Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs’ı seçim günü olarak ilan etmesi, sadece Türkiye’yi değil, Rusya’yı da çok yakından ilgilendiriyor. Erdoğan ve Putin arasında “ortak çıkarların” bu derece örtüşmesinden kaynaklanan büyük bir ortaklık kurulmuş durumda ve iki isim açısından da kendi siyasi “bekaları”, bu ilişkinin sürmesiyle mümkün olabilir.
Türkiye açısından bakıldığında Rusya, ekonomideki kırılgan yapıyı engelleyen önemli bir unsur haline gelmiş durumda. Akkuyu Nükleer Santrali için 15 milyar dolar olarak ifade edilen Rus sermayesinin Türkiye’ye girmesiyle başlayan süreç, bugün de devam ediyor. Cari açığın finansmanında kullanılan 25 milyar dolar gibi büyük bir sermayenin de Rusya tarafından sağlandığı düşünülüyor. Son olarak BOTAŞ’ın Rusya’ya ödemesi gereken 20 milyar dolarlık doğalgaz borcunun, ileriki bir tarihe ertelendiği de ortaya çıktı.
Savaş dolayısıyla büyük bir döviz sıkıntısı yaşayan Rusya’nın, Türkiye’ye doğrudan nakit akışı sağlaması ve alacaklarından feragat etmesi, Erdoğan ve Putin arasındaki kader birliğini açıkça gösteriyor. Diğer taraftan Rusya’nın farklı ülkelerde yapılan seçimlere “müdahale etme” alışkanlığı yeni değil.
Rusya, uluslar çağında imparatorluk kafasıyla yaşayan bir ülke. Dış dünyaya müdahil olarak “imparatorluk geleneğini” sürdürmeye çalışmak, Rus bürokrasinin sevdiği bir hareket tarzı. Geçtiğimiz aylarda Fransa’da yapılan seçimlerde, aşırı sağın adayı Marine Le Pen’in partisinin seçim finansmanı için bir Rus bankasından yüklü miktarda kredi aldığı ortaya çıkmış; olay büyük tepkiye sebep olmuştu.
İtalya’da ise geçtiğimiz yaz Rusya’ya yakın duran Lig Partisi aniden hükümetten desteğini çekmiş, hükümet düşmüş ve İtalya erken seçime gitmek zorunda kalmıştı. Lig Partisi yetkililerinin Rus Büyükelçiliği yetkilileriyle görüşmesinden sonra gelişen bu olaylar, Rusya’nın İtalyan siyasetine bir müdahalesi olarak nitelendirilmişti.
Rusya’nın 2016’da yapılan ABD seçimlerine müdahale ettiği yönünde önemli belgelerin ortaya çıkması, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması referandumunda (Brexit), bazı İngiliz siyasetçilerin Rusya ile yakın ilişkiler kurması, kimsenin inkar etmediği gerçekler olarak karşımızda.
Yani ortada Rusya’yı suçlamak için üretilmiş “emperyalist yalanlar” yok; Rusya’nın inkar etmediği ve “Avrupa’yı faşizmden kurtarma efsanesine dayanan kılıç hakkının” sonucu olarak gördüğü bir imparatorluk siyasetiyle karşı karşıyayız.
Ancak Türkiye’yi tüm bu ülkelerden ayıran nokta, yapılan yardımın doğrudan iktidara yapılması ve elbette Türkiye için söz konusu edilen meblağların kıyas kabul etmeyecek kadar büyük olması.
Dün yazımda belirttiğim gibi Rusya, Ukrayna’daki askeri başarısını Avrupa’nın savaş yorgunluğuna bağladı. Prag, Viyana ve Berlin’de yapılan savaş karşıtı gösterilerin artması Rusya’nın tek umudu haline gelmiş durumda. Diğer taraftan Ukrayna savaş şartlarına alışmış durumda, Avrupa’dan gelen askeri destek de artıyor ve bu durum savaşı daha da uzatacak. Ancak Rusya açısından bu dengenin sürmesi, Türkiye’de ve İran’da mevcut iktidarların devamına bağlı. Erdoğan’ın seçimleri kaybettiği, mollaların iktidardan düştüğü bir dünyada, Putin’in sadece Çin’in desteğiyle ayakta durabilmesi mümkün değil.
Böyle bir senaryoda Çin, Putin’e desteğini sürdürür mü, bu bile tartışılır. Türkiye’de “solcu ya da laik” olarak bildiğimiz bazı Rus muhiplerinin İran’da yapılan eylemlerden korkmalarının ve utanmadan molla rejimini savunmalarının sebebi “Moskova savunmasının Tahran’dan başladığını” düşünmeleri.
Yine benzer bir amaçla başlayan Rusya’nın Türkiye ve Suriye arasındaki arabuluculuğu, AKP’nin elini iç siyasette daha da güçlendirecek.
AKP’nin seçimleri kaybetme ihtimali, AKP bürokrasisini nasıl korkutuyorsa, Rus Devletinin bürokrasisini de o ölçüde endişelendiriyor. Erdoğan’ın ekonomide elindeki tüm kartları hızlıca açması gibi, Putin de tüm imkanlarını Erdoğan için seferber etmiş durumda. 14 Mayıs seçimleri, Erdoğan’ın siyasi geleceğini belirleyeceği gibi Putin de bundan nasibini alacak.