Dün Eyüp Sultan’da makamında şehit edilen okul müdürü ve eğitimci İbrahim Oktugan’a tüm Türkiye ağlıyor. Yas tutuyor. Ancak birileri Türk milletini kışkırtmak için hocamızın anısına hakaret etmeye ve hatta katile övgüler yağdırmaya devam ediyor.
Ermeni ırkçısı Sevan Nişanyan, “bazı koşullarda öldürmek bir yöntemdir” diyebilecek kadar alçaklaştı. Gerekçesi ise hocamızın arkasındaki Atatürk resmiydi: “Öldürülen İbrahim Bey’i tanımam etmem. Ama arkasına aldığı posteri iyi tanıyorum.”
Kan içici koroya hemen Kürt ırkçıları katıldı. İbrahim Oktugan’ın Türk milliyetçisi kimliğine gönderme yaparak; “itçiymiş”, “öğrencinin annesine ırkçılık yapmış” tarzında hakaretler yağdırdılar.
Dinci, Kürt ırkçısı, Ermeni ırkçısı, liboş v.s. fark etmiyor. Atatürk düşmanlığı her faşistin amentüsüdür. Ve bunların öğretmen katillerine özellikle büyük bir hayranlıkları vardır. Güneydoğuda şehit edilen öğretmenlerimizi asla anmayan sözde öğretmen sendikasıyla, Kubilay’ı şehit edenleri “din mazlumu” ilan edenler aynı Türk düşmanı kumaştandır.
Nitekim Türk düşmanlığı için “dini” maskeler kullananlar da eksik kalmadı. Ama inanılmaz bir cüret ve korkunç bir sinsilik ile çıktılar ortaya. Bunların gerekçesi de hazır. Katil Iraklı olduğu için, ensar-muhacir kardeşliğini yok etmek isteyenler varmış. Hoca efendi de buna engel olacakmış.
Adeta “çifte kaymak”! Hem bir öğretmenimiz öldürülmüş, hem de öldüren Türk değil! Gerici bu durumda mutlaka zalimin yanında olacaktır.
Karşımda bir kayıt var. Hiçbir montaj veya oynama yok. İzliyorum ve hayretler içerisindeyim. Şehit öğretmenimizin cenazesinde, Bayrampaşa Müftüsü olduğunu öğrendiğim Recep Esen konuşuyor. Öğretmenimize şehit diyemiyor ve üstüne üstlük olaya tepki gösteren Türk milletine parmak sallıyor, bizi suçluyor. Cenaze kaldırmak yerine seviyesi yerlerde sürünen siyasi bir ajitasyon yapıyor. Aktarıyorum:
“Bu menfur durumu gündeme getirerek, tekrar birisini göçmen diye ifade etmek suretiyle, tekrar birilerini mazlum ve mağdur duruma getirmek, hiçbir zaman insani ve İslami değildir. Bundan nemalanmaya çalışan ve bu bağlamda ülkemizi de karıştırmaya çalışan hiçbir kimselere fırsat vermemek bizim mümin ve muvahhit olarak şiarımızdır. İbrahim Hocamız ömrünü insan yetiştirmeye adadı ve güzel bir şekilde ömrünü tamamladı. Elbette bu durum hoş bir şey değil. Ama katil ahrette katil olarak yargılanacak, İbrahim Hocamız maktul, mağdur ve mazlum durumda olmuş olarak Allah’ın karşısına çıkmış olacak (…) Kıymetli kardeşlerim bu durumdan nemalanmaya çalışan ve ülkemizi karıştırmaya çalışanlara da fırsat vermeyelim. Bu hususta uyanık olalım. Müslüman uyanık olandır… ”
Hoca efendi, hoca efendi. Ağzından çıkanı kulağın duysun. Ettiğin lafların ucunu sonunu düşün de konuşma. Ön sıraya toplanan protokole güvenip, aileyi ve Türk milletini tahkir edecek laflar etme!
Lafa bak! “İbrahim Hocamız ömrünü insan yetiştirmeye adadı ve güzel bir şekilde ömrünü tamamladı.”
Ne demek ömrünü güzel bir şekilde tamamladı? Devletin korumadığı okulumuza Türk vatandaşı dahi olmayan bir katil giriyor, elini kolunu sallayarak müdürün odasına giriyor ve hocamızı kurşun yağmuruna tutuyor. Müftü Recep’e göre “hocamız ömrünü güzel bir şekilde tamamlamış.” Bir de tüy dikecek ya. Bu cümlenin üstüne “elbette hoş bir durum değil” diyor.
Vay be! Eli silahlı bir terörist gelmiş okulda öğretmenimizi şehit ediyor. Hoca efendinin bu olaya yönelik tarifi “nahoş durum”!
Durmuyor hoca. Ağzı torba değil çünkü. Bu sefer başlıyor haklı olarak bu olaya tepki gösterenlere çatıyor. Göçmenleri hedef gösteriyorlarmış, olaydan nemalanmak istiyorlarmış, ülkeyi karıştırmak istiyorlarmış. Bir de göçmenlerin mağdur ve mazlum etmek istiyorlarmış.
Tabii anlıyoruz neden “hoş bir durum” değilmiş. Çünkü “fırsattan istifade” Türk vatanına AKP’nin bilerek ve isteyerek soktuğu işgalciler kınanabilirmiş.
Recep Efendi, madem bu kadar akıllısın, söyle bakalım kimmiş bu kötü niyetliler? Kim bu Türkiye’yi karıştırmak isteyen, bu durumdan nemalanmak isteyen?
Mesela sınırlarımızı delik deşik edenler mi? AB’den aldıkları siyasi ve mali destek için ülkeyi Batı’nın sığınmacı deposuna çevirenler mi? En az 5 milyonu kaçak 10 milyonu aşkın sığınmacıyı Türkiye’ye dolduranlar mı? Sokakta gördüğü kaçağa kimlik sorulmasın diye kolluk güçlerine emir verenler mi? Yoksa senin kadrolu olduğun Diyanet’e bağlı resmi camide insan kaçakçılığı yapıldığını tespit eden polis memuruna hayatı zindan edenler mi?
Yok hayır onlar değil! Müftüye göre en büyük düşman, en büyük nifakçı, en büyük karıştırıcı yine biziz. Vatandaş. Sıradan Türk. Vergisini ödeyen, kanunlara uyan, devletine sahip çıkan bizler.
Hoca efendi diyor ki; “Müslüman uyanık olandır.” Maşallah kendisi pek uyanık! Bir şehidin cenazesini bile AKP’ye yaranmak için kullanabiliyor. İlçeden ile terfisini kapacak ya.
Müftünün “göçmen” dediklerine ise AKP bile “göçmen” demiyor. “Geçici sığınma hakkı olanlar” gibi bir tanımları var. Neden? Çünkü mülteci deseler, maazallah Türkiye’den AB’ye geçerlerse mülteci statüsünü kapanlar, AB uluslararası hukuka göre onları Türkiye’ye gönderemez. O zaman da AKP’nin AB’den aldığı rüşvet kesilir. Yani kendileri ensar falan da değil, sadece tüccar. Kelle tüccarı!
Katile gösterilen tepkiyi bile “milli güvenlik sorunu” haline getiren din adamı, din adamı değildir. İstiklâl Savaşı’nda düşman için fetva veren Dürrizade’nin ve Mustafa Sabri’nin mesleği neyse odur.
Diyanet’in maaşlı elemanları, asıl kendileri gittikçe bir milli güvenlik sorunu haline gelmektedir. 3 milyar dolar bütçelerine, her cuma topladıkları tonla bağışa rağmen, camilerimizin lavabo ve abdesthanelerini temiz tutmaktan aciz tipler, her cenazede kışkırtma görevlisi gibi atıp tutuyorlar.
Bu kaçıncı cenaze? Bu kaçıncı patavatsızlık? Tanımadıkları merhumları 40 yıllık dostu, akrabasıymış gibi anlatan, cemaate parmak sallayan, siyasi mesajlar vererek iktidara yaranmaya çalışanlar!
İnsanları bari en acılı günlerinde rahat bırakın. Yoksa böyle giderse o avluya bile sokulmayacaksınız. Dinimiz kolaylıklar dini. Cenaze namazı herkes kıldırabilir.