Geçtiğimiz gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’nın Ukrayna işgalinin kınanması için yapılan oylama, Rusya için beklenmedik ölçüde büyük bir hezimetle sonuçlandı. Oylamaya katılan ülkelerin aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 141’i, Rusya’yı kınayan kararın kabul edilmesi yönünde oy kullanırken sadece beş ret oyu verildi ve bunlardan biri de elbette Rusya’nın kendisiydi.
Diğer “hayır” diyen ülkelerse şunlar: “Ülke” mi Rusya’nın vassal kontluğu mu belli olmayan Belarus ve kendini Putin’e teslim etmiş Esad Suriye’si, “ne yapsa yeridir” diye pek şaşırılmayan ultra otarşi Kuzey Kore ve Eritre. Estirilen bunca “Yüce Çar Putin” rüzgârına rağmen Rusya’nın kendisini açıktan destekleyecek sadece beş oy bulabilmesi, dünya çapındaki tecridin, Rusya’ya tepkinin en net göstergesi. Ayrıca diğer taraftan da Rusya ve Putin’in dünyanın çok çeşitli ülkeleri üzerinde yarattığı itici ve ürkütücü etkinin de işareti.
Demek ki kimse yeni bir dünya savaşı, nükleer kıyamet ve bir Slav Hitler’i istemiyormuş!
Oylamada “hayır” demeyen ama çekimser oy veren 34 ülke ile oylamaya katılmayan ülkelerin varlığı ise gerçekte bunların Rusya’ya destek olmaları değil bilakis destek olmamaları ya da olamamaları anlamına geliyor.
Rusya’nın en yakın destekçisi olduğu düşünülen Çin, çekimser kalmayı seçti. Dünya sisteminden yalıtılma korkusu (ki bundan Çar hazretlerinin de korktuğunu bizzat kendisinin yaptığı açıklamadan biliyoruz) Rusya aşkına ağır bastı. Zaten ABD yaptırımları ile zor durumda olan ve kaybedecek pek de bir şeyi olmayan Venezuela oylamaya katılmamayı seçerken, benzer durumdaki Küba ise çekimser oy verdi. Yine ilk açıklamalarında Rusya’yı doğrudan ve açıkça destekler konumda olan Nikaragua da çekimserlikle iktifa etti.
Putin’in sözünden pek çıkamamalarıyla ünlü “aksakallı” liderleriyle Türk devletleri de ya çekimser kaldılar ya da “yok yazılmayı” seçtiler.
Ukrayna’ya karşı oynamaya kalktığı “blitzkrieg” denemesi sahada kendi verdiği rakamlarla 500 askerini kaybetmesiyle çöken Rus Führer’inin kimse üzerinde pek bir yaptırım gücünün olmadığı da ortaya çıktı.
Bunların yanında üzerinde biraz daha durulması gereken birkaç örnek daha var. Bunlardan birisi, faşist eğilimli devlet başkanı Jair Bolsonaro’nun Brezilya’sının verdiği “evet” oyu. Bir diğeri de yine aşırı sağcılığı ve otoriterliği ile Avrupa’nın ortasında yeni bir “faşizm” ihtimali olarak duran Macaristan’ınki…
Bolsonaro’nun esas otoriter bağlantısının Putin’den ziyade Trump’la olduğu biliniyor. Orban ise Avrupa’nın içinde Putin’in Truva Atı olarak bilinse de Ukrayna işgalinin ardından Putin’le yakın ilişkilerini keseceği anlaşılmıştı. Son olarak BM oylamasında Macaristan da kendini “evet” tarafına atarak Korkunç Yüce Führer Deli Çar’ı yalnız bırakanlar kervanına katıldı.
Muhtemelen en totaliter, en otoriter diktatörler bile kendilerini Mussolini ile özdeşleştirip başlarına Putin şahsında bir Hitlervari tahakküm getirmek istemiyorlar. Rusya ve Putin, bir nevi “değerli yalnızlığı” yaşıyor.
Kısacası, Rusya’nın BM’deki izolasyonu ve hezimeti, yaklaşan genel hezimetinin işaretinden başka bir anlama gelmiyor. Rusya’nın askerî savaştan galip çıkma ümidi her atılan mermi ve geçen saniyeyle azalırken, siyasî ve ekonomik savaştaki yenilgisi ise şimdiden garantilendi.
Ne nükleer tehdidi, ne dünyaya kafa tutan sert adam profili artık sökmüyor. Putin, Rusya’yı bitişe sürüklüyor.
“Kâğıttan Ayı”nın tutuşup yanması için demek ki bir kıvılcım yetecekmiş. O kıvılcımın adı ise Ukrayna…