Ana muhalefet lideri olarak Kılıçdaroğlu, genel başkanlığa oturduğu andan itibaren her fırsatta sokağa çıkmayacağını, sokakta siyaset yapmayacağını dillendiriyor. Liyakatsiz öğretmen atamalarının nedenini sormak için Milli Eğitim Bakanlığı’nın önüne gitti. Yanında birkaç milletvekili ve atanması yapılmayan az sayıda öğretmen adayı vardı.
Bunu bir sokak hareketi olarak algılayan Tayyip Erdoğan hemen bir açıklama yaptı:
“Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş. 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse, siz de aynı dersi evvel Allah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.”
Cumhur İttifakı’nın diğer bileşeni Bahçeli de açıklama yapmaktan geri kalmadı:
“Hükümeti ve devleti hedef alan sokak hareketlerine canımızla, kanımızla direnmesini çok iyi biliriz.”
Kılıçdaroğlu bir röportajında bu açıklamalara şu şekilde cevap verdi:
“Beyefendi bizim sokağa çıkmamızı istiyor, çıkmayacağız. Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok. Sabırla seçim sandığını bekleyeceğiz, oyumuzu kullanacağız, bir otoriter yönetimi demokratik yollarla değiştireceğiz.”
Millet İttifakı’ndan Meral Akşener’in açıklaması da aynı eksende:
“Kimsenin ağzından sokağa çıkmak diye bir cümle çıkmadı.”
Sokak tartışmaları neden gündemde?
Sokak tartışmaları dönem dönem gündeme gelir. Özellikle son iki aydır bu tartışma alevlendi. Bunun hem yandaş hem muhalif kesimde görebiliyoruz. Birçok kalem olumlu veya olumsuz sokağı köşesine taşıyor, televizyonlarda sokak konuşuluyor.
Bunun temel nedeni ekonomik kriz. Artan zamlar, hiper enflasyon her kesimi etkiliyor. Bu etkinin sokağa taşınma ihtimali her zaman var. İktidar ve muhalefet sokağın ne getireceğini kestiremediği için bunu engellemeye çalışıyor. Bu konuda aynı tavrı sergiliyorlar. Sokağa çıkmayı terörist bir eylem olarak tanımlıyorlar. Tayyip Erdoğan bunu açıktan söylüyor, “terörist” suçlamasını sık sık dillendiriyor. Millet İttifakı da “sokağa çıkmayacağız” diyerek, bu söylemi meşrulaştırıyor. Muhalif seçmende bu tutum kabul görmeye başladı. Sokak uzak durulması gereken bir alan haline getirildi.
Oy kullanmak da sokağa çıkmak da anayasal haktır
Anayasa’nın 34. maddesi toplantı, gösteri, yürüyüş yapmayı hak olarak tanımlamaktadır. Tayyip Erdoğan, anayasal hakkını kullananları terörist olarak tanımladı. Sokağa çıkmayı kırıp dökmek olarak görüyor.
Kılıçdaroğlu da sokakta hep bir provokasyon olacağını söylüyor. Kendi kitlesi provokasyona gelmeyecek kadar bilinçli bir kitle. Bu kitlenin gücünü Adalet Yürüyüşü’nde görmüş olması gerekir. Yüzbinlerin 20 gün boyunca sokakta olduğu bu yürüyüşte bir olay çıkmadı. Provokasyonlar yapılmaya çalışıldı, yürüyüşe katılanlar bu provokasyonları geri püskürttüler.
20 yıldır defalarca sandığa gittik. Sandıktan bir şekilde AKP çıktı. 2017 yılında mühürsüz oyları geçerli saydılar, 2015 yılında seçimleri tekrar ettiler. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da yeniden seçim yaptılar. Seçimler Tayyip Erdoğan’ın belirlediği kurallar etrafında şekilleniyor. Sandık AKP’nin en güçlü olduğu yer, sokak ise en savunmasız alandır. Savunmasız olduğu yerden saldırmak doğru bir taktik olmaz mı?
Halkın sokak talebini “AKP’nin ekmeğine yağ sürmeyeceğiz” diyerek sürekli öteleyen muhalefet, ne zaman ve nasıl olacağını bilemediğimiz bir seçimi beklemeyi tercih ediyor.
Demokrasi sokaktan koparılamaz
Demokrasiyi yalnızca sandığa bağlayan muhalefet, sokağı sandığın alternatifi gibi gösterme anlayışını devam ettiriyor. Siyaseti yalnızca grup toplantılarında konuşmaya, tweet atmaya indirgediler. Sokak ve sandık muhalefet için birbirini tamamlayan etmenler olmalı.
Haklı taleplerle sokağa çıkıldığında halk destekliyor. Çok uzak bir tarihe gitmeye gerek yok. Bunu Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde gördük, kadınların sokağa çıktığı mitinglerde gördük.
Bizim gördüğümüzü muhalefet partisi liderlerinin görmemesi mümkün değil. Parlamenter sisteme geçmekten, demokrasiden, Anayasa’dan bahseden Millet İttifakı sokağı da hak olarak kabul etmelidir. Bunu dillendirdiği ve harekete geçirdiği zaman iktidarı geri adım atmaya zorlayabilir.
Sokağa inen herkesi dış güçlerin maşası olarak tanımlama iktidarın ve yandaşlarını kullandığı bir silah haline geldi. Halk, muhalefet kendi isteğiyle sokağa çıkamaz, eylem yapamaz. Eylem yapan olursa dile getirdikleri soru şu: “Arkalarında kim var acaba?”
Muhalefet bu algıyı yıkacak bir eylem yapmadıkça, herhangi bir söylem geliştirmedikçe toplumun her kesiminde bu hastalıklı bakış açısı yerleşecektir.
Şu anda İBB’de İçişleri müfettişleri var. İmamoğlu hakkında soruşturma iddiaları gündemde, görevden alınması gerektiği söyleniyor. Bu durumda İstanbul halkı sokağa inse, arkasında dış güçler var mı diyecekler? Kılıçdaroğlu aman provokasyona gelmeyelim açıklaması yapmaya devam edecek mi? Sokağı öcü gibi göstermeye devam eden muhalefet, kendi belediyelerine bu şekilde müdahale edilirse, halkı yanında göremez.
Kazakistan’daki sokak eylemlerinde muhalefetin tavrı
Mesela Kazakistan’da başlayan sokak eylemlerinde halk sokağa indi. İktidar geri adım atmak zorunda kaldı, kabine istifa etti. Kazak halkı 30 yıldır süren iktidara, yağmacı düzene artık dur dedi. Tek adam rejimine isyanını sokağa taşıdı.
Rus ordusu Kazakistan’a girdi, eylemcilere ihtar yapılmadan ateş edilmesi kararı çıktı. Tüm dünya Kazakistan’da neler olacak diye merakla beklerken, Türkiye’de muhalefet partilerinin tavrını göremedik. Avrupa ülkeleri, ABD açıklama üzerine açıklama yaparken Türkiye sessiz kaldı.
İktidarın sessizliğini anlayabiliriz, onlar Rusya’nın tavrını beklediler. Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı sessizliğini bir hafta sonra bozdu. Muhalefetin kimi desteklediğini hala bilmiyoruz.
Kılıçdaroğlu ne bir tweet attı, ne bir açıklama yaptı. Akşener tweet’inde “Kazak halkının ve devletinin yanındayız” ifadesini kullandı. Türkiye’yi yönetmeye talibiz derken, bu konuda siyaset yapmamayı tercih ettiler.
Sokak korkusu muhalefette temel politika haline geldi. Kazakistan’daki sokak eylemleri hakkında bile açıklama yapmaktan çekiniyorlar. Böylece “AKP’nin ekmeğine yağ sürmeyeceğiz” politikasını devam ettiriyorlar. Sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki bütün sokak eylemleri AKP’nin işine gelir diye karar verdiler sanki.
Sokakları terk etmeden muhalefet yapılmalı
Sokak denildiğinde akla kırmak dökmek gelmemeli. Aralık ayında CHP’nin Mersin’de yaptığı miting bir sokak hareketiydi. Bu mitinglerin devamını getirmediler. Meral Akşener’in tüm yurttaki esnaf gezileri bir sokak hareketiydi. Günde iki il gezen Akşener 15 gündür esnaf ziyareti yapmıyor.
Sokak, protesto eylemlerinin yapıldığı yerdir. Bu miting de olabilir, esnaf ziyareti de, basın açıklaması da. Sokak haktır, üstelik Anayasa’yla güvence altına alınmış bir özgürlüktür. Bunu terörize etmeye çalışan iktidara karşı çıkmalıyız. 4 Aralık Mersin Mitingi’nde gösterilen cesaretin devamı gelmelidir.
Ana muhalefet partisinin geniş kesimleri sokağa çıkarma gücü olduğunu daha önce gördük. Sandığın ayağına gelmesini beklemek siyaset yapmak değildir. Sandık talebi sokakta dillendirilmelidir. Sokak sandığı dayatmalıdır.
AKP’nin yapılacak seçimde kesin gideceğine dair bir güven var. Bu güvenle sokağı tamamen yok sayarak, sandığa kilitlenmiş durumdalar. Anketlerde Millet İttifakı’nın oyunun arttığını görüyoruz, ama bu yeterli değil. Muhalefetin kendi yaptırdığı anketlerde bile kararsızların oranı oldukça yüksek çıkıyor. Muhalefetin kararsızları ikna etmek için gücünü göstermesi gereklidir. Bu gücü de şu anda yalnızca sokakta gösterebilir.
Sokağa çıkılıp çıkılmayacağını da Tayyip Erdoğan belirlememeli. Muhalefet gücünü sokakta göstermelidir. Sokağın güvenliğini sağlamak iktidarın görevidir. Güvenliği muhalefet değil, iktidar sağlamalıdır. Kitle örgütlerini, sivil toplum kuruluşlarını yanına alan bir muhalefet, herhangi bir provokasyona izin vermeden halkı sokağa taşıyabilir.