Süleymaniye Camisi ve Külliyesi İstanbul’un en büyük tarihi miraslarından birisidir. Geçtiğimiz günlerde İlim Yayma Vakfı tarafından önüne bir yurt inşaatı yapılmaya başlandı. Süleymaniye’nin ve İstanbul’un siluetini bozan bu inşaat, İBB tarafından mühürlendi. Toplumun verdiği tepkiler sonrasında, vakıf da geri adım atarak inşaatı silueti bozmayacak şekilde yapacağını açıkladı.
Süleymaniye Camisi’ne yapılan ilk haksızlık bu değil. Tayyip Erdoğan’ın projesi, Katar-Kiptaş ortaklığıyla Süleymaniye Külliyesi’ni tamamen değiştirmektir. Rant uğruna yapılan bu inşaatlar, sadece Süleymaniye’yi değil tüm İstanbul’u kapsıyor.
Zeytinburnu’nda yapılan üç gökdelen de İstanbul siluetini değiştirmişti. Tayyip Erdoğan bu gökdelenler için “Biz İstanbul’a ihanet ettik” açıklaması yaptı ama değiştirmek için herhangi bir adım atmadı.
Sağ iktidarların İstanbul’a ihaneti
İstanbul’a ihanet süreci AKP iktidarıyla başlamadı. Adnan Menderes ve Demokrat Parti döneminde yapılan değişimler, İstanbul’un tarihi yapısını bozdu.
“İstanbul’u bir kere daha fethedeceğiz” söylemiyle hareket eden Adnan Menderes, İstanbul projeleriyle kendisi ilgilendi. O dönemde de İstanbul kocaman bir şantiyeye dönüştürüldü. Tabii ki kültürel miraslarımız da bundan payını aldı. Özellikle tarihi yarımadanın çehresi değişti.
Vatan ve Millet Caddesi yapılırken, Fatih semti tamamen değişti. Fatih Sultan Mehmet’ten adını alan bu semt tarihiyle birlikte yok edildi. Birçok cami, külliye ve çeşme yıkıldı. “Camileri ahır yaptılar” diyerek, Atatürk’e, İnönü’ye, Türk Ordusu’na saldıranlar, Cumhuriyet tarihinde en fazla caminin Menderes döneminde yıkıldığını görmezden gelirler.
Kentlerde değişim ve dönüşüm olması doğaldır. Kent de mimari de sabit değil, canlı oldukları için değişimi normal karşılamak gerekir, ama değişim adı altında kültürel yapı değiştirilir ve kentin dokusu bozulursa buna karşı çıkmak her vatanseverin görevidir.
Özellikle İstanbul, Türk tarihinin göz bebeği olan şehirdir. İstanbul da Süleymaniye Külliyesi’dir.
Süleymaniye ve Nâzım Hikmet
Ecdat diyerek siyaset yapanların tersine gerçek vatanseverlerin örneğini Türk edebiyatında görürüz. İstanbul’u anlatan, İstanbul’un kültürel yapısına sahip çıkan birçok edebiyatçımız vardır. Konu Süleymaniye olunca, özellikle Nâzım Hikmet’ten bahsetmek gerekir. Nâzım Hikmet, Süleymaniye Camisi’ni şu şekilde tanımlar:
“Açılan öğle güneşinin altında Sinan’ın Süleymaniye’si bulutlara yaslanmış bir dağ gibiydi.
Evimin penceresiyle Süleymaniye’nin arası en aşağı bir saattir. Fakat ben onu elimle uzansam dokunacakmışım gibi yakın görüyordum. Bu, belki, Süleymaniye’yi en küçük girinti ve çıkıntısına kadar ezbere, gözüm kapalı bile görebilmeğe alıştığım içindir.
Süleymaniye, benim için, Türk halk dehasının; şeriat ve softa karanlığından kurtulmuş; hesaba, maddeye, hesapla maddenin ahengine dayanan en muazzam verimlerinden biridir. Sinan’ın evi, maddenin ve aydınlığının mabedidir. Ben ne zaman Sinan’ın Süleymaniye’sini hatırlasam Türk emekçisinin yaratıcılığına olan inancım artar. Kendimi feraha çıkmış hissederim.
İşte bu sefer de, büyük Türk halk hareketi için yazdığım bir risalede unuttuğumu sandığım son noktayı ararken Süleymaniye’mizi, biraz önce yağan yağmurla yıkanmış, açan güneşin altında pırıl pırıl görünce aradığımı birdenbire buldum. Ferahladım. Bulduğumu hatıra defterimin son sayfalarında okudum. Ve anladım ki ‘Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı’ isimli risaleme; belki on satırlık, belki on sayfalık bir zeyl (milli gurur) yazmak mecburiyetindeyim.”
Nâzım, Süleymaniye’yi bahsederken ne kadar gurur duyduğunu anlatır. Bahsedilen milli gurur hamaset değil, tarih bilgisiyle yoğrulan, kendine İstanbul’a ve bu halka ait hissetme duygusudur.
Kendine komünist olarak tanımlayan bir şairin camiye sahip çıkarak, onu bu kadar övmesi garip gelebilir. Nâzım Hikmet’i tanıyanlar ve anlayanlar için ise bu garip değildir. Onun vatan sevgisi ve tarih bilinci, günümüzde yaratılmaya çalışılan bağnazlığa da bir cevaptır aslında.
Nâzım Hikmet, Süleymaniye Camisi’nden sadece bu satırlarda bahsetmemiştir. Mimar Sinan’a özel bir ilgi gösteren Nâzım Hikmet, onu halkın içinden çıkan, halkın mimarı, halkın dehası olarak tanımlar. Süleymaniye’nin her bir oylumunu bilmekle övünür. Süleymaniye’nin yarattığı ruhu, bütün dinlerin üzerinde olan bir maneviyatla tanımlar.
Mimar Sinan’a Sinan Usta diye hitap eden Nâzım Hikmet, sevgisini şu şekilde tanımlar: “Bana sorsalardı, Süleyman’ın yerinde mi olmak istersin? Süleymaniye’nin yaratıcısı Usta Sinan’ın mı? diye. Ben, Sinan’ın yerinde olmak isterdim.”
Süleymaniye avlusundaki şairler
“Hadi gel yıkılım şu Süleymaniye’yi desen
İki kazma kürek iki de ırgat gerek
Ancak hadi gel yapalım geri şunu desen
Bir Sinan gerek bir de Süleyman”
Mehmet Akif’in bu dizeleri yaşadığımız süreci en güzel anlatan dizelerdir. Yıkmak için özel bir çaba harcamaya gerek yoktur. Yıkım kolay, yapım zordur. Tayyip Erdoğan “medeniyet tasavvuru” sözünü çeşitli sebeplerle dillendirir, bunu yapamadıkları için yakınır. Tayyip Erdoğan, medeniyet oluşturmak için nelerin gerektiğini Mehmet Akif’ten öğrenebilir.
Bugün ne Süleyman gibi adaletli hükümdarlar var, ne de Sinan gibi bilgili mimarlar. Sanatın olması ve yaşaması için iyi yöneticiler ve yönetimler olması gerekiyor. Türk tarihine baktığımızda bunu görüyoruz. Yalnızca sanat değil, bilimim ilerlemesi de yönetimlerle ilgilidir.
Süleymaniye Kürsüsü, Mehmet Akif Ersoy’un en uzun manzumesidir. Süleymaniye Camisi herkeste farklı bir duygu uyandırır. Mehmet Akif, Süleymaniye Camisi’ni tasvir etmeye Haliç’ten başlar, külliyenin hem dışını hem içini anlatırken bir dönemi de tasvir anlatır. İslam dünyasının açmazlarını, bu camiye yazdığı şiirle belirtir.
Yahya Kemal Beyatlı, Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiiriyle, Süleymaniye Camisi’ni kelimelerle yeniden yapar. İstanbul’un ruhunu anlayan en iyi şair olan Yahya Kemal, Süleymaniye’nin İstanbul için önemini anlatırken, bayram sabahını seçmesi de tesadüfi değildir. Çünkü Türk milletin birlikteliğinin görüldüğü günler bayramlardır.
“Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzileri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.”
Süleymaniye Camisi’nin yapıldığı yerin anlamından tutun da, ondaki maneviyatı anlatan bu şiir, ulusu ulus yapan gerçekliği gösterir. Bu şiirinde Yahya Kemal, serdarından askerine, mimarından işçisine kadar herkesi anlatabilmiştir. Süleymaniye’nin ortak bir ruhun gönül birliğiyle yapıldığını bu şiirle öğreniriz.
Yahya Kemal, Süleymaniye’yle gurur duyar. “Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum” dizesiyle bunu anlatır. Nâzım Hikmet’in milli gururuyla, Yahya Kemal’in milli gururu Süleymaniye Camisi’nde birleşir. Dünya görüşlerinin farklılığı aynı duyguyu ve birlikteliği yaşamalarına engel değildir.
Yahya Kemal’in dizelerini ağızlarından düşürmeyen, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanların, bu gururu hissetmediklerini görebiliyoruz. İstanbul’un simgesi olarak Çamlıca Kulesi’ni yapanlar da bu gurur olamaz.
Tarihi köksüzlük
Süleymaniye Külliyesi; Mehmet Akif’ten, Yahya Kemal’e, Nâzım Hikmet’e kurulan bir bağdır. Bu bağı anlamayanlar, onun yapısını bozarak, ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Yalnızca Süleymaniye Camisi değil, bütün İstanbul bu yok oluşu yaşıyor.
Rantın, para hırsının bütün değerlerin önüne geçtiği bu dönemde İstanbul en büyük ihaneti yaşıyor. Müteahhitler binaları yaparken, kentin ruhunu öldürüyorlar. Kentsel dönüşümü değil, kentin yok oluşunu görüyoruz.
Muhafazakâr olarak tanımlanan bu kesimin tek muhafaza ettiği şey beton aşkı. Ecdadın da, milli gururun da önüne geçiyor bu duygu.
Kentin tarihine, edebiyatına hakim olmayanlar kentin ruhunu da anlayamıyorlar.
Süleymaniye’nin İstanbul için öneminden bahseden birçok şairimiz, edebiyatçımız vardır. Hepsinden tek tek bahsetmek mümkün değil. Son olarak Vedat Türkali’nin umut dolu bu dizeleriyle bitirelim.
“Ve uzaklardan seni düşündüğümde,
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul.
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul.
Bekle bizi;
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle.”