Tayyip Erdoğan’ın Akdeniz’de görev yapacak yeni sondaj gemisi için “Abdülhamid Han” adını seçmesi, AKP döneminde uydurulan sahte tarihin örneklerinden bir tanesi olarak kayıtlara geçti. Oysa Abdülhamit denizleri sevmediği gibi, Sultan Abdülaziz’e yapılan darbede donanmanın payını bildiği için de denizcilere karşı tedirginlik duyardı.
Hangi Abdülhamit Han’ın kastedildiğini Erdoğan’ın konuşmasından anlayabiliyoruz. Erdoğan konuşmasında “Abdülhamit Han ismiyle karşılan birilerinin aklına önce Ethem Paşa ve Dömeke Savaşı gelecektir.” diyerek kastedilenin 2. Abdülhamit olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın Abdülhamit’i övmek için gösterdiği Dömeke Savaşı, kazanıldığı için sevinilecek diğer taraftan ordusuna güvenmeyen bir padişahın ne kadar korkak olabileceğini gösterecek önemli bir dönemeçtir.
1897’de Osmanlı Ordusu Yunan Ordusu’nu büyük bir bozguna uğratmış, Atina’nın önündeki tüm yollar açılmıştır. Erdoğan’ın konuşmasında söz ettiği Ethem Paşa, Abdülhamid Han’dan gelecek Atina’yı ele geçirme emrini beklemektedir. Ama gelen emir, Ordu’nun geri çekilme emridir. Abdülhamit Han 4 milyon altın lira karşılığında Atina kapılarından geri dönmeyi kabul etmiş, böylelikle Yunan’a toparlanma şansı vermiştir. Ne tesadüftür ki böylesine bir anlaşmaya aracılık eden Rus Çarı 1. Nikola olmuş ve Osmanlı’ya büyük bir “kazık atılmasına” aracılık etmiştir.
Savaşın kesin galibi Osmanlı’dır ama “diplomasi dehası” Abdülhamit’in oturduğu anlaşma masasında kaybeden Osmanlı olur. Yunan toprağının neredeyse %40’ı işgal edilmiştir ama Osmanlı Ordusu bu topraklardan çekilmek zorunda kalır, üstüne Girit adasına da muhtariyet verilerek kopuşun önü açılır.
Ne kadar tanıdık bir “diplomatik deha”!
Meselenin daha komik olan yönü ise bir gemiye Abdülhamit gibi bir donanma düşmanın adının verilmesi. Kendisi görse muhtemelen pek hoş karşılamazdı!
Bazı İslamcılar gelip Abdülhamit döneminde orduya yatırım yapıldığını, yabancı ülkelerden danışmanlar getirildiğini, Osmanlı subaylarının yurtdışına eğitim için gönderildiğini söyleyebilir.
Hakkını teslim etmek gerek, bunda doğruluk payı da var. Ama gerçekte olan ülkeye davet edilen yabancı danışmanlara maaşlarının ödenmemesi, yurtdışına gönderilen Osmanlı subaylarının da açlıktan kırılmasıydı.
Abdülhamit’te öyle bir donanma korkusu vardı ki dönemin en güçlü üçüncü donanması Haliç’te çürümeye terk edilmişti. Bahriyelilerin maaşları ödenmiyor ve bu durum isyanlara sebep oluyordu. Maaş alamayan bazı subaylar gemilerden kurşun ve bakır levhaları söküp satıyorlardı. Gemilerde mürettebat yok denecek kadar azdı. Osmanlı bahriyelisi sokaklarda serserilik yaparak geçimini sağlamaya çalışıyordu ve tam bir belirsizlik durumu söz konusuydu.
Tüm bu rezilliğin içerisinde yolunu bulan ve “Benim memurum işini bilir” dedirten kişi de Abdülhamit’in Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa oldu. 23 sene aynı görevde kalmayı ve donanmaya yeni gemiler aldırmayı başarabildi. Elbette Abdülhamit, Bahriye Nazırı’nın rüşvet yediğinden haberdardı ancak donanmayı kendisi için tehlikeli hale sokabilecek güçlü bir paşanın yerine rüşvet yiyen bir paşayı tercih etti.
Acaba 3. Abdülhamit diyebileceğimiz Erdoğan’ın donanma korkusu da oralardan mı miras? Özellikle Balyoz operasyonlarıyla donanmanın nasıl bitirildiğine hepimiz şahidiz. Böylesine bir tarih anlayışının gemiye Abdülhamit adını vermesini de doğal karşılamak gerek.