“Kürtçülük ve Silahlı çetecilik sosyalizmin içine sokulmuş CIA hançeridir”
Bilimsel ve politik çözümleme birbirini zıtlayan değil birbirinin üstüne örtüşen yöntemlerdir. Geçmişte Türk Solu’nda yazdığım yazıları analiz ettiğimde bir örnek vermek istiyorum. Herkesin Öcalan’ın mektubunu okuyarak barış türküleri söylediği dönemde, ben “silahlara veda mı metropollerde toplu ayaklanma mı” diye sormuştum. Pişmiş aşa su katan bir analiz gibiydi ama gerçek çıktı. Hatırlayın, o mektubun ardından hendek olayları patladı. PKK’nın geri çekilme stratejisinin, aslında bir yeniden saldırma stratejisi olduğunu yıllara dayanan strateji taktik birikimimle görebilmiştim.
Son dönemde HDP ile ilgili yaşanan gelişmeleri de bu bağlamda incelemeye çalışacağım.
Hikmet Kıvılcımlı, “Silahlı çetecilik ve Kürtçülük, sosyalizmin içine sokulmuş CIA hançeridir.” demişti. O dönemden beri sosyalist düşünce bu iki tehlikeyle mücadele etmiştir. Açılım döneminde de bu perspektifle hareket ettik ve doğru konumlandık, sürece karşı çıktık.
HDP, Demirtaş güzellemesi dönemini bıraktı; Öcalan güzellemesine başladı
Bugüne geldiğimizde ise, HDP meselesinin göründüğünden çok daha çetrefilli olduğunu görüyoruz. HDP’nin başkan adayı göstermemesi CHP çevresinde büyük bir sevinç yaratmıştır ancak arkasında gerek Nevruz’da gerekse 2. Yüzyıl İzmir İktisat Kongresi’nde Sırrı Süreyya’nın yaptığı konuşmada ortaya çıkan gerçek şudur: HDP aday çıkarmıyor ancak Kılıçdaroğlu’na destek olduğunun emaresini de göstermiyor.
Geçtiğimiz seçim öncesinde Öcalan güzellemesinin HDP tarafından terk edildiği ve ağırlıklı olarak Selahattin Demirtaş’ın parlatıldığı bir dönem söz konusuydu. Halbuki, son Nevruz’a baktığımızda hiçbir HDP’li konuşmacının Demirtaş’ın ismini bile zikretmediğine ve “Serok Apo”nun tekrar yüceltildiğine şahit olduk.
Peki bunun anlamı nedir? “Serok Apo”nun artık esir olduğu, o yüzden de sözlerinin anlamlı olmadığı söyleminin terk edilerek “Serok Apo”nun stratejisinin taban tarafından benmisenmesi çabası verilmektedir.
AKP sadece HÜDA PAR ile değil Kürtçü programla el sıkıştı
Bir başka nokta ise herkesin yanlış okuduğu AKP-HÜDA PAR işbirliğidir. AKP bu ittifakı çaresiz kaldığından ya da İslamcı kimliğiyle yapmadı. Oysa, radikal bir kökten gelen, Hizbullah’ın devamı olan HÜDA PAR’ın İslamcı Kürtler üzerinde etkisi yoktur. Ancak HÜDA PAR ile anlaşmak demek HÜDA PAR’ın Kürtçü programıyla yeniden el sıkışmak anlamına gelmektedir. AKP’nin sıktığı HÜDA PAR eli aslında HDP’nin, PYD’nin ve Barzani’nin de elidir. Bu ittifak aslında emperyalistlerin başından beri savunageldiği ana tezdir: Bölgesel Birleşik Büyük Kürdistan’ın kurulması. Sırrı Süreyya’nın 2. yüzyılda Cumhuriyet’in yeniden yapılanması diye bahsettiği de budur. “Kürdistan’ın beş parçası”nın konfederasyon olarak birleşmesi stratejisidir. Bu birleşik Kürt konfederasyonunda İslamcısından solcusuna, Zerdüşt’ünden milliyetçisine farklı yapıların bütünleştirilmesi hedeflenmektedir.
Öcalan-Kandil-HDP kopuşu ortadan kaldırılıyor
Son dönemde Öcalan-Kandil-HDP arasındaki kopuşun da ortadan kaldırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Örneğin, daha önce de vurguladığım gibi son Nevruz konuşmalarını HDP’nin Öcalan’a dönüşü olarak yorumlamak gerekir.
Bu perspektifle seçimi yorumladığımızda, Öcalan çizgi olarak masanın Kürtlere bir şey veremeyeceğini vurgulamaktadır. “Masalar ve sandalyeler sizin olsun” söyleminin anlamı budur. HDP’nin aday göstermemesi aslında bir pazarlığın sonucu değil, yeni bir pazarlığın başlangıcıdır. Bu pazarlığın PKK açısından asıl amacı da Kürt Konfederasyonu stratejisine hizmet edecek bir ortak bulmaktır.
Bu denklemi göremeyen yüzeysel politika, CHP’nin HDP ile beraber olduğu için Suriye ve Irak’tan asker çekeceğini öne sürmektedir. Halbuki öte taraftan AKP iktidarı, ABD ile Suriye’deki PYD karşıtı operasyonları kesme konusunda anlaşmıştır. Kürtler açısından gelecekte CHP’nin alacağı tavır mı, yoksa AKP’nin şu anda aldığı tavır mı daha belirleyici ve kazançlıdır? Öncelikle bu soruyu yanıtlamak gerekir. AKP’nin yaptığı Kürtler açısından daha kıymetlidir. Bu anlamda, görmek gerekir ki, HDP’nin aday çıkarmaması aslında iki tarafla da, yani hem CHP ile hem de AKP ile pazarlık yapabilmesin önünü açmıştır.
AKP ise HDP’nin aday çıkarmamasını “Demek ki Kılıçdaroğlu’na oy verecekler” şeklinde lanse ederek CHP tabanının Muharrem İnce’ye İyi Parti tabanının ise Sinan Oğan’a yönelmesini sağlamak istemektedir. AKP’nin HÜDA PAR ile yaptığı anlaşma ise salt İslamcı Kürtlerle değil bütün Kürtlerin adına HÜDA PAR ile yapılmış bir işbirliği olarak görülmelidir. AKP, HÜDA PAR ile el sıkışarak aslında HDP ile de el sıkışabileceği mesajını vermektedir. Tartışmalar aslında bu eksende olmalıdır.
Eksenler değişirse siyasetler de buna göre yeniden şekillenmelidir
Althusser’in analizine göre eksenler değişirse taraflar da değişir. O yüzden siyasi analizleri tek eksen üzerinden yapmamak, ve öncelikle eksenin ne olduğunu değerlendirmek gerekir. Çok eksenli politikada da eksenlerin zamanlamasını ayarlamak gerekir. Bütün eksenler aynı anda gerçekleşmeyebilir. Birbirlerine geçişli olabilir. Kürt meselesi açısından baktığımızda da işte bu eksen değişimini görüyoruz. Selahattin Demirtaş’tan Öcalan’a, HDP-CHP işbirliğinden AKP-HÜDA PAR-Barzani-PYD işbirliğine geçişi ve eksenin bu şekilde değişmesi söz konusudur. Gelecekte AKP-HDP ekseninin oluşumunu da bu şekilde görebiliriz. Türkiye’deki eksensel değişimleri şöyle vurgulamak gerekir: PYD-HDP-Kılıçdaroğlu–Demirtaş denklemi yerine Öcalan-AKP-HÜDA PAR-HDP-PYD denklemine doğru bir gidiş söz konusudur. Bu eksende Türkiye Rusya-ABD-Kürt üçgeninin içine sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Son dönemde PYD’nin hem Rusya hem de ABD ile kurduğu ittifaklar bu üçgenin köşelerini oluşturmaktadır.
Örneğin, Hulusi Akar’ın Yunan bakanla deprem bölgesinde bir araya gelmesi ve Ege Denizi ve Akdeniz’in “barış denizi” olması söylemleri Türkiye-ABD ilişkilerinde bir gelişme sağlandığının da göstergesidir. ABD-Türkiye-Yunanistan işbirliği Türkiye ile PYD arasındaki yakınlaşmayı da beraberinde getirecektir. Yani, karşımızda yaşanan aslında yeni bir açılım sürecinin başlangıcıdır.