Uzun zaman önce, Gökçe Fırat sayesinde tanışmıştım Uluğbey’in Hazinesi’yle…
Gökçe de Ahsen Batur sayesinde…
Bir solukta okumuştum. Uluğbey’e, öğrencisi Ali Kuşçu’ya hayran kalmıştım. Onların asırlar önce verdiği ilericilik kavgası tüylerimi diken diken etmiş, kimi yerde heyecanlanmış, kimi yerde gözyaşlarıma engel olamamıştım. Hani bazı kitaplar vardır. Tekrar tekrar okur, her seferinde başka bir mesajla karşılaşırsınız. İşte tam da böyle bir kitap olmuştu benim için. Kaç kez okudum hatırlamıyorum bile…
Katıldığımız fuarlarda standımızı ziyaret eden herkese, “mutlaka bir de bu kitabı okuyun, çok seveceksiniz” diyerek tavsiye ederdim.
Ahsen Batur işte böyle girmişti hayatımıza…
Gökçe cezaevindeyken her hafta mutlaka sorardı Ahsen Abi’nin sağlığı nasıl, işleri nasıl diye.
Cezaevinden çıktı, biz evlendik, Ahsen Abi de sanki evimizin bir ferdi oluvermişti.
Ahsen Batur bize Uluğbey’in Hazinesi’ni emanet etmişti. Gökçe de, o emanetin sahibine canı gibi bakıyordu.
Hatta bir 14 Şubat’ta Ahsen Abi’yi hastaneye götürmüştü, önceliği oydu.
Hastaneye gittiklerinde yalvarırdı, evde telefonla görüşmelerinde yalvarırdı, “Abi bu işin şakası yok. Senin yapacak çok işin var, ne olur bizim için dikkat et kendine” diye ama…
Ama olmadı işte.
Ahsen Batur şimdi çok uzaklarda…
Ama bıraktığı miras Uluğbey’dir. Mukaddes’tir.
Hindistan’da medeniyet kurmuş Babürlerdir…
Mirasına sahip çıkmak görevimiz.
Rahat uyu Ahsen Abi… Emanetin emin ellerde…
Filiz ÇAKIR