Van’daki DEM Partili Belediye Başkanı eskiden kalma suçu olduğu için mazbata alamadı. Bu da gösteriyor ki, DEM’in İstanbul ve Batı Anadolu’da CHP’ye destek olması ve AKP’nin kaybetmesi, AKP’nin tepkisini almıştır. Anlaşılan, Leyla Zana ve Ahmet Türk gibi kişilerin temsil ettiği klasik DEM’in “AKP ile yeni bir açılım süreci başlatma” politikası, Kandil ve Avrupa tarafından reddedilmiştir. Daha önce de belirttiğim gibi bu durumda AKP bütünüyle baskısını artıracak, DEM’in büyükşehirlerde belediye meclisine girdiği yerlerde de DEM’li üyelerin geçmişteki suçlarından hareketle kayyum batıya da gelecektir.
Kaldı ki, Esenyurtlu belediye başkanı gibi isimler, DEM’in “yerel özerklik” taleplerini hayata geçirmeye yönelirse, İstanbul’daki DEM kantonlarına da kayyum atanacaktır.
Şırnak ve Bitlis’in AKP’ye kaybedilmesinin ardından Van’da da DEM yönetiminin ortadan kalkmasıyla, DEM yönetiminde çok az il kalmıştır. Bu durumda, “Kürdistan illeri” tezinin çöktüğünü söyleyebiliriz. Buna karşılık, İstanbul, Mersin, İzmir ve Antalya’daki kimi bölgelerde DEM’in oy oranı abartılmakta ve Beştaş “DEM’in oylarını alarak kazandınız. Bu oylar sizin değildir” söyleminde bulunmaktadır. Oysa, DEM’in politik belirleyici olma tezi bu seçimde düşmüştür. CHP’nin bu seçimi kaybetme korkusuyla DEM’e verdiği taviz ve il/ilçe belediye meclislerindeki DEM kökenli üyelerle, belli illerde Kürt kimlikli resmileşmiş kurumlar ve birimler şeklinde bir resmiyet kazanma politikası öne çıkmıştır. Bu politikanın tersine, güneydoğuda Kürt kimliğini yansıtacak kurumlar giderek silikleşmektedir.
Kuzey Irak’taki PKK’ya karşı silahlı mücadele, Türkiye’de PKK sempatizanı olan DEM’li kadrolara ve belediyelerdeki meclis üyelerine karşı şiddetli bir kampanyaya dönüşebilecektir. Bunun tek engeli, Dünya Bankası’ndan alınacak kredinin kesilmesidir.
DEM’in AKP ile uzlaşma politikasından uzak kalma kararı, bu tür bir geri dönüşü getirmiştir. Biden ile yapılacak görüşme, bu olayın stratejisini belirleyecektir. Ya şiddet terk edilecek, uzlaşma siyaseti güdülecek, diğer taraftan ise seçimi kaybetmenin bedelini DEM’e ödetme politikasının taktikleri ortaya çıkacaktır.
İktidar, seçim sonrası Irak’ta operasyon özgürlüğüne kavuşabilmek için ABD ve Rusya ile bir denklem içinde olmalıdır. ABD ile olan denklemde, Şii Hilali’nin Akdeniz’e uzanan yolunu kesme görevi verilmiş YPG’nin bu konumunun kabullenilmesi karşısında kredi alınması hedeflenecektir. Türkiye’nin Irak’taki operasyonlarını bir uzlaşı olarak denkleme dahil edebilirler.
Rusya ile kurulacak denklemde, AKP, Rusya’nın ABD ile gelişen ilişkilerini kabullenmesini sağlamak için Ukrayna ile olan ilişkilerde net bir karşı duruşa geçip Rusya ile bağlantılarını kuvvetlendirme yolunu seçebilir. Ukrayna Milli Savunma Bakanı Ömerov’la ilişkilerin askıya alınması bu politikanın ilk adımı olabilir.
Böylece hem ABD hem de Rusya’nın onayını alan AKP, Suriye’deki YPG’ye bir özgürlük alanı tanırken, Irak’taki PKK’ya yönelik operasyonlar yürütebilir. Türkiye içinde de PKK’nın direktifiyle CHP ile iş birliği yapan DEM kadrolarının AKP tarafından cezalandırılmasına Rusya ve ABD sessiz kalabilir. Konsensüsün böyle bir boyutu da olabilir.
Burada Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk’ün çizgisi TC ile uzlaşma çizgisi yerine TC ve Erdoğan’la savaşma çizgisi olan Kandil’in çizgisinde bir politika uygulayan DEM’in CHP ile olan bağlantısı aslında Van’da yaşanan son olayların CHP’yi de etkileyecek şekilde genişlemesi anlamına da gelebilir.
AKP 2009’da da %40’a kadar inmişti ancak oyunu 2011’de %60’lara kadar çıkartabilmişti. Önümüzdeki dönemde ABD ve Rusya ile ilişkilerini düzelterek benzer bir yeniden toparlanma sağlamayı hedefleyecektir.