Dünkü yazımda İsmailağa Cemaati’nde Cübbeli Ahmet merkezli şiddetlenen iç savaşa değinmiştim. Ama cemaatler içindeki kavgalar İsmailağa’dakinden ibaret değil.
Mesela bundan iki gün önce de Menzil Cemaati içerisindeki kavga fiziki bir çatışmaya dönüştü. Aslında orada da süreç, İsmailağa’dakine benzer bir şekilde işledi. Menzil Şeyhi Abdulbaki Erol öldükten hemen sonra şeyhin oğulları arasında bir taht kavgası başlamıştı. İlk başta müritleri ve tarikatın tüm varlığını kendi aralarında üçe bölen “şeyhzade” kardeşler, bir süre sonra paylaşımda anlaşamamış ve birbirlerine savaş açmışlardı. Daha önce de hem Adıyaman Kahta’daki Menzil köyünde hem de Adana’da gerginlik yaşayan gruplar en son Beykoz’la Ramazan dolayısıyla yapılan bir etkinlikte işi fiili kavgaya dönüştürdüler.
Peki gerçekten bu cemaatlerin bölüşemedikleri, şeyhlerin paylaşamadıkları şey ne? Ortada bu kadar kanlı bıçaklı ve büyük bir kavga olduğuna göre bölüşülemeyenlerin de çok yüklü olduğu tahmin edilebilir.
Dün dilimize artık bir deyim olarak yerleşmiş olan “post kavgası” kavramının aslında tarikat içi mücadelelerden çıkmış bir söz olduğunun altını çizmiştim. Günümüzde tarikatlar içinde yaşananlarda hem post, hem de rant kavgasının durumu tayin ettiğini tespit etmek gerekir.
Bilindiği gibi şeyh, müritleri üzerinde maddi ve manevi mutlak otoritedir. Tarikat çevrelerinin çok sevdiği bir söz vardır: “40 derviş bir posta sığar, iki padişah koca dünyaya sığmazmış” denir. Gerçekten de mesele tasavvuf, dervişlik vesaire ile sınırlı kalsaydı, bu çevrelerin dünyadan elini eteğini çekmiş, kimseyle herhangi bir mal mülk ya da iktidar kavgasına girmeyecek kimseler olması gerekirdi. Ama artık hem koca dünyaya, hem de bir şeyh postuna sığamayanlar, bu dervişlik iddiasındaki şeyhlerin, mürşitlerin ta kendileri.
Müritlerinin ne giyeceğine, ne yiyeceğine, nasıl yürüyeceğine, hatta kiminle evleneceğine karar veren bir otoriteyi elbette ellerinden bırakmak istemiyorlar. Ama iş, insanlara hükmetmekten ibaret de değil. İsmailağa da, Menzil de, diğer tarikatlar da çok büyük ticari imparatorluklara dönüşmüş durumda. Kontrol ettikleri ticari, mali, parasal alan benim diyen holdinglerin tahayyül edemeyeceği büyüklüklere ulaşmış durumda.
Bu maddi ve manevi imparatorlukların başında bulunanlar tahtta değil postta oturduklarını iddia etseler bile kendilerinin ölümünden sonra arkalarından gelenlerin bu kalan mirası, yani hem postu hem rantı paylaşamaması çok doğal.
İşin kötüsü devletin bu tarikat ve cemaatleri AKP eliyle kendi bünyesine sızdırmış olması. Bu tip kavgaların aslında devletin bünyesinde vuku bulması, yansımalarının olması bizler için en büyük tehlike.