Türkiye, İran ve Rusya’dan oluşan, Suriye gündemli Astana üçlüsünün dün Tahran’da gerçekleştirdiği zirve, şu an sadece magazinel yönüyle gündemde. En çok konuşulan, Erdoğan’ın Putin’i 50 saniye kadar bekletmesi.
İki yıl önce Erdoğan ve heyetini Moskova’da bekleten Putin’in Erdoğan’ı Tahran’da bekler hale düşmesi, Batılıların da çok hoşuna gitti. Putin dünyada farklı ajans ve gazetecilerin diline düşerken Türkiye’de de yandaşından muhalifine tüm basın bu ayrıntıya kilitlendi.
Yandaş basında Erdoğan’ın sözüm ona “dünya liderliğine” vurgu yapılsa da esasen konu Putin’in sıkletten düşmesiyle alakalı. Erdoğan’ın Putin’e karşı –üstelik kendisinin de misafir olduğu İran’da– bir bekletme rövanşına yeltenebilmesi, Batı’da kazandığı inisiyatif ve manevra serbestisiyle alakalı.
Ukrayna’yı işgal etmeye karar verdiğinde Putin bunu da düşünmüştür, diyemiyoruz. Ama bu rövanş, Erdoğan’ın gelişmişliğe, demokratik teamüllere ve temel hak ve özgürlüklere karşı sığındığı “Doğulu” müttefikleri ile arasında nasıl bir ilişki zemini olduğunu göstermesi bakımından önemli. Demek ki, bu cenahta fırsatını bulan herkes, değer, ilke, felsefe, ideoloji ayırt etmeksizin akrep gibi birbirini sokmaya bakıyor.
Rusçuluğun kutbu Aydınlık’ta, Putin-Reisî ve Erdoğan-Reisî tokalaşmasına manşetten yer verilirken Erdoğan ve Putin’in buluştuğu âna dair fotoğrafın es geçilmiş olması hem çok komik, hem de çok önemli. Aydınlık, neyi karartacağını iyi biliyor.
Rusya’nın onlarca Türk askerini şehit ettikten sonra üstüne bir de Türkiye’yi aşağılamasının bir karşılığı olmasın, demiyoruz. Fakat içini doldurmadıktan sonra böyle sembolik hareketlerin pek bir anlamı yok. Kaldı ki, Tayyip Erdoğan’ın temel motivasyonu Türkiye’nin itibarı değil, kendi iktidarının devamlılığı. Ama kimsenin üzerinde durmadığı somut bir gerçek var. Tahran’daki toplantı, AKP açısından muazzam bir fiyaskoyla sonuçlandı.
Tayyip Erdoğan, aralarında Akar, Çavuşoğlu, Soylu, Nebati’nin de olduğu sekiz bakan ve bunlara ilaveten Fidan, Kalın ve Altun üçlüsünü de yanına alarak kalabalık bir çıkartma yaptığı Tahran’dan koskoca bir sıfırla döndü.
Erdoğan’ın toplantı öncesi dile getirdiği talebi biliyoruz. Suriye’ye yapılacak yeni askeri harekâta destek. Rusya’nın da İran’ın da bu talebe en başından soğuk baktığını, hatta İran’ın sert cevaplar verdiğini biliyoruz.
Bu arada AKP’nin seçim ayarlı olduğu baştan bilinen bu harekât tasarısı, aylardır bağıra çağıra söylenegeldiği için İran ve Esad yönetimi başta olmak üzere tüm aktörlere, Türkiye’ye karşı hazırlık ve tedbir için fırsat verilmiş oldu.
İşte dün Tahran’da hem Putin, hem de Reisî kesin bir dille bu ihtimale kapıyı kapattılar.
Denilebilir ki, Türkiye İran ve Rusya’nın desteği olmadan da Suriye’nin kuzeyinde PKK unsurlarına karşı operasyon başlatabilir. Ama bunun için, üç tarafın ortaklaşa imzaladığı 16 maddelik sonuç bildirgesine bakmak gerekiyor.
Erdoğan’ın imzaladığı bildirinin 4’üncü maddesine göre taraflar:
“Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmişler ve Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün yanı sıra komşu ülkelerin milli güvenliğini tehdit eden sınır ötesi saldırılar ve sızmalar dâhil olmak üzere ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını vurgulamışlardır.”
“Gayrımeşru özyönetim teşebbüslerini”, biz pekâlâ PKK/PYD olarak okuyabiliriz. Ama herkesin bildiği üzere PKK, Rusya için hiçbir zaman terör örgütü olmadı. Rusya ve İran, aynı ifadede ÖSO’yu teşkil eden grupları görüyor ki, bunlar zaten Türkiye tarafından silahlandırılan, eğitilen, savaştırılan gruplar. Sırf bu ifade bile Türkiye’yi, en azından bir biçimde PYD’nin adının geçirildiği Madrid mutabakatından fersah fersah geriye düşürüyor.
Aynı maddede, “terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler” yaratmakla itham edilerek hedef alınan tarafın yine Türkiye olduğu ayan beyan ortada. Bu ifade ile Türkiye’nin Suriye topraklarında terörle mücadeleyi bahane bile değil, bir kisve, bir paravan olarak kullandığı kabul ediliyor. Tayyip Erdoğan işte bunun altına imzasını attı!
Bildiride “dünya liderine” (!) imzalatılan 9’uncu madde ise, Türkiye’ye olası bir askeri harekâtın kapısını daha baştan kapatmış. Hem de BM Güvenlik Konseyi’nin 2015’te aldığı karara dayanılarak:
“[Taraflar] Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceğine ve ihtilafın yalnızca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde, Birleşmiş Milletler’in kolaylaştırıcılığında, Suriyelilerin öncülüğü ve sahipliğinde bir siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğine dair inançlarını teyit etmişlerdir.”
Muhalefet dâhil, kimsenin dile getirmediği bu hezimet, Erdoğan’ın iki sene önce Kremlin koridorlarında bekletildiği günden bile daha ağır. En azından Erdoğan, o gün âdeti olduğu üzere yine devleti çiğneyip Putin ile baş başa görüşebilmişti. Sonuçta “Şahsım”ın bilip devletin bilmediği her şey Erdoğan için kazançtır. Dün ise, Tahran’da bu bile olmadı. Hatta Erdoğan ve yanındaki heyet, zirveyi erken terk eden taraftı.
Fakat Erdoğan’ın dün Türkiye’ye yaşattığı hezimetin bir de gerçek ötesi bir boyutu var. O da tüm dünyadan dışlanmış bir Rusya’nın nefes alıp dışarıya kolunu uzatabileceği tek pencere olduğumuz gerçeği. Yani kapalı kapılar ardındaki hesapların dışında konuşacak olursak, Ukrayna Savaşı başladığından beri tüm kozları elinde tutan Türkiye’nin Tahran’dan eli boş dönmesinin mantıklı hiçbir açıklaması yok.
Bu yüzden akla daha başka bir ihtimal gelmiyor değil. Tayyip Erdoğan, Suriye’de bir askeri harekâtı yapmayacağını İran’a ve Rusya’ya açık açık taahhüt ediyor. Ancak yine de verdiği taahhüde rağmen bu hareketi yapmaya niyetlenebilir. Zira Türk ordusunun bölgedeki tüm aktörlerle kapışma potansiyeli var.
Sonuçta Türkiye’yi dışarıda yalnızlaştırmak ile içeride baskıyı arttırmak Tayyip Erdoğan’ın iktidarı için bir kuvvet çifti işlevi görüyor. NATO üyesi olarak NATO güvenlik ilkelerine aykırı olan S-400’leri hem de hiç kullanmamacasına satın almak üzerinden alınan Batı karşıtı tavrın sonucu belli. Türkiye günden güne dünyada dışlanıp yaptırımlara uğrarken, F-35 programından bile olurken, AKP bu durumu içeride baskıyı arttırmaya tahvil edebilmişti.
Acaba Tayyip Erdoğan, iktidarını kurtarmak için şimdi de tersinden bir yalnızlaşma hamlesini planlıyor olabilir mi? Sırada ne var? İran’la savaş mı?
Ukrayna Savaşı AKP rejimine hayal bile edemeyeceği uluslararası inisiyatif ve fırsatlar tanımışken Erdoğan’ın bunu Türkiye’nin çıkarına kullanmasını mı beklemeliyiz? Yoksa çil yavrusu gibi dağılacak olan iktidarını kurtarmak için bu fırsatları altın gibi bozdurup harcamasını mı?