AKP dün, aylardır beklenen “misafirini” ağırladı: Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman.
Günlerdir Erdoğan’ın “beyaz atlı prensi”nin gelip Saray’ı kurtarmasını bekliyoruz. En çok dillendirilen konu ise bu ziyaretin Türkiye’nin ulusal egemenlik haklarının para karşılığında satılmış olması.
Bilindiği gibi Türkiye ile Suudi Arabistan’ın arası, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı davası yüzünden açılmıştı. Erdoğan, Prens Selman’ı cinayetten sorumlu tutarak çok sert açıklamalar yapmıştı. O günden beri de, neredeyse 4,5 yıl, iki ülke ilişkileri dondurulmuştu.
Erdoğan, daha önce “15 Temmuz’un finansörü” dediği BAE’nden sonra Nisan ayının sonlarında Suudi Arabistan’a giderek “katil” dediği Prens Selman’la kucaklaşmış ve Türkiye’ye davet etmişti.
Erdoğan-Selman görüşmesi öncesinde ve görüşmeden sonra yapılan haberlerde iki ülke arasındaki işbirliğinden, “kardeşlik”ten, tarihi ve kültürel bağlardan falan çokça bahsedildi. Elbette ki, Erdoğan iktidarının bu görüşmeden beklentisinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz: Para.
Erdoğan, Suudi Arabistan’la yapılacak olan anlaşmalardan gelecek gelirle biraz olsun rahatlama peşinde ancak dünkü görüşmede pek istediğini almış da sayılmaz. Ama yine de Erdoğan’ın bu keskin dönüşüne göre iyi bir başlangıç. Prensle görüşebilmek için yargı kararına müdahale edip hem yargı bağımsızlığını hem de Türkiye’nin itibarını ayaklar altına almanın karşılığını Erdoğan er ya da geç alacaktır.
Prens Selman’ın ziyareti, ilginç bir ziyaret trafiğinin ortasında gerçekleştiği için sadece para odaklı değil, çok daha farklı açılardan da değerlendirilmesi gereken bir konu. Yani Prensin Saray’da kabine üyelerinden Erbaş’a kadar AKP’nin tüm yönetici kadrosu tarafından karşılanıp tekmil verilmesi, sadece para için olamaz.
AKP’nin 13 yıl aradan sonra İsrail’le ilişkileri normalleştirmek için niyet belirtmesinden sonra Arap dünyası ile kavgalı olduğu BAE ve Suudi Arabistan’la yeniden can ciğer kuzu sarması olması tesadüf olamaz değil mi?
Erdoğan’ın sıradaki “barış” hedefinde Mısır var ve Prens Selman’ın Türkiye’ye gelmeden önce uğradığı son durak Mısır’dı. Burada farklı bir ittifak ya da yeniden Türkler ve Araplar arasında bir işbirliği kuruluyor, Türkiye kavgalı olduğu Arap ülkeleriyle barıştırılıyor. Ve ne tesadüf ki bu olayların merkezinde İsrail, yani ABD var.
Erdoğan BAE ile “normalleştikten” sonra İsrail Cumhurbaşkanı Herzog Türkiye’ye gelmişti. Şimdi önce Suudi Prens Selman geliyor, bir gün sonra (bugün) İsrail Dışişleri Bakanı Lapid geliyor. Hem de vatandaşlarına “Türkiye’ye seyahat etmeyin” çağrısında bulunduktan sonra.
Ama neyse ki, İsraillilere yönelik saldırı hazırlığı içinde olan İran’lı suikast şebekesi, Türk ve İsrail hükümetlerinin ortak çalışması sonucu çökertilmişti.
Ve yine ne tesadüf ki, ABD Hazine Bakan Yardımcısı Wally Adeyemo da bugün Türkiye’ye geliyor. Adeyemo, Merkez Bankası ve Hazine yetkilileriyle görüşecek.
Anlayacağınız Erdoğan’ın Araplarla barış siyaseti, bu hafta boyunca Türkiye’ye 4 farklı ülkeden üst düzey yöneticilerin gelmesi, yandaş medyada “Türkiye dünya siyasetinin odak noktası oluyor” gibi sevinç gösterileriyle karşılansa da, bizler bu “diplomasi trafiği”nin Türkiye’nin başına ne belalar açtığını/açacağını tecrübeyle biliyoruz.
Bugünkü görüşmelerin ardından tablo biraz daha netleşecektir ancak Suudi Prensin Türkiye’ye gelmesi sadece “katille kucaklaşma” ve Türkiye’nin itibarının birkaç milyon dolara satılması olarak değerlendirilemeyecek kadar önemli gelişmelerdir.