Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen Tayyip Erdoğan ile Süleyman Soylu’nun da katıldığı Polis Akademisi Mezuniyet Töreni’nde Polis Akademisi Bandosu tarafından düzenlenen müzik dinletisinde AKP’nin propaganda şarkısı olan “Türkiye Yüzyılı”nın çalınması “devlet” ve iktidar arasındaki ilişkinin hangi boyutta olduğunu gösteren yeni ve çarpıcı bir örnek.
Kimileri için hayal kırıklığı olsa da “devlet” kurumunun AKP teşkilatlanmasının bir uzantısı haline gelmesi, AKP’nin Cumhuriyet dönemini eleştirirken kullandığı “parti devlet” söyleminden çok daha ileri boyutlarda tekli bir yapının inşa edildiğini gösteriyor.
Bu tekli yapının başındaki isim AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan. Muhalif bazı kesimler “devlet geleneğinin yaşadığı” gibi illüzyonların peşine takılsa da, Türk Devleti uzunca bir süredir hem işleyiş hem de kadrolar anlamında büyük bir dönüşüm geçirmiş durumda. 20 sene önce “devletin çıkarını her şeyin üzerinde tutan memurlar” artık emekli olmuş durumdalar. “Memur Teoman” gibi örnekler de gerçeği ifade etmeyen istisnai bir örneğe dönüşmüş durumda.
AKP’yle birlikte ortaya çıkan yeni “erk”e devlet demek elbette anlamsız, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti “askeriye, yargı, burjuvazi ve halk” arasındaki dengeyi temsil eden bir aygıt olarak yaratıldı. Zaman zaman bu denge bozulsa da saç ayaklarının özgül ağırlıkları bir süre sonra yeni bir “denge” sağlamaya yetti.
Bu durum elbette “mevcutla” yetindiği ve devrimci bir dönüşümü engellediği için eleştirilebilir ancak “denge” durumu devletin varlığı açısından bir korunak oluşturuyordu. AKP ile oluşan durum ise Türkiye’deki tüm bileşik güçlerin tasfiye edilip tüm bu gücün “kabile reisinde” toplanmasıdır.
Bu kabile düzeni işleyişi devlet ya da anayasa gibi kurumsal aracılarla sağlayamayacağı için parti teşkilatları yoluyla topluma nüfuz eder ve kuralları ortaya koyar.
Adli yargının açılış törenlerinin Saray’da yapılması da, üst mahkeme başkanlarının Erdoğan karşısında cübbelerinin önünü örtmeye çalışmaları da, Polis bandosunun AKP propaganda marşını çalması da devlet geleneğinin yok olduğunu ve artık kabile düzeninin egemen rejim olarak kurulduğunu gösteriyor.
TRT spikeri Deniz Demir’in “Atatürk bizi ümmet olmaktan çıkardı” dediği için TRT’den kovulması da yine güncel bir örnek.
Bu tarz örnekler “her şeye rağmen devletin ayakta kalması” olarak değil, “yok edilen bir devletin son kalıntılarının da imha edilmesi” olarak yorumlanmalı.
“Devlet ayrı hükümet ayrı” argümanı bazı kesimler için meşruluk sağlamak ve onaylanmak için sıklıkla dile getirilse de gerçekte hiçbir karşılığı yok. Artık maalesef devlet yoktur, AKP iktidarı ve teşkilatı vardır.
Özellikle tezkere görüşmelerinde sıklıkla duyduğumuz, AKP’nin çılgın projeleri karşısında “Milletin menfaatineyse destekleriz” söylemi olarak karşımıza çıkan bu siyasi tavır Türkiye’deki en ufak hamlenin bile siyasi iktidarın geleceğini garanti altına almak için yapıldığını görmezlikten geliyor.
Böylesine bir siyasi tavır devleti ayakta tutmaya değil, devleti yok eden bir siyasi anlayışı güçlendirmeye yarıyor. Bu tavrın sonu utangaç bir AKP’li olmaktır.