Gündemin sürekli değiştiği, her zaman tartışılacak ve ayrışma sağlanacak bir konunun bulunduğu Türkiye, gerçekten ilginç bir ülke. İncir çekirdeğini doldurmayacak konular günlerce konuşulup akla hayale gelmeyecek senaryolar üretiliyor.
Bunlardan biri de 30 Ağustos 2024 tarihinde Kara Harp Okulu’nda yapılan mezuniyet töreninden sonra bazı teğmenlerin kılıç çekip yemin etmesi oldu. Tören sonrasında dönem birincisi, bir grup teğmenle birlikte üç defa söyledikleri Mustafa Kemal’in askerleriyiz! sloganından sonra “Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkemizin bölünmez bütünlüğüne, Türk milletinin namus ve şerefine sahip çıkacağımıza; vatanın bir karış toprağına uzanacak her elin karşısında duracağımıza, kılıçlarımızın her daim keskin ve hazır olacağına ant içeriz. Bizler, Türk istikbalinin evlatlarıyız; şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız ve şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene!” şeklinde ant içtiler.
Konu yandaş medya tarafından siyasi ve milli iradeye hiza verilmek istendiği, olayın dış bağlantılarının olduğu, emekli komutanların da işin içinde olduğu, yeminin dışarıda provalarının yapıldığı ileri sürülerek, işin olmazsa olmazı olarak, elbette fetönün de işin içinde olabileceği iddia edilerek gündemde tutuldu.
Derken MSB, 2 Eylül 2024 tarihinde konuyla ilgili soruşturma başlatıldığı doğru değildir diye X paylaşımı yaptı. Ancak 7 Eylül’de Erdoğan olaya dahil olarak “Geçenlerde malum, mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Şimdi bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün şu anda araştırmalar, hepsi yapılıyor ve oradaki birkaç tane kendini bilmez bunlar da evelallah temizlenecek. Biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir, 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun, bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz” dedi.
Olay olan yemin metni 1999 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın 56-5 numaralı Yönergesi’ne dahil edilmiş olup, her şey gibi, 15 Temmuz 2016’dan sonra iptal edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında teğmenler tarafından yapılan gereksiz ve zararsız bir harekettir. Diğer taraftan metinde disiplinsizlik veya suç unsuru olabilecek bir husus yoktur. Bu bakımdan yapılan soruşturma da gereksiz bir harekettir. O halde, TSK’da yerleşmiş bir deyim olan ve gençliklerine vurgu yaplan, “Teğmendir delidir ne yapsa yeridir” diyerek geçiştirilecek bir olay, iktidar ve yandaşlarını neden bu kadar kızdırmıştır?
Kanaatimce olayın bu kadar büyütülmesinin sebebi tek parti iktidarında farklı seslere olan tahammülsüzlük ve muhalif gördüklerine ders vermektir. Yemin metninde özel bir husus olmadığı dikkate alındığında, iktidarı kızdıran söylemin Mustafa Kemal’in askerleriyiz olduğuna da şüphe yoktur. Düşünün ki, 2007 yılında AKP’ye laiklik karşıtı olduğu için elimle muhtıra yazdım diyen genelkurmay başkanının halefleri, çok değil 11 yıl sonra, bu partinin bakanı olmaya başlamışlardır. Akşam emekli olacak omzu kalabalık paşalar, gündüz iktidara methiyeler dizerken, ağız dolusu başkomutanım derken, koca paşalar Erdoğan’ın göğsünde ağlarken, kuvvet komutanları iktidarın nümayişlerinde boy gösterirken, birliği toplayıp Erdoğan’a selam gönderirken, törenlerde kurucu liderin yanında parti liderinin posterleri açılırken, ordu komutanları devir teslimi artık parti valisinin huzurunda yaparken, teğmenlerin yaptığı iktidar için kabul edilebilir değildir.
Peki sonuç ne olur? Maalesef yılanın başı küçükken ezilmelidir misali önemli sayıda teğmen hakkında 6413 sayılı TSK Disiplin Kanunu’nun “Hizmete engel davranışlarda bulunmak” vb bir hükmüne istinaden TSK’dan ayırma kararı verilecektir, zira emir büyük yerdendir. Elbette bu işleme yargı yolu açıktır; lakin bu iktidar döneminde tamamen siyasallaşan yargının ne zaman ve ne şekilde karar vereceğini kestirmek zor olmasa gerektir.
İşte hayatının baharında olan, teğmen olarak orduya katılmanın gururunu yaşaması gereken gençlere iktidar tarafından reva görülen muamele maalesef budur. Oysa İnönü, Talat Aydemir ile kalkışmaya katılan Harbiyeliler için “Harbiyeliler aldanmıştır, onlar gençtir, hata yapmışlardır ancak biz onları korumalıyız” demiş ve hepsini devlet eliyle okutmuştur. Buna karşın 60 yıl sonraki zihniyet ve uygulama budur.
Kendinden görmediği her şeye herkese, her renge, her şekle düşman tek parti iktidarına karşı muhalefet ve sivil toplum işbirliği yapmadığı sürece iktidar kendini kızdıran herkese ve her kesime karşı “kıyım”a devam edecektir.
Muhalefet işe aynı tören alanında kurucu lider Atatürk’ün yanında parti liderinin afişinin neden yer aldığını, bunun ne anlama geldiğini ve gidişatın nereye olduğunu sormak ve sorgulamakla başlayabilir.
Sokak röportajına tutuklama!
Günümüzde basılı yayınlar geriye giderken televizyonlara alternatif internet ve sosyal medya kanalları zirve yapmış durumda. Eline mikrofonu alıp mobil telefonunun kamerasını açan herkes yayıncılık ve televizyonculuk yapabiliyor. Bu durum sıradan insanların medyaya çıkma ve şöhret bulma ihtimalini de artırdı.
İşte bu röportajlardan birinde instagram uygulamasının kapatılmasını eleştiren röportaj sosyal medyada yayınlanınca, Dilruba adlı kişi hakkında cumhurbaşkanına hakaret ve halkın bir kesimini aşağılamak suçlarından iki ayrı tutuklama kararı verildi. Akabinde önce cumhurbaşkanına hakaret suçundan tahliye edildi ama aşağılamak suçundan 18 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. Üç gün sonra yapılan ilk duruşmada aşağılamak suçundan 7.5 ay hapis cezası verilerek ceza ertelendi.
Olay sonrasında CHP heyetleri cezaevi ziyareti ve peşi sıra çok sayıda açıklamalar yaptılar. Dilruba tahliye edildikten sonra 30 Ağustos resepsiyonunda konuk edildi. Bu durum Erdoğan’ı küplere bindirdi ve Özgür Özel’in, millete hakaret edeni ağırladığı için millete özür borcu olduğunu söyledi.
Olaydaki hukuksuzluklar şunlar: Tutuklama bir tedbir olup, sıkı şartlara bağlıdır ve kanunun özü tutuklama değil tutukla-ma şeklindedir. Olayda elde olan röportaj dışında toplanacak bir delil olmadığı gibi kaçma, delil karartma şüphesi de yoktur. Kaldı ki verilecek cezanın infazı yani yatarı da yoktur. Buna rağmen tutuklama ancak ve ancak siyasi sebeplerle açıklanabilir. Nitekim böylesine basit bir olayda iddianame, normal şartlarda soruşturmalara bakmayan başsavcı vekilince hazırlanmış, hemen kabul edilmiş ve ilk duruşmada karar verilmiştir. Neticede Erdoğan halkın bir kesimini aşağılama ve siyasi yargılamalara karar verme tekelinin kendisinde olduğunu bir kere daha ortaya koymuştur.
Süreçte sadece laf üreten muhalefet, işe yargının siyasallaşmasının önünü açan ve iktidara bağlılığını saklamayan hakim savcıların derneğini sorgulayarak, o derneği tazyik ve ifşa ederek, bir hakimin MSB ile nasıl bir ilgisinin olacağını sorgulayarak (bu satırlar yazılırken o derneğin kurucusu olan bir hakim, MSB’ye Bakan Yardımcısı olarak atanmıştır) ve bu hukuksuz işlemlere imza atan savcı hakimlerin adını açıklayarak işe başlayabilir.