Rus ordusunun nasıl bir çapulcu sürüsünden ibaret olduğunu, işgalin ilk haftalarında İrpin, Buça, Hostomel’den kaçan Ukraynalılardan öğrenmiştik. Rus işgalinden kaçan siviller, GPS vericili eşyalarının, mesela iPhone kulaklılarının, Minsk üzerinden Rusya’nın çeşitli bölgelerine doğru yola çıktığını fark etmişlerdi. Rus askeri, katlettiği çocukların eşyalarını bile Belarus üzerinden Sibirya’daki, Kuban’daki, Urallar’daki evine kargoluyordu.
Aslında Rusya tam bir barbar istilacı gibi girdiği ülkenin insan kaynağına kadar her şeyini sömürüyor. Nüfusu azalan Rusya, işgali fırsat bilip Ukrayna’dan zorla çalışacak nüfus bile kaldırdı. Sadece Mariupol’den zorla Rusya içlerine taşınan Ukraynalıların sayısı yüz binden fazla.
Sonraki aylarda tahıl krizi ortaya çıktığında bir bütün olarak Rus devletinin haydut karakteri biraz daha gözler önüne serilmiş oldu. Rusya, Ukrayna tahılına el koymakla kalmıyor, kılıfını uydurarak ihraç etmenin yollarını da yaratıyor.
Ruslar bir yandan da Kırım’ın batısında kalan Odessa’yı işgal edemediği için tahıl krizinden ötürü Ukrayna’yı sorumlu tutuyor. Dünya tahıl krizinin sorumlusu Ukrayna’nın dizdiği deniz mayınlarıymış.
Adamın toprağını yıllardır işgal altında tutacaksın. Yetmeyecek, bu defa yok etmek için savaş çıkaracaksın. Kendini korumak için mayın dizince de tahıl krizinin suçlusu, vatanını savunan Ukraynalı olacak! Utanmadan, bir de tüm dünyaya da şantaj uygulayacaksın: “Bak, yaptırımları kaldırmazsanız tahıl krizi böyle gider, haberiniz olsun.”
Ama fırsatını bulup piyasaya çalıntı tahılı sürmesini de bileceksin. Kimse de seni suçlamayacak, çünkü seni kışkırtmışlardır. (Tecavüzcü Rusya’ya bu kadar “haksız tahrik indirimi” tanıyanların kadın cinayetlerindeki sessizliğini takip edin. Hiç şaşmaz.)
Tahıl meselesi ilk gündeme geldiğinde, aklıma 1932-1934 arasında yaşanan Holodomor’dan başka bir şey gelmedi. Rus soykırımcılığı, Stalin’in Ukrayna’da uyguladığı yapay açlıkla 7 ilâ 10 milyon Ukraynalıyı katletmişti. Bu da Ukrayna nüfusunun çeyreğini ifade ediyor.
O dönemde Moskova, merkezi planlamaya direnen zengin Ukrayna köylüsünü hizaya getirmek için Kızıl Ordu’yu çekirge sürüsü gibi ülkeye salıp köylünün elindeki lokmaya bile el koydu. En az iki yıl süren kıtlık boyunca köyünü, kasabasını, şehrini terk etmesi yasaklanan milyonlar, sınırları çevrilmiş Ukrayna’da açlık ve salgın hastalıklarla kırıldı.
Bu arada Stalin’in “sosyalist ekonomi”si tahıl ihracatıyla kapitalist dünyayı kıskandırıyordu! Orta Çağ vahşet talimatlarını harfi harfine uygulayan Ukraynalı işbirlikçi Kruşçev’in Stalin’in gözünde parlaması da böyle olmuştu. Moskova yolları ona sonuna kadar açılmıştı.
Dün St. Petersburg Ekonomi Forumu’nda, Putin’in medya komiseri Margarita Simonyan’ın konuşması gündeme düştüğünde, Holodomor’u hatırlamanın hiç de isabetsiz olmadığı kesinleşti. Simonyan’ın ağzından dökülen kan dondurucu ifadeler mealen şöyle:
“Bugünlerde Moskova’da sıkça duyduğum fesatça bir espri var. Aslında espriden de öte, bir haykırış bu. ‘Bütün ümidimiz kıtlık.’ Yani şu anlama geliyor; Kıtlık başlarsa yaptırımları kaldırırlar ve bizimle dost olurlar. Çünkü bunun gerekli olduğunu anlamış olurlar.”
“Espri”nin fesatlığını açık açık itiraf etmesi bir yana, Simonyan’ın tüm dünyayı açlıkla tehdit etmesi, hem de bu şantajı 90 yıl sonra yine işgale direnen Ukrayna üzerinden yapması çok vahim. Ama bu bile vahametin boyutlarını açıklamaya yetmiyor. Simonyan’ın bu sözleri dile getirirken yanı başında Putin, karşısında ise Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım-Cömert Tokayev vardı.
Holodomor kadar bilinmez ama Sovyetler bir iki sene öncesinden itibaren Kazakistan’da da bir yapay açlık politikası uyguladı. Kazakistan’daki yapay açlığın sebep olduğu ölümler rakamsal olarak Ukrayna’dan daha düşüktü ama toplam nüfusa oranla verdiği stratejik tahribat çok daha yüksektir. Kazakistan’daki Kazak nüfus, bu kıtlık sonrası bir daha 60 yıl boyunca, oraya yapay olarak yerleştirilmiş Rus nüfusa karşı çoğunluk sağlayamamıştı.
İşte faşist Simonyan, Führer’i Putin’in huzurunda, Sovyet İmparatorluğu’nun 90 yıl önceki iki soykırım denemesini gözlerini kırpmadan hatırlattı. Ve bunu yaparken, bu soykırımlardan birinin kurbanı olan ülkenin cumhurbaşkanın gözlerinin içine bakıyordu. Gerçekten de milyonların kırıldığı bu yapay açlıklardan sonra iki ülke bir daha kolay kolay belini doğrultamadı. Moskova, halklar hapishanesindeki hâkimiyetini ancak böyle pekiştirebilmişti.
Simonyan’ın Türkiye’deki propaganda memurlarının “çok kutuplu dünya” diye müjdelediği “devrimci miras” işte bu. 90 yıl sonra aynı Orta Çağ vahşetiyle bütün ümidini kıtlığa bağlamak ve dünyayı açlıkla tehdit etmek!