Türkiye sosyalistlerinin Kemalizm karşıtlığı bir kez daha sahnede
Türkiye’de sol iki çeşittir. Diğer tüm ayrışmaları, fikir ayrılıklarını, fraksiyon çekişmelerini bir kenara bırakarak söylüyorum bunu. Bir Türkiyeli sol var, bir de Türk Solu. Yani bir yanda Türk’e, Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşıtlığı AKP’ye muhalifliğini her zaman geride bırakanlar var, diğer yanda Türk milliyetçisi, ulusçu, Atatürkçü ve elbette sonuna kadar Cumhuriyetçi olan bizler varız. Ya da son olaylarla bir kez daha açığa çıktığı şekliyle ve veciz ifadesiyle söylersek; bir yanda Mustafa Kemal’in Askeri olanlar var, diğer yanda da olamayanlar.
Teğmenlerin sloganlı yemininden sonra, siyasal kesimlerin bu slogana karşı tutumları herkese bir turnusol dokundurdu aslında. Daha doğrusu bildiğimiz şeyleri bir kez daha açığa çıkardı, netleştirdi. Kim gerçekten muhaliftir, kim aslında en kritik noktada AKP diktasını tercih eder yeniden ilan edilmiş oldu.
Mesela muhalif görünen siyasal İslamcılar (Davutoğlu, Karar gazetesi vs..) AKP’den bile önce ve ondan daha şedit bir tarzda Mustafa Kemal’in Askeri olmaya karşı çıktı. Adeta refleksle orijine döndü. Yine CHP’liler de slogan atan teğmenleri savunmakla beraber kendileri bu slogandan ısrarla uzak duran tavırlarını sürdürdüler. Oysa CHP, istese istediği yerde, yeri göğü “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” şiarıyla inletebilir, bu mesele de kapanırdı.
Kürtçü, Ermenici ve bilumum gayrı Türkçü Sosyalistlerimiz ise en baştan itibaren bu tartışmaya bilinçli bir şekilde girmemeyi seçtiler. Tüm Türkiye siyasal bir kavganın içinde olacak ama bizim sosyalistler sessiz kalıp, geçiştirecek öyle mi? Böyle bir durumla karşılaşırsanız bilin ki burada bir bit yeniği, bir bilinçli tercih söz konusudur.
Gerçi bu sosyalist grupların hemen hepsi, Atatürkçülere “Mustafa Kemal’in itleri” diye hakaret eden Sırrı Sakık adlı Kürt ırkçısı hainin liderleri arasında olduğu PKK’nın himayesindedir. Bundan rahatsız olmayanlar elbette AKP, İslamcılar vs saldırırken de umursamazlar. Ama mesele sadece Kürtçülerle kurdukları ittifak da değil. Bu sosyalistlerin kendileri de Kemalizm karşıtıdır ve aslında bu düşmanlıklarını bir kez daha sahneye koymuş bulunuyorlar.
Bu tartışma 1968’de yaşansa Devrimci Gençlik ne yapardı?
Şimdi herkes otursun düşünsün. Mustafa Kemal’in Askerleriyiz tartışması, 2024’te değil de 1968’de yani Denizlerin, Mahirlerin döneminde yaşansaydı o zamanın devrimci gençleri, sosyalistleri ne yapardı? Elbette, hepsi de istisnasız bir şekilde Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganıyla meydanları doldururlardı. Bunu, Mahir Çayan’ın yazı ve eylemlerindeki Kemalizm, Kurtuluş Savaşı referansından da, Deniz Gezmiş’in her zaman koruduğu tavizsiz Atatürkçü tavrından da biliyoruz. Hiçbir namuslu sosyalist de bunu inkar etmez, edemez.
Fakat etnik bölücülük virüsü özellikle 1980 sonrasında sol hareketi ele geçirdi ve onlar da bir daha bu hastalıktan kurtulmaya çalışmadılar. Bizim Türk Solu hareketi olarak 2000’lerin başında sahaya inmemize kadar solun esas tabanını oluşturan ulusçu Türk solcuları da sahipsiz kalmıştı. Türk Solu’nun Mustafa Kemal’in Askerleri olarak doğuşu, 1968’in Kuvayı Milliyeci sosyalist ruhunun dirilmesiydi.
Biz de, onlar da aradaki farkı elbette biliyorduk. Ancak Türkiye’nin devrimci, ilerici, muhalif kitlelerinin bu gerçeği daha yakından müşahede etmesi, 2013 Gezi sürecinde olacaktı. Bu eylemler sırasında kitlenin, bu marjinalleri saymazsak, tamamı Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganının çatısı altında birleşirken, onlar bundan ısrarla kaçınmışlardı. Özlerinde hem Mustafa Kemal Atatürk’e, hem de Türk askerine karşılardı. Bu slogan onlara o dönemde de tümden yabancı gelmişti. Oysa halka rağmen yabancı olan ve öyle kalmayı seçen kendileriydi. Hatta aralarından birkaç sivri zekalı çıkıp bir iki duvara “Mustafa Keser’in Askerleriyiz” yazarak akılları sıra Mustafa Kemal’in Askerleri ile dalga geçmeye bile kalkmıştı. Ancak bu tavır kitlede ancak tiksinti yaratmış, Gezi’ye darbe diyen Selahattin Demirtaş-HDP karşı devrimcileriyle aynı kategoriye eklenmişti.
Kutuplaştırma siyaseti değil, AKP diktasının gerici saldırısı var
Son Mustafa Kemal’in Askerleriyiz tartışmasında sosyalist siyasetlerin tavrını, bunlardan ikisinin basındaki temsilci olan Evrensel ve BirGün gazetelerinden takip etmek mümkün. Evrensel’in kıdemlilerinden İhsan Çaralan, konuya dair “‘Teğmenler Krizi’ Siyaset ve Emek İklimini Zehirleme Fırsatına mı Dönüştürülmek İsteniyor?” başlıklı bir yazı yazdı. Kaçak dövüşme ve topa girmeme tavrı, daha yazının başlığından anlaşılıyor. Birinci belirsizlik, bir hüküm cümlesi yerine soruyu başlığa çıkarmakla yaratılmış. İkinci olarak da bu soru son derece dolambaçlı bir ifadeyle asıl niyeti gizlemeye çalışan bir tarzda verilmiş. Yazıda ifadeler biraz daha net ama biz iyice netleştirelim. Evrenselcilere göre konu, AKP ile Kemalistler arasında bir yapay gündem. Bu gerilim kullanılarak da “siyaset ve emek iklimi” (o ne demekse artık) zehirlenecekmiş. Sanki ortada çok sağlıklı bir siyaset atmosferi var ve işçiler, emekçiler bizim Enver Hocacı eskilerinin peşinde genel grevden devrime koşuyor! Çaralan’ın “Teğmenler Krizi” demeyi seçtiği tartışma da bu işleri bozuyormuş. Güldük ve geçiyoruz…
BirGün ise yaptığı iki haberde de “kutuplaştırma ve kimlik siyaseti, gerginlik politikası” gibi anlamsız bir söylemin arkasına sığındı. Arkadaşlara siyasetin olduğu yerde kutupların da elbette olacağını hatırlatmak gerekmez aslında. İmanlı Marksistler olarak acaba kendilerini emek kutbunda görmüyorlar mıdır? Bilerek kendi teorileri açısından söylüyorum. Toplumda proleter ve burjuvalar arasında mücadele olunca kutuplaştırma siyasetine karşı çıkarlar mı?
Hadi bunları bir yana bırakalım… BirGün son dönemlerde laikliği savunmaya başladı. Eskiden özgürlük adına Şeriatçıları savunurlardı. Sormak gerek. Büyük ihtimalle Kemalizm mi Şeriat mı desek, yine Kemalizm’e karşı çıkarlar.
Diyelim ki, laikliği gerçekten savunuyorlar. Bu laiklik mücadelesi de kutuplaştırıcı bir siyaset değil mi? Sonuçta laikler ile laik olmayanlar da kutup değil mi? Ya da BirGün’ün desteklediği LGBT siyaseti yine tam da kendilerinin işaret ettiği gibi kimlik ve kutuplaşma siyaseti değil mi?
Onların söyleyemediğini söyleyelim. Bu sosyalistlerin tümü AKP’den çok Atatürkçülüğe karşıdır. Şimdi muhalif tabanın tepkisinden korktuklarından açıkça AKP’yi destekleyemedikleri için bu sözde tarafsızlık siyasetine sarıldılar. Yoksa onlar için Mustafa Kemal’in Askeri olmak yerine AKP’nin kölesi, esiri olmak daha tercih edilir bir seçenektir!
30 Ağustos’larda, 9 Eylül’lerde, 29 Ekim’lerde bu gazetelerin sayfalarını bir karıştırın. Bir kez bu bayramları kutladıklarını göremezsiniz. (CHP’li belediye başkanlarından gelen ve yüklü meblağdaki paralar karşılığında basılan kutlama ilanları hariç! Bu da ayrı bir yüzsüzlüktür tabii. Kendin asla kutlama ama parayı alınca gazetende kutlanmasını kabul et!) Bu millî günleri kutlamaktan kaçınmaları ile Mustafa Kemal’in Askeri olmaya karşıtlıklarının temeli ortaktır: Atatürk’e ve Ordu’ya düşmanlıkları…
Mustafa Kemal’in Askeri olmak bir cemaatin müridi olmakla aynılaştırılamaz!
Bazı görüntüde solcu, özde etnik ırkçı aklıevveller de başka bir sinsi propagandayı yaymaya çalıştılar. Bunlardan muhalif, solcu rolündeki Abdullah Naci isimli bir sosyal medya kullanıcısı da şöyle diyor:
“Hiçbir sürünün parçası olmak istemiyorum. Hiç kimsenin askeri olmak istemiyorum. Hiçbir cemaatin müridi olmak istemiyorum.”
Bunu okuyan bazı safdil solcular, muhalifler eminim ki ilk anda “ne kadar doğru” filan diyecektir. Yapılan sinsi hatta adice oyun ise açık: Buna göre, Mustafa Kemal’in Askeri olmak “bir sürünün parçası olmaktır” ya da “bir cemaatin müridi olmak”la aynı şeydir.
Elbette Mustafa Kemal’in Askeri olmak gibi son derece devrimci, Cumhuriyetçi ve Türk’e özgü bir duruşun, bir cemaatin müridi olmakla aynılaştırılamayacağı açıktır. Bunu ima edenin ne kadar alçakça bir oyun kurduğu da. Ama bunu yapan tiplere şunun çağrısını da yapmak gerek. Madem bu kadar bağımsızlığına düşkünsün, bir gün de çık “Apo’nun, PKK’nın sempatizanı, sosyal medya tetikçisi olmak istemiyorum” diye bir paylaşım yap da endamını görelim!
Sosyalistler, liberaller kadar olamadı!
Sosyalistlerin sınıfta kaldığı Mustafa Kemal’in Askerleriyiz tartışmasında onlara ders verebilecek bir kesim var: LDP ve benzeri liberal kesimler…
Yıllarca bizim sol kesimin de Atatürkçü solun da en beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz kesim liberallerdi. Gerçekte onlar da bu eleştiriyi hak etmiyor değildi tabii. Türkiye’deki siyasî saflaşmayı Kemalizm ile demokrasi arasındaki bir karşıtlık olarak görüyorlardı ve bu da onları yanlış bir noktaya taşıyordu. Fakat zamanla Cem Toker ve onun gibi düşünen birçok liberal, asıl kavganın Şeriatçılıkla laiklik, Cumhuriyet ve Atatürkçülük arasında olduğunu gördüler. Türkiye’de demokrasinin temel düşmanı Şeriatçılıktır. Zaten Türkiye’de başka bir zemin üzerinden yürüyemeyen faşizm de en büyük başarılarını dincilik üzerinden kazanabildi, iktidar olup bu iktidarı yıllarca sürdürdü.
Kısacası liberaller; Cumhuriyet, Atatürk ve laiklik olmadan demokrasi de özgürlük de olamayacağını çok iyi gördüler. Tebrik etmek lazım. Son tartışmada da doğrudan Mustafa Kemal’in Askeri olmayı savundular.
Liberaller bu doğru noktaya nasıl gelebildi ve sosyalistler neden bu anti-Kemalizm bataklığından çıkamıyor? Bu, belki de başka bir yazının konusu olacak kadar önemli bir soru ama yine de kısa bir yanıt vermeliyiz.
Sosyalistler, özellikle de Marksistler, dünyada bulunabilecek en skolastik insan türüdür. Geçmişteki ustalar (selefler!) millî devletlere, cumhuriyetlere burjuva ve gerici demiştir. Demek ki Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet burjuva, bunları savunanlar da gericidir. Garip ama gerçek. Ne yaparsanız yapın, ne kanıt getirirseniz getirin bu skolastik sosyalistleri bu çukurdan çıkaramazsınız. AKP Şeriatçılığı 20 değil 40 küsur yıl memleketi yönetse bu adamlar yine de Mustafa Kemal’in Askeri olmazlar. Liberalse en azından dogmalarla kısıtlı olmadığı için ideolojisi yanlış da olsa bir gün politik olarak doğru noktaya gelebilir.
Hepsini geçtim… Mesele kendini Türk ve Atatürkçü hissedebilmekte. Bunu hissetmeyen, elbette Mustafa Kemal’in Askeri olmaz, olamaz. Her şey olur, onu olmaz!
Mustafa Kemal’in Askerlerine selam ve sevgiyle…