Ukrayna savaşı ve Yeni Dünya Düzeni
14 Mayıs seçimleri sadece Türkiye’yi değil; büyük gerilimlerin yaşandığı, farklı saflaşmalara tanıklık ettiğimiz yeni dünya düzenine yerleşmeye çalışan tüm ülkeleri de yakından ilgilendiriyor.
Türk siyasetinde geleneksel ağırlığı bulunan “dış merkezlerin” değişebileceği; AKP iktidarının “denge politikası” olarak nitelediği, günlük ihtiyaçlara bağlı olarak değişiklik gösterebilen esnekliğin son bulabileceği, Doğudaki ya da Batıdaki müttefiklerin Türkiye’yi artık kesin tercih yapmak zorunda bırakabilecekleri farklı bir dönemin arifesindeyiz.
Diplomasi sınırlarına yaklaşıyor
Bugünleri uluslararası anlamda “farklı” kılan çok fazla faktör var. “Diplomasi”nin sınırlarına yaklaştığı, dünya savaşları öncesinde yaşanan gerilimlerin yeniden ortaya çıktığı tarihi bir dönemeçteyiz.
ABD ve Rusya-Çin Bloku olarak ortaya koyabileceğimiz iki büyük güç arasında geçmişten beri gelen bir rekabet olsa da Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali, bu rekabeti siyasetten askeri alana doğru çekiverdi. “Soğuk Savaş” dönemi bitti, sıcak çatışma dönemi başladı.
Tarafsız ülkelerin bile “taraf” olmayı tercih ettiği ve küresel “kampların” genişlediği bir dönemden geçiyoruz. Finlandiya’nın NATO’ya dahil olması ve yakın gelecekte İsveç’in de muhtemel üyeliği, bu durumun en güncel örnekleri.
Avrasya blokunun Arap açılımı
Diğer taraftan yıllardır kavgalı olan İran ve Suudi Arabistan’ın Çin arabuluculuğunda bir araya gelmesi ve diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması, “Avrasya” blokunun da karşı bir hamle yaparak genişleme çabasından kaynaklanıyor.
Ukrayna Savaşı sonrasında çıkan petrol krizinde ABD’yle ihtilaflı olan Suudi Arabistan’ın geçtiğimiz hafta Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılma kararı alması da bahsettiğimiz “farklı saflaşmalara” işaret ediyor.
Suudi yönetimi gibi “kökten Amerikancı” denilebilecek bir rejimin, ABD’ye karşı gelme pahasına böyle bir adım atması, “geleneğin” dışına çıkılarak köklü tercih değişiklilerinin yapılabileceğini gösteriyor.
Çin ve ABD arasındaki Tayvan geriliminin artarak sürmesi, Tayvan devlet başkanının geçtiğimiz hafta ABD’yi ziyareti ve Biden’ın “Çin’in olası saldırısında ABD Ordusunun Tayvan’ı koruyacağını” açıklaması Doğu Avrupa’daki savaş halini dünyanın farklı bölgelerine sıçratabilir.
Fotoğrafa daha yakından bakıldığında, Afrika’da yaşanan Fransa-Rusya gerilimi, Brezilya Devlet Başkanı Lula’nın Çin’e yapacağı ziyaret gibi birçok farklı detay, dünya ölçeğindeki büyük güç mücadelesinin şiddetlenerek süreceğini ve bölgesel çatışmaların artabileceğini gösteriyor.
Türkiye de, seçimlerden bağımsız olarak, bu gerilimin belirginleştiği bir ülke haline gelmiş durumda.
AKP’nin Batı düşmanlığı
Böylesi bir uluslararası konjonktürün oluşması, Tayyip Erdoğan’ı fazlasıyla memnun ediyor çünkü bu durum iktidar açısından hem yeni hareket alanları yaratıyor hem de iktidara siyasi propaganda malzemesi sağlıyor.
Erdoğan’ın, ABD Büyükelçisi’nin Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmesine verdiği tepkinin sebebi, iktidarın Batı düşmanlığı üzerinden bir seçim propagandası yaratmak istemesi.
Ancak “Batı karşıtlığı”nın işlevi artık dönem dönem kullanılan bir siyasi malzeme olmakla sınırlı değil. Siyasi İslam, Batıyla kavgasını kökleri çok daha derinlerde olan laiklik düşmanlığını yeşertmek ve kendi toplumsal düzenini oluşturmak için kullanacak.
Türkiye, iktidarın bile “NATO’dan çıkabiliriz” diyebildiği, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyeliğin müzakere edildiği bir ülke haline gelmiş durumda.
Bu “açılımlar” iktidarın her zaman vazgeçebileceği ve temeli olmayan yeni “kıvraklıklar” olarak yorumlansa da dünya dengeleri “dış politika oyunlarına” izin vermeyen ve katı kuralların geçerli olacağı bir noktaya doğru gidiyor.
Türkiye, Batı Blokuyla yoğun ilişkiler içinde bulunsa da, AKP iktidarının kurmak istediği toplumsal düzenin siyasi yansıması, demokrasiden tamamen vazgeçilmesi olabilir.
Bunun diplomatik karşılığı ise Avrasyacılıktır ve “dışa kapalı-kontrollü” bir düzen, ancak Avrasya blokunun siyasi ve ticari desteğiyle mümkün olacaktır.
Son dönemde Türkiye’nin Batı bankalarında yer alan altın rezervlerinin neredeyse tamamını çekerek ülkeye getirmesi; iktidarın “dışa kapalı” bir yola tamamen girmesi durumunda, Rusya’ya uygulanan yaptırımlara maruz kalmamak için alınan bir tedbir olarak yorumlanabilir.
Erdoğan’a en çok ihtiyaç duyan kişi Putin
14 Mayıs seçimlerinin sonuçları sadece iç siyaseti değil, Türkiye’nin dünya üzerindeki konumunu da belirleyecek.
Rusya’nın “Amerikancı” denilen AKP iktidarına desteği, kimileri için saçma ya da şaşırtıcı olsa da diplomasi şablonlar üzerinden açıklanamıyor.
Gerçek şu ki, Rusya rejiminin AKP iktidarına ABD’den çok daha fazla ihtiyacı var. Durağan bir dönemde Rusya, bir müttefikini kaybetme durumunu idare edebilirdi ancak Putin ve Erdoğan arasında çok yakın bir ilişki var ve böylesi gerilimli bir süreçte bu ilişki karşılıklı bir mecburiyete dönüşmüş durumda.
Bu yüzden de Türkiye seçimlerine “müdahil olmak”, Rusya’nın geleneksel olarak dünyanın farklı yerlerindeki seçimlere müdahil olmasından çok daha farklı. Türkiye’ye yapılacak “yardımın” miktarı, örneğin Fransa’da NATO karşıtı Le Pen’e yapılan yardımın çok üzerinde olmak zorunda.
Rusya’dan iktidara büyük destek
Rusya açısından fatura çok yüksek ancak AKP iktidarının devamı bu bedeli zorunlu kılıyor.
Resmi olarak açıklanmasa da BOTAŞ’ın Rusya’ya ödemek zorunda olduğu 20 milyar dolarlık doğalgaz borcunun ertelenmesi “müdahalenin” boyutunu göstermek açısından önemli.
Bu para ödense zaten büyük açıklar veren hazinenin üzerine daha büyük bir yük binecekti. Rusya, döviz sıkıntısı yaşayan bir ülke olmasına rağmen, AKP’yi kurtarabilmek adına büyük bir kredi açmaktan kaçınmadı.
Diğer taraftan son dönemde bilançolarda görülen muazzam büyüklükte “kaynağı belirsiz para girişlerinin” Rusya tarafından sağlanıldığı düşünülüyor. Geçtiğimiz aylarda Akkuyu Nükleer Santrali inşası üzerinden bu tarz bir para transferi yapıldığı sıklıkla dile getirilmişti.
Putin’in Türkiye ve Suriye arasındaki gerilimi sona erdirmeye çalışması ve İran’ın da katılımıyla 4’lü görüşmelere başlanması da AKP’ye verilen açık bir siyasi destek.
Rusya’nın Suriye arabuluculuğu Erdoğan’ı kurtarma planı
Rusya, Suriye’de sahip olduğu siyasi gücü, Erdoğan ve Esad arasında başlayacak yeni bir yakınlaşma için kullanarak AKP’nin mülteci meselesi üzerinden yediği baskıyı ortadan kaldırmak için kullanıyor.
İktidarın kendi seçmenini ikna etmekte en çok zorlandığı konuların başında Türkiye’deki mülteci sorunu geliyor. Gayrıresmi yollarla bile olsa mültecilerin geri dönüşüne ilişkin bir müzakerenin olduğu propagandası yapmak, “çözerse AKP çözer” mesajı vermek ve süreci seçim sonrasına ötelemek AKP için önemli.
Avrasya, demokrasinin olmadığı bir bataklık
Erdoğan açısından ise Putin ayakta kalması gereken anlamlı bir figür. İki liderin siyasi gelecekleri açısından “kazan-kazan” durumu oluşmuş durumda. AKP iktidarı Rusya’nın sağladığı ekonomik imkanlardan faydalanırken, karşılığında da Rusya’ya büyük imtiyazlar sağlıyor.
Henüz bitmemiş olmasına rağmen seçimlere kadar yetiştirilmeye çalışılan nükleer santralin ikincisinin yine Ruslar tarafından ve Sinop’ta yapılacağı söyleniyor.
Ukrayna işgali sonrası büyük yaptırımlarla karşılaşan ve birçok ülkede mal varlıkları bloke edilen Rus sermayesi açısından Türkiye son derece güvenli bir liman. Türkiye’de kurulan Rus şirketlerinin sayısında önemli bir artış var. Türkiye Rus sermayesinin dünyaya açıldığı yer olmaya başladı. Ancak yakın ilişkileri yaratan tek hareket noktası “ticaret” değil.
Erdoğan’ın rol modeli Putin
Putin’in başkanlığına engel olan anayasayı değiştirerek yeniden başkan adayı olması örneğinde olduğu gibi, Erdoğan’ın da özlemini duyduğu siyasi düzen ancak kendisine sahip çıkabilecek baskıcı rejimlerin varlığıyla mümkün.
“Güçlü liderin” olduğu ama “muhalefetin olmadığı” böylesi bir toplumsal düzen AKP için idealdir ve bu ideale ancak Putin gibi liderlerin olduğu Avrasyacılık zemininde ulaşılabilir.
Her ne kadar “Batıya dahil olmak ve Batıdan kopmamak” birçok toplumsal kesim açısından daha cazip olsa da, Rusya tarzı “uyumlu ve tek sesli” bir komşumuzun olması, AKP’nin dayandığı toplumsal taban açısından bir sigorta niteliğinde.
“Biz bize yeteriz”
AKP’nin ürettiği “Biz bize yeteriz” sloganının Rusya’da canlı biçimde hayata geçirildiği düşünüldüğünde; iktidarın seçimleri yeniden kazanması halinde yaşanacak benzer ekonomik sıkıntılarda Rusya iyi bir yoldaş olabilir. Ekonomide nasıl “Çin modeli”ne işaret ediliyorsa, siyasette de demokrasinin tamamen rafa kaldırılması Rus modeli olarak halka sunulabilir.
İran’da kız öğrencileri zehirleyen, muhalif eylemcileri idam eden Mollaların iktidarı da Afganistan’daki Taliban rejimi de muhalefetin yok edileceği “yeni Türkiye normali”ne farklı emsaller göstermek açısından önemli.
Diktatörler Enternasyonali genişliyor
Uluslararası etkileşimin gittikçe arttığı böyle bir dünyada diktatörlerin tek başına ayakta kalması oldukça zor. Tüm baskıcı rejimler birbirlerine tutunarak ve birbirlerini besleyerek varlıklarını sürdürebiliyor. Bu küresel düzene Türk Solu olarak “Diktatörler Enternasyonali” adını verdik. Avrasyacılık ideolojisi her toplumsal olayın arkasında “dış güçlerin” arandığı; haber alma ve haberleşmenin önüne büyük engeller konulan, bir kez girildiğinde çıkmanın mümkün olmadığı bir bataklık.
Kazakistan’da direnen halkın karşısına işgalci Rus askerlerini çıkaran da, Çin eski devlet başkanını, kollarından tutarak parti kongresinden atan da, muhalif Rus iş adamlarını “kazara” ölmesine yol açan da bu ülkeleri yöneten diktatörlerin ortak zihniyeti.
Rusya, “kapitalist düzenin alternatifi” olarak parlatılan yeni kölelik düzeninin en önemli parçalarından biri. Ukrayna’nın işgali, Rusya’nın imparatorluğa dönüş yolunda attığı bir adımdı. Türkiye’ye verilen görev ise Putin’in yeni çarlık kurma girişimine sessiz kalmak olacak.
“Ayıyla yatağa girme dönemi” diyebileceğimiz bu dönem, karşılıklı denge ilişkisini ortadan kaldırmış, uçuruma sürüklenen Rusya ve Türkiye arasında bir kader ortaklığı yaratmıştır. Böylesi bir ortaklığının sonuçlarını ise I. Dünya Savaşı öncesi kurulan Osmanlı-Almanya ilişkisinden hatırlamak gerekir.