önündeki görünür ve görünmez engellerin kalkması, baraj, otoyol, havaalanı gibi büyük ihalelerde Kürtlerin egemenliğidir. Matruşka bebeğin içinden ekonomik bir şart olarak bunlar çıkacaktır. Rojava projesi geride kalmıştır.
Türkiye’de Halep, Hama, Humus, Musul, Kerkük gibi alanlara hukuksal egemenlik yerine ekonomik alanda paylaşıma Türk burjuvazisinin egemen olarak katılmasını hedeflemektedir.
Bu teorik açıklamam pratik verilerden çıkıyor. Bunlar Türkiye’de çok belirgin gözükmez ama Uzakdoğu’da Singapur gerçeği açıklayıcıdır. Singapurlu kimliğinin içinde İngiliz. Malezyalı ve Taylandlılar vardır. Yapay bir şehir devletinin etnik olmayan kimliğidir. Şanghay ve Hong Kong da kıta Çin’iyle ilgisi kalmamış yapıdadır. Malezya’daki Kuala Lumpur da bunlara katılır. Yerel halk da kendilerini etnik ya da ulusal kimlikle değil şehriyle tanımlamaktadır. İstanbul, Adana, Muğla gibi yerler de aynı sürece girmiştir.
Moskova da Rusya’nın Büyük Petro dönemindeki İngiltere ve Hollanda ile kurulan ilişkilerden beri Dünya Sistemiyle bağını kuran ekonomik merkezidir. Stalin’in çözemediği ulusal sorunu çözen olgu budur. Azeri burjuvazisi, Çeçen mafya burjuvazisi, Kazak, Özbek, Tatar güçleri buradaki ekonomik pastadan pay almak için bütünleşmiştir. Putinizm otoriter görünse de ekonomik anlamda demokratikleşme sağlanmıştır. Yeltsin dönemindeki oligarkların antidemokratik Moskova ekonomik politikası günümüzde dönüşmüştür. Çevre burada da merkezde ekonomik pay almıştır. Bu, Türkiye’deki demokratikleşme ve Kürt sorununu anlama için bir örnektir.
Bu, burjuva demokrasisi kavramını aşarak çevreyi temsil eden burjuva gruplarının konsensüsünün demokrasisidir. Bu tip merkezleri olmayan ülkeler çevrenin merkezkaç ile ayrılmasını yaşamaktadır.
Dünya sisteminde İstanbul’un, Adana’nın, Antalya’nın aldığı payın artması Türkiye’nin bütünlüğüne yaramaktadır. Buradan pay almak merkezkaç eğilimi engeller. Bu model çevre ülkelerdeki merkezler içindir. Bu, Wallerstein’ın ifade ettiği gibi semi-periferi değildir. Sistem içinde artık merkez kalmadığı için merkez ağlarından bir olmak için yaşanan gelişmedir. Semi-periferi ise merkezin çevreyi sömürmesinin aracısıdır. Bugün doğunun İstanbul aracılığıyla sömürülmesi olarak tanımlanabilecek bu tez küreselleşmenin bu aşamasında değerini yitirmiştir.
https://www.turksolu.com.tr/akpnin-yeni-anayasa-taktigi-ve-yerel-yonetimleri-geri-alma-stratejisi/
https://www.turksolu.com.tr/ufuktaki-akp-hdp-ittifakive-ataturkcu-turkcu-solcu-direnis/
https://www.turksolu.com.tr/akp-huda-par-ittifaki-akp-hdp-isbirliginin-ilk-adimidir/
https://www.turksolu.com.tr/author/profdrsenerusumezsoy/page/3/
https://www.turksolu.com.tr/van-olaylari-yeni-bir-acilim-sureci-mi-baslayacak/