13 Mayıs 2014’te Soma’da kömür madeninde yaşanan patlamadan sonra 301 işçi hayatını kaybetti. Bundan sonra yaşananları hatırlıyoruz. Hem Türkiye hem Soma büyük bir infial yaşadı. Çok haklı bir infialdi bu, çünkü tıpkı Bartın’da olduğu gibi bu facia da bir iş kazası değil iş katliamı olarak görülmüştü.
AKP lideri Tayyip Erdoğan, Soma’ya gidip parti mitingi tadında takılmak istemiş, madenci ailelerinin tepkisiyle karşılaşınca korumaları ailelere saldırmıştı. Sonra yaşananları hatırlıyoruz. Bir süpermarkete sığınmak zorunda kalmıştı.
Bunun adına gerçekten de infial denir. Bu tür büyük olaylarda infial haklı bir tepkidir. Hele bir de katledilen işçilerin ailelerine saldırırsanız bu infial isyana dönüşür.
Aradan 8 yıl geçti. Bartın’da yine bir maden toplu mezarlığa dönüştü. 41 işçi öldü. Tüm bilgiler ve olgular yine büyük bir ihmal olduğunu gösteriyor. Yine kimse buna iş kazası demiyor. İş katliamı olduğu açık. Ancak bu sefer olay yerinde çıt yok.
Tayyip yine seçim mitingi havasında takılıyor. Muhalefeti dezenformasyon yapmakla suçluyor. İşletmeci şirketi savunuyor. Yine “kader planından” bahsediyor. Ve işçileri kurtardıkları için değil, ne kadar çabuk naaşlarını çıkardıkları için övünüyor. Aynen aktarıyoruz:
“24 saati bulmadan neticeye varmış olmamız bizleri bu noktada rahatlattı. Çünkü Soma’da biliyorsunuz çok uzun sürdü ama burada 24 saati bile bulmadan 41 şehidimize hamdolsun ulaştık.”
Bu iğrenç ifadeler canlı yayında anında aktarılıyor. Çıt yok. Sadece Amasra değil tüm Türkiye’de sessizlik hâkim.
Soma’da yaşananlar ile 2022 Türkiye’sinde, Bartın’da yaşananlar ne kadar farklı görüyoruz değil mi?
Eğer bir facia varsa, bir kaza varsa, hele ihmal veya kasta dayalı bir toplu cinayet varsa, tüm sağlıklı toplumlarda infial vardır. Afet anlarında infial değil, bu tepkiyi göstermemek suçtur.
Ambülans ve itfaiyeler bile siren seslerini sonuna kadar açarak, adeta bir infial halinde olay yerine yetişmeye çalışır. Türkiye’de ise hiç de doğal olmayan bir “sükûnet” var. Bu bir olgunluk ve iş bilirlik sessizliği değil, korku ve yılgınlık suskunluğu! Bu sükût 8 yılda dikta ve sansür rejiminin Türkiye’yi nereden nereye getirdiğinin göstergesidir.
AKP ve MHP’nin çıkardığı Sansür Yasası ile aynı gün gerçekleşen katliama karşı medyanın ve muhalefetin tavrı tam bir toplumsal deney oldu. Yasa başarılı! Soma’dan bu yana ülkenin ne kadar gerilediğinin ve yeni katliamların kapıda olduğunun göstergesidir bu.
Haberler “sızmıyor” değil. Örneğin kimse adını bile anmıyor. Ama maden Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda (TTK) gözükse bile, imtiyaz sözleşmesi meşhur saray oligarşisine bağlı Hattat Grubu’nda. Uluslararası Pandora Belgeleri skandalı ile adı tüm dünyada duyulmuş olan sermaye grubu.
Bunları yazmak “kışkırtıcılık”, “yerli ve milli” nizama karşı halkı isyana teşvik, ancak işçinin alın teri ve kanı ile elde edilen servetleri off-shore şirketler aracılığıyla yurtdışına aktarmak “yerlilik” ve “millilik”. Katliamlar yerli ama servetler yurtdışında.
Hattat’ın adı bile yok haberlerde. Bir tek A Haber muhabiri rahat. Çinli bir maden mühendisi ile röportaj yapıyorlar kaza yerinde. Türk maden mühendisi yok mu? AKP’ye yakışır, çünkü Çin maden kazası ölümlerinde açık ara dünya rekortmeni. Sistemi aynen taşımak istediler demek ki. Neden Çinli maden mühendisi çalıştırıyorlar sorusunu bir yana bırakalım. Çinli maden mühendisi A Haber muhabirine Hattat Grubu’nu övüyor. Çok dikkatli ve verimli çalışıyorlarmış. İşbirliğinden çok memnunlarmış.
Sayıştay Raporları 2017, 2018, 2019’da maden ile ilgili sayısız uyarılarla dolu. Şirkete imtiyaz sözleşmesi ile “ayrıcalık sağlandığı aşikar” deniyor. “İş güvenliği yok” deniyor. “Gaz birikmesi var” deniyor. “İşçiler eğitimsiz, çok gençler, az sayıdalar” deniyor.
Bunlar da haberlerde “detay” olarak geçiyor. Çünkü TTK açıklama yapmış. Sayıştay Raporları’nda geçenler de “dezenformasyon”muş.
Devletin denetlemek ile yetkili bağımsız kurumunun raporu da “dezenformasyon” olamaz ya! Olabilirmiş. Artık kapı gibi “dezenformasyon” yasamız var. Herkes dört elle sarılmış. TTK, Sayıştay’ı ihbar ediyor!
Bu “devletin” gerçek devleti ihbar etmesidir. Hemen Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabından yanıt geliyor. 12 kişi hakkında “dezenformasyon” yaptıkları için soruşturma başlatılmış.
Sayıştay’ın “dezenformasyon” yapmakla suçlandığı bir ülkede, medya konuşabilir mi? Örneğin TTK Genel Müdürlüğü’ne atanan Kazım Eroğlu’nun aslında yine bir iş cinayetinden dolayı yargılandığını ve hüküm giydiğini ancak bir “detay” olarak bulabilirsiniz yine.
Bir adam düşünün, Kozlu’da, 2013’te 8 işçinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan iş cinayetinin davasında 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla mahkûmiyet verilmiş. Mahkeme kararıyla bir numaralı sorumlu bulunmuş. Elbette bir gün bile hapiste yatmamış. Cezası para cezasına çevrilmiş. Ve bundan sonra daha da hızlı yükselmiş. Resmen Kozlu Katliamı adama referans olmuş ve AKP tarafından TTK’nın başına getirilmiş.
Yine haberi yok, yine manşeti yok, yine hiçbir protesto yok. Soma’dan günümüze kadar köleci düzenin efendileri gerçekten de ne kadar çok yol almış?
Artık yeni moda ifadelerimiz var. Her ağzını açan “dezenformasyon” diyor. “Halkı kin ve nefrete” sevk etmemek için herkes ayrı bir itinalı.
Açıkça söyleyelim. Böyle bir iş katliamından sonra kin ve nefret duygusu hissetmemek ve bunu dile getirmemek ahlaksızlıktır. İtidal bu tür durumlarda hainliktir. Dilsiz şeytanlıktır. Yeni cinayetlere davettir.
Gerçekleri yazmak “dezenformasyon” ise de bu suçu işlemeye devam edeceğiz. Ancak madem gerçeklerden bahsetmek görevimiz, kimseyi de kandırmayacağız. Soma’da atılan tekmeler o gün işe yaramadı. Ancak 8 yıllık dikta ve sansür rejiminden sonra Türkiye’nin geldiği nokta ortadadır. Her yer Amasra gibi karanlık ve sessiz.
Medyamız ve tabii muhalefetimiz artık çok “itidalli”. Katliamlar devam ediyor. Artık sessizlik ve tevekkülle “tepki” gösteriliyor. Diktayla mücadele yöntemi olarak “itidal”i seçen halkları bekleyen her zaman esarettir, onursuzluktur, ölümdür.