İran’daki eylemler, bize sadece politika üzerine düşünme imkânı sunmakla kalmıyor, aslında çok daha derine, insanın “iç dünyasına” eğilmemiz için de bir çağrı oluşturuyor.
İran, sadece toplumun “kapatıldığı”, “hapsedildiği” bir ülke değil, ondan önce ve çok daha kapsamlı bir biçimde, kadının “kapatıldığı” ve “hapsedildiği” bir ülke.
Ki aslında, kadına bakış meselesi, her iktidarın ve her insanın “özünde” ne olduğunu anlamamıza yardımcı olur.
Yani diktatörlerin psiko-patolojisini burada gözlemleriz.
Şeytanlaştırılan kadın
“Kadın” onlar için başlı başına bir “sorun”dur.
Bir defa bu “sevgi” demektir, “aşk” demektir.
Ama onlar için aslında “cinsellik” demektir.
Aşk’ın “eyleme” geçmiş hali, “ilişki”dir, “flört”tür ki, bunlar yasaktır.
Keza cinselliğin eyleme geçmesi, başlı başına en büyük “günah”tır, “zinadır”, “suçtur.”
Kadın, zaten bir nevi “şeytan” değil midir?
Hani cennette o zehirli elmayı, bize, biz erkeklere veren!
Şeytan, tam anlamıyla “dış güç”, kadın ise onun “işbirlikçisi”, “ajanı”dır!
Eh “dış güç”le hesaplaşacaksanız, yapacağınız şey basittir, “kadını hapsetmek.”
Yani “muhalefeti susturmak.”
Aslında, diktatör için, kadın-erkek meselesi, dışsallaştırılarak, problem yaratılır. Oysa ki kadın ve erkek, biri iç biri dış güç değildir, birlikte varlardır, birlikte yaşarlar, birlikte paylaşırlar, birlikte sevişirler.
Ama, siz bu birlikteliği parçalar, “ben” ve “öteki” olarak kurgularsanız, “dış düşman” zihniyetini yaratmış olursunuz.
Kadının hapsedilişi, kapatılması
İyi de neden böyle yapar diktatör?
Aslında diktatör, bir suçlu arar.
Sonuçta, “ilişki”de olan taraflardan birisi kendisidir. Yani ortada bir suç varsa, kendisi bu suça ortaktır.
Fakat o suçu dışsallaştırır, kendisini masum kılmak için şeytanı ve kadını suçlu ilan eder!
Sonuçta, erkektir güçlüdür.
Devlet erki elindedir.
Kanunlar ona göre yazılmıştır.
Ama gizlenemeyecek bir şey vardır ortada.
İşin içinde şeytan varsa eğer, bu şeytanla asıl ilişkide olan, şeytanın işbirlikçisi olan “erkek diktatör” değil midir?
Erkek diktatörün hastalıklı düşünce dünyası; kendisini suçlu görür ama bu suçu kabullenmek yerine, şeytana ve kadına atarak kurtulmaya çalışır!
Şeytan ya da dış güçler onu kandırır!
Peki kadının kandırılma hakkı?
Yoktur elbet!
Kadının kandırılmaması için, şeytanla bağının kesilmesi gerekir:
Yani aslında tüm erkeklerle!
Çünkü erkek diktatör için aslında tüm erkekler birer şeytandır.
Kadının toplumdan koparılışı da, eve hapsedilişi de, çarşafa sokuluşu da, onu dış güçlerden, şeytanlardan uzak tutmak içindir.
Bu anlamda evlilik kanunları, örtünme kanunları, türevleri devreye girer, ki bunların hepsi, kadının hapsedilmesi içindir!
Bu ülkelerde, hapishaneler erkekler içindir, kadın ise zaten tüm ülkede hapistir!
Sevginin bastırılışı, nefretin patlaması

Peki, kadını hapsetmek neyi çözer?
Yani sorun, erkeğin içindeyse, erkek bununla sorununu çözebilir mi?
İnsanın içinde, iki güç vardır. Bunlardan biri yıkıcı olan güçtür, öfkedir, nefrettir; diğeri ise yapıcı olan güçtür; sevgidir.
Sevgimiz ve nefretimiz birlikte var olur. İnsanoğlu, çocukluktan itibaren bu ikisini tanır, sevgiyi besler, nefreti ise bastırır. Ama bunu yapabilmek için, ikisiyle de barışık olmalıdır. İkisini de tanımalı, bilmelidir.
Ama diktatör, bu dengeyi sağlayamaz. Onun ruh sağlığı bozulmuştur.
Öfkesi ile nefreti ile hareket eder.
Öfkesini bastıramadığı için sevgiyi bastırır. Bunun yolu ise, sevgiyi hapsetmektir. Aşkı yasaklar, cinselliği suç sayar. Buna karşı çıkanlara karşı, öfkesini ve öfkeli kalabalıkları harekete geçirir. Kendi sevgisizliği ile yüzleşemeyeceği için, sevgi dolu insanlarla savaşır.
Öfkelenir, nefret saçar, rahatlar.
Nefret saçtıklarını harekete geçirir, rahatlar.
Sevgiyi korkutur, bastırır, kaçırır, onu hapseder, görünmez hale getirmeye çalışır.
Bunun yolu, kadının toplumdan soyutlanması ve eve hapsedilmesidir.
Kadın görünmez kılındığında rahata erer.
Cinsellik ahlâksızlık, eylem ihanet!
Ama sanmayın ki onun asıl sorunu kadınlardır.
Kadın bir simgedir.
Sevmenin, doğurganlığın, insanın simgesi.
O, ilke olarak “ahlâk” der.
Ahlâk insanın var olması için gereken toplumsal kurallardır. Bunu kim benimsemez ki?
Oysa, ahlâkla kastettiği şey, sadece cinsellik değildir.
Cinsellik, seven insanın eylemidir. Burada yasaklanan cinselliktir ama asıl hedef “sevme”nin bastırılmasıdır!
Ama sevgiyi yasaklamak akıllıca olmaz!
İşte o nedenle, cinsellik yasaklanır ve ahlâksızlıkla damgalanır.
Biraz daha dikkatli bakarsak, asıl derdini o zaman görürüz diktatörün.
İnsanın iki var oluş hali vardır: biri sevmek, biri düşünmek. İkisi birbiriyle vardır, birlikte vardır. Ve sevgiyi hedef alan diktatörün hedefi, aynı zamanda düşünmektir!
Düşünce yasaklanamaz ama düşüncenizi ifade etmeniz yasaklanır.
Yani eylem!
Eylem, ihanettir!
Cinsellik ahlâksızlık, eylem ihanet!
İşte onun ruhsal dünyasında, cinsellik ile eylem arasında böylesi bir özdeşlik kurulmuştur!
Sevmek ve düşünmek yasaktır, sevişmek ve eylem suç!
Her ikisi için de, bir şeytan, bir dış düşman icat edilir! Çünkü onun kafasına göre insanda sevme ve düşünme yeteneği yoktur!
Aslında onun için insan koyundur!
“Felsefe” dış kaynaklıdır, çünkü kendi halkının, insanının düşünemeyeceğini söyler!
Felsefe yasaklanırsa, sevgi de yasaklanır.
Yaşama düşman, ölü sevici ruh hali
Demek ki diktatörün karşı olduğu şey aslında cinsellik değil sevgi; eylem değil düşünmekmiş.
Ama neden?
Bunun nedeni de aslında son derece açıktır.
İnsan, en temel haliyle canlıdır.
Canlı demek, ne demektir peki?
Bunu yaşama sevinci taşımak olarak tanımlayabiliriz. İnsanın, tanımlayamadığı bir enerjisi vardır.
İnsan sever, oynar, güler, dans eder; coşkusunu dışarı vurur. Bu coşku olduğu sürece, o canlıdır. Bunu için de bu enerjinin hapsedilmemesi, dışarı taşması gerekir.
Farkındaysanız, coşku olan her şey yasaktır bu sistemde!
Çünkü bu sistem, özünde “ölü sevici”dir!
Yaşamı değil ölümü kutsar.
Coşkuyu, taşmayı değil perhizi, bastırmayı kutsar.
Ve bunu bize bir dava olarak, fedakârlık olarak sunar.
Bu anlayışın kökü nerededir derseniz, Hıristiyan teolojisidir.
Çünkü İslam’da olmayan bir perhiz, günah teolojisi vardır orada.
Cinsellik de İslam’da yasak değildir, bunlarda yasaktır.
Sizin anlayacağınız “dış güç” aslında onların yanındadır.
Hitler faşizminin Alman Protestan diktacılığının çıktığı yerde çıkması bir tesadüf müdür?
Ya da Stalin “sosyal-faşizmi”nin Rus Ortodoks çileciliğinden yeşermesi!
Sadizmin örgütlenmesi, sokak çeteleri
O halde İslam adına çıkanlar?
Suudiler ya da İranlı mollalar?
Sonuçta her diktatör, dini ne olursa olsun, ölü sevicidir. Çünkü canlı ile baş etmek, insanla uğraşmak zordur. Toplumu “ölü” disiplinine soktunuz mu, çok rahat idare edersiniz!
Toplumu, hem canlı tutmak, yani onları çalıştırmak, ürettirmek, ürettiklerine el koymak, ama onlara ürettiğinin karşılığını vermemek için; onlara ölü sevici bir “dünya görüşü” verirsiniz.
Buna da din dersiniz!
Oysa yaptığınız şey, basit bir “idare”dir, “dikta”dır!
Madem ki insan canlılığını enerjiden alıyor, işte o enerji tehlikelidir, denetlenmelidir, hapsedilmelidir. Bunu yaparsanız, sevgisiz-cansız “robotlar” yaratırsınız. Yani insanları zombileştirirsiniz.
Ama sevgisi bastırılmış insan, sorunlar yaşar. Yani yıkıcı enerji.
Öfkeli kitleler. Can alacak yaratıklar!
SS tugayları, bir icat değil bir sonuçtu. Bunları Hitler, icat etmemiş, sadece sokaktaki bu nefret selini örgütlemişti. Çünkü sevginin yok edildiği toplumda, öfke ve nefret üretirsiniz.
Baskı ve baskılama, sadizmi doğurur!
Hayattan zevk alamayanlar, ıstırap duyarak tatmin olur.
Istırap duymakla mutlu olmak mazoşizm gibi gelir ama diktatör açısından ıstırap vererek mutlu olmaya dönüştürülür!
Klasik bir “Hayvanlar Çiftliği” öyküsüdür gerisi.
Artık SS kanunnamesi mi, KHK mı ne derseniz deyin, “sadizmin örgütlenmesi”dir.
İran’da bu iş çok ilkelce yapılıyor!
Sokakta eli sopalı, kırbaçlı “ahlâk polisi” kadınları topluyor, kırbaçlıyor!
Enerji, bastırılıyor!
Ve aslında sevgi bastırılırken öfke de dışa vuruluyor.
Oysa Tanrı insanı aşktan yarattı, aşkla yarattı
Sonuçta, canlı türü olan insana karşı bir eylem. Ama öldürmek yerine, “cansız”laştırıyor.
Çünkü öldürürse, kimi çalıştıracak?
Aptal da değildir diktatörler!
Ama bu toplumun, yaratıcılığının, coşkusunun, sevgisinin yok
edilmesi, onun tutsak edilmesidir olan.
Özgürlüğün yok edilişi.
Ama işte insan bu, özgürlükten vazgeçmez!
Özgürlüğü için savaşmaya başlar. Bu savaş onu, ister istemez laikliğe götürür! Özgürlüğü yok etmek isteyenlerse, dinin ardına sığınır.
Ama bizim bu “molla”ların bu oyununu bozmamız gerekir.
İran, cumhuriyet olmadığı gibi İslam’la da ilgisi yoktur.
İslam’a göre Tanrı insanı aşktan yaratmıştır ve aşkla yaratmıştır.
Yani bizim mayamız, özümüz, hamurumuz; aşktır, öfke değil.
Peygamberine “Ey sevgili” diye seslenen bir anlayıştır bu.
İslam kültür tarihine bakın, şiirlerimize kulak verin:
“Ey” nidasından sonra hep “sevgili” gelir hep sevgi gelir…
“Ey” nidasından sonra bir düşman zikrediliyorsa işte orada durun:
Çünkü orada İslam’ın dışına çıkılmıştır!
Dış düşman tam da oradadır…
* Bu yazı Gökçe Fırat tarafından 2018 yılındaki İran eylemleri sırasında yazılmıştı. Yazı, Gökçe Fırat’ın “Kadınları Neden Öldürüyorlar?” kitabında da bulunmaktadır.
Aşka, kadına, sanata, eyleme neden düşmanlar?
– Teokratik diktatörlüklerde eğlence kültürünün dışlanması, sanatın yasaklanması doğrudan siyasal-toplumsal eylemlerin önünü kesmek içindir.
– “Perhiz” ideolojisi, “Yerlilik-millilik” adına savunulur, bu aynı zamanda dünya nimetlerinden uzak durmayı şart koşar. Sonuçta, halkın refah isteği ile özgürlük isteği aynı anda bastırılmış olur.
– Yaşamı doğuran cinselliğin yasaklanması ve günah sayılması ile yani bir toplumu doğuracak toplumsal eylemin suç olarak görülmesi, eşgüdümlü yürür.
– Eylem düşmanlığı, halk düşmanlığı aynı zamanda kadın düşmanlığı, genç düşmanlığı, aşk düşmanlığı, sanat düşmanlığı olarak kendini dışa vurur. Hepsinin de özünde, sevgisizlik ve nefret vardır.