No Result
View All Result

Risk doğuya kaymış görünüyor

Mutlu YILMAZ by Mutlu YILMAZ
2 Mayıs 2025
in GÜNLÜK
0
Risk doğuya kaymış görünüyor

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin‘in yaklaşan 9 Mayıs Zafer günü vesilesiyle yaptığı 72 saatlik ateşkes teklifi Ukrayna tarafından şüpheyle karşılandı. Halihazırda çatışmaların sürdüğü ve Rusya’nın aşırı taleplerinden geri adım atmadığı şu ortamda Ukrayna’nın şüpheleri yersiz sayılmaz. Fakat, yine de Ukrayna’nın daha barışçıl ve ateşkese yakın tutum sergilediği günlerde Rusya da bir iyi niyet göstermek, ABD’nin ısrarıyla da olsa bir adım atmak durumundaydı. Çünkü Trump bu savaşı kesin bir biçimde sona erdirecek somut ilerlemeler görmek istiyor.

Ukrayna-Rusya savaşı çerçevesindeki çeşitli yazılarımda barışın Türkiye öncülüğünde olması gerektiğini ve bunun 1970’teki Alman Doktrini Ostpolitik‘in¹ Türk modifikasyonu olarak icra edilmesinin daha kalıcı bir model olacağını savundum. Rusya’nın, Türkiye ile beraber Avrupa’ya entegrasyonunun sağlandığı Büyük Avrasya Birliği hayata geçebilseydi Türkiye’nin rolü de çok büyük olacaktı. Rusya her şeye rağmen Avrupa bloğunda olacak, diğer uçlarda ise yükselen Çin Halk Cumhuriyeti ve halihazırda liderliğini sürdüren ABD bulunacaktı. Şu an oynanan senaryo; yani Rusya’nın Avrupa’ya tehdit olacak biçimde ABD tarafına itilmesi ise Türkiye ve küresel dengeler açısından olumsuz senaryodur.

Türkiye’de ise iktidar kendi rejimini koruma pahasına içeride çevirdiği entrikalara yoğunlaşarak bu konjonktüre de sıkışık halde yakalanmış ve gelen fırsatları hep kaçırmıştır. Aslında bu kaçan veya kaçmakta olan fırsatların bir diğeri de bugünlerde tırmanan Hindistan-Pakistan gerginliğinde gözlenmekte. Bir görüşe göre Üçüncü Dünya Savaşı çok farklı bir formatta sürüyor, bir başka görüşe göre ise savaş öncesinde bazı lokal çatışmalar yaşanıyor ve ne olacağı belirsiz büyük bir savaşa ilerliyoruz.

Hindistan-Pakistan-Çin arasındaki çok hayati bir konuma sahip Keşmir bölgesinde bir terör eylemi yaşandı. Bunun üzerine Pakistan ve Hindistan karşılıklı olarak birbirlerini suçladılar, Hindistan su kaynakları üzerinden bir hamle geliştirdi.² Böyle devam ederse yıllar sonra o bölgede yeniden büyük bir savaş yaşanacak. Bu risk ortadayken, kuruldukları günden beri savaş durumunda olan bu iki ülkenin güç mücadelesi arasında Çin’in stratejik adımlarını da iyi analiz etmek gerekiyor.

Çin, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında Pakistan’a ciddi yatırımlar yaptı ve burada BRI’ye eklemlenecek (onun bir segmenti olarak) Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nu (CPEC) oluşturdu. Koridorun en kritik noktası ise Gwadar Limanı. Bu limanın idaresinin 2059’a kadar Çin’in elinde olması, denizlerde ABD donanmasıyla karşılaşmak istemeyen Çin endüstrisi için büyük bir kaçış yoludur. Ayrıca ticaretinin %80’ini denizler yoluyla yapan Çin bu hamleyle, Malakka Boğazı’na olan bağımlılığını azaltabilecektir. Malakka Boğazı hem maliyet hem de Hindistan tehdidi nedeniyle Çin’in alternatif bulması gereken bir güzergahtı, nitekim Hindistan da bu hamleleri bir tehdit olarak değerlendirmekte.

Ekonomik yönden daha geride kalmış Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ni denizine bağlayacak Gwadar Limanı sayesinde Kaşgar şehrinden başlayan yaklaşık 3000 km’lik yol Arap Denizi‘ne inecek ve oradan da Hürmüz Boğazı’na çok rahatlıkla ulaşabilecek. Elbette buraları Doğu Türkistan davasını doğrudan ilgilendiren yerler ve Türkiye’nin etkin bir rol alması zaruridir. Ancak hükümet burada çok becerikli görünmüyor açıkçası pek ilgili de gözükmüyor. Bu konu özelinde Türkiye’deki solun durumu ise daha da hastalıklı… Doğu Türkistan’daki hak arayışını ve asimilasyona karşı verilen onurlu mücadeleyi bir Amerikan manipülasyonu, emperyalizme maşa olma, FETÖ vb. saçma sapan uyduruk yaftalamalarla reddediyor. Bu gerçekten de anlaşılır gibi değil. Oysa benzer meseleler ve ayrılıkçı hareketler bu bölgelerde hep vardı. Gwadar Limanı’nın bulunduğu Belucistan da ayrılıkçı hareketlerin yoğunlaşmaya başladığı bir yer ve Batı’nın bu tür çatışma alanlarındaki rolü halkın bir takım haklı taleplerini ortadan kaldırmaz.³

Bu konu uzar gider ama biz Doğu Türkistan özelinde duruma müdahil olmak zorundayız. Doğu Türkistan’daki Türklerin durumunu gözetmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar jeopolitik yönüyle de Türkiye’nin menfaatleriyle örtüşmektedir.

Cumartesi günü Kamışlı’daki Kürt Birliği Konferansı şunu gösterdi: Suriye’deki Kürt gruplar kendi birliklerini sağlamanın da ötesinde Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimle fiili bir birlik sağlamışlardır. Kürtlerin kendi aralarındaki iktidar kavgası öyle pek kolay sona ermeyecek olsa da bu önemli bir ilerlemedir ve aslında Suriye geçici hükümeti 10 Mart’ta Rojava ile vardığı mutabakatın daha da gerisine düşmüştür. Fakat suç yine de kendilerindedir, bu saatten sonra itiraz ederler ama genel gidişata etki edecek güçleri yoktur.

‘Kürt Uluslaşma süreci’ nin en son ve şimdiye kadarki en kritik aşaması sayılabilecek Kürt Birliği Konferansı, Hindistan-Pakistan krizinde de tarafları daha görünür kılmaktadır. Kürtler bu saflaşmada ABD-İsrail ekseniyle beraber Hindistan tarafında olacak. Türkiye ise Pakistan’la hareket etmek durumundadır ve bu dolaylı olarak Çin ve Birleşik Krallık ekseninde olunacağı anlamına da geliyor. İran’daki gelişmeler ve müzakere zeminin nereye kayacağı da dengeleri sarsma potansiyeli taşıdığından özellikle izlenmesi ve Türkiye’nin hassas olması gereken bir husus. Ancak Türkiye’nin bu kamplaşmada tek başına bir yere kendisini angaje etmesi gerekmiyor.

Türkiye’nin bir an önce kendi rejim tartışmalarını ve iç kavgalarını bir kenara bırakması şart; zira bu haliyle bir fayda edebilmesi hayaldir. Uzun zamandır zaten bilindiği ve son günlerde daha iyi anlaşıldığı üzere rejim, muhaliflerine veya potansiyel rakibine bile asgarî saygıdan yoksun ve onları adeta düşman gibi görüyor. “Telef olmak” deyimi başka nasıl açıklanabilir? Bu kutuplaşmayla sorunları göğüslemek bir hayli zor çünkü milli menfaatler adına ortak bir politik yol belirlenemiyor.

Normal şartlarda otokratik rejimlere karşı mücadelenin taviz verilmeden devam etmesi gerekir. Fakat mevcut durumda bu hem çok büyük bir zarara yol açacak hem de zaman alacak. Jeopolitik riskler karşısında ise zaman aleyhte işliyor!

Paradoks şudur: Rejim baskıcı yöntemleriyle ilelebet bir iktidarı sürdüremez. Dış gelişmeler hem kendileri hem de ülkenin bütünü için aleyhte cereyan ediyor. Makul olan, yumuşama yoluyla iktidarı bırakmaları ancak bunu yapmaları kendilerinin de sonu olacak, çok net. Muhalif oluşumlar ise bunca hak ihlalinin yaşandığı ortamda rejimle uzlaşma arayışında kapıyı tamamen kapatmış değiller ama daha fazlasını yapamazlar. Adım atması gereken taraf rejimdir ancak onlardan da kendilerini tamamen sahnenin dışına atacak hamle beklemek gerçekçi olmaz.

Dipnotlar:

1) 1967’de Alman Sosyal Demokrat lider ve şansölye Willy Brandt tarafından ilan edilen OstPolitik SSCB ile yakınlaşmak gibi oldukça radikal bir doktrindi. 1970’de bu doktrin çerçevesinde adımlar atılmıştır dolayısıyla 70’lerin Alman Sol politik ekseni olarak tanımlanabilir.

2) Hindistan,1960’da imza edilen İndus Suları anlaşmasını askıya aldı. Milyonlarca Pakistanlı için su kaynağı olan İndus Nehri üzerinden yapılan bu hamle bile tek başına savaş için yeterlidir.

3) Pan-Kürdist akımlar İran, Afganistan ve Pakistan arasında paylaşılan Belucistan Bölgesini Büyük Kürdistan ülküsünde ele almakta ve Beluci halkların Kürdi halklar olduğunu iddia etmektedir.

Previous Post

Emek var, adalet yok

Next Post

Tamgadan harfe, türeyişten kimliğe

Next Post
Tamgadan harfe, türeyişten kimliğe

Tamgadan harfe, türeyişten kimliğe

Facebook Twitter Instagram

TÜM HAKLARI SAKLIDIR © 2022 TÜRKSOLU, ATATÜRKÇÜ, MİLLİYETÇİ, SOLCU GAZETE.

No Result
View All Result
  • TÜRKSOLU
  • GÜNLÜK
  • HAFTALIK
  • ARŞİV
  • İLERİ YAYINLARI KİTAPLIĞI

TÜM HAKLARI SAKLIDIR © 2022 TÜRKSOLU, ATATÜRKÇÜ, MİLLİYETÇİ, SOLCU GAZETE.