Geçtiğimiz yıl Eylül ayının 17’sinde BirGün gazetesinde Timur Soykan imzalı şok bir haber yayınlandı. Başlık, Frankenştayn’a gönderme gibiydi:
Doktor Kâbus’un icraatları!
Habere göre, İstanbul’da özel bir muayenesi olan çocuk psikiyatristi Prof. Salih Zoroğlu, kendisine tedaviye gelen çocuklara yasadışı bir tedavi uygulamış ve çocukların kendi anne ve babaları aleyhinde suçlama yapmasını sağlamıştı. Bu nedenle çocuklar anne babalarını cinsel tacizle suçlamıştı.
Bir gazeteciyseniz karşınıza çıkan habere baktığınızda ilk görmeniz gereken, habere gazetecinin mi ulaştığı yoksa haberin mi gazeteciye ulaştırılmış olduğudur.
Haber ilgimi elbette çok çekmişti ama haberin doğruluğunu bilecek bir tıp bilgim yoktu.
Pek çok doktor ile, özellikle çocuk psikiyatristi ile, anestezi uzmanı ile görüştüm. Edindiğim bilgi, haberde bahsedildiği gibi herhangi bir insan beynine bu şekilde bilgi-algı yerleştirilemeyeceği şeklinde. Anılan doktorun uyguladığı tedavi yöntemini eleştiren, etik bulmayan hatta suçlayan doktorlarla da karşılaştım ama hiç kimse bu tıbbi yöntemi olanaklı görmedi.
Haber çok çok önemli çünkü bir çocuk tacizi vakası var karşımızda.
Basit bir soru soruyorum kendime, bu ülkede ve elbette dünyamızda çocuk tacizi denilen olay var mı, yok mu?
Var olmakla kalmayıp yoksa çok mu yaygın?
Sonra tersten soruyorum soruyu: Bugüne kadar bir çocuğun, kendi anne veya babasına taciz suçlaması yönelttiği ama bunun bir kumpas olduğu bir vaka duydum mu diye?
Belki vardır milyonda bir ama ben duymadım.
Sonuçta ulaştığım kanı şu: Bir yanda çocuk tacizi gibi özellikle ebeveynlerin işlediğini bildiğim ve yaygın olduğu açık olan bir suç var, diğer yanda ise ancak Amerikan psikiyatrik-korku filmlerinde karşımıza çıkabilecek çok absürt bir iddia var.
O halde bu haber neye hizmet ediyor, neyi örtüyor diye sormadan edemem.
Acaba özellikle AKP kitlesi içinde çocuk tacizi iddiası ile başı dertte olan birileri mi var?
Ve haberin, haberin ötesinde bir şey olduğunu düşünmemi gerektirecek bir unsuru var, denildiğine göre doktor FETÖ’cüymüş!
Yani öcüymüş!
Yani cadıymış!
Çünkü biz de Orta Çağ Avrupa’sında cadı avındayız!
Düşünüyorum, bundan sonra masum bir yavru, ebeveyni hakkında bir taciz iddiası ortaya atacak olsa, hangi doktor rapor verebilir?
Bu örnekten sonra her tacizci, kendisinden şikâyet eden çocuğu yalancılıkla, doktorları FETÖ’cülükle suçlayabilir!
Demek ki bu haber, gazeteciye boşuna gitmemiş!
Hele de solcu bir gazeteciye giderek çok daha işlevsel ve inanılır olmuş!
Haberi servis edenler işini biliyormuş.
Gazeteci ise kendisini hâlâ gazeteci sanıyormuş…
…
İkinci örnek ise Murat Ağırel tarafından kamuoyuna duyurulan bir işkence haberi, daha doğrusu “işkence yok” haberi.
Haberin dolaşımını bir görelim öncelikle.
140 Journos adlı bir internet sitesi Adnan Oktar ve grubu hakkında bir belgesel hazırlamış. Belgesele göre, bazı Adnan Hocacılara işkence raporu verilmiş, bu raporları veren Şebnem Korur Fincancı’ymış ve raporlar düzmeceymiş.
Sonra bu iddiayı Murat Ağırel dile getirdi ve Aydınlıkçıların başını çektiği bir ekip kullanmaya başladı.
Haberi gördüğüm an bir ikileme düşmedim değil, Şebnem Hanım, hiç tasvip etmediğim biri, kaldı ki daha ötesinde operasyonel bir kişilik olarak görüyorum kendisini. Türk Tabipler Birliği’nin kapatılması için Devlet Bey’e verdiği koz, akılla, mantıkla, saflıkla açıklanamaz.
Şebnem Hanım, işkence görmeyen birine gerçekten rapor vermiş olamaz mıydı?
Sonuçta devlet karşıtıydı ve bunu da saklamazdı.
Ama durdum, ilk gözaltımı hatırladım.
Hücrede sırayla isimler okunuyordu, ismi okunan, bir saat sonra pelte halinde atılıyordu yanımıza. Dehşet gecesinde geride işkenceye maruz kalan kişileri bırakarak, başıma hiçbir şey gelmeyerek, karakoldan sağ salim çıktım. Bana dokunulmamıştı ama işkence vardı.
AB yasaları öncesi ülkemizde çok yaygın, sistemli bir işkence vardı ve Şebnem Hanım’ın rapor verdiği dönem böyle bir dönemdi. O dönemde hangi doktor işkence vardır raporu verecek cesarette olabilirdi ki ayrıca?
Bir defasında doktor kontrolünde doktor darp raporu vermek istemişti de sakın vermeyin demiştim, o darp raporundan sonra karakolda çok daha fazla dayak yer, sonra iyileşene kadar tutulur ve günler sonra çıkartılırdım.
Burası Türkiye’ydi.
Üstelik bu ülke, 15 Temmuz sonrasında işkence edilen insanların görüntülerini televizyon ekranlarından izlememiş miydi?
Şebnem Hanım’ın tıbbi bilgisinin iyi olmakla kalmayıp alanında dünya çapında bir uzman olduğunu biliyorum, kendisini savunan açıklamaları okudum.
Şebnem Hanım’ı suçlamak için, “İnsanlar neden yıllar sonra işkence gördüm derler, gerçekten işkence görseler anında şikayetçi olurlardı.” mantığı yürüten sefillere, Allah sizi o duruma düşürmesin derim; işkence gören insanlar genel olarak bunu ömür boyu sır olarak saklarlar.
Ama Şebnem Hanım bölücü, Adnan Hoca zaten ayrı bir öcü değil mi!
Geldik yine bir öcü avına.
Ve bu haberden sonra, işkence yapan her polis kendisini savunmak için, işkence raporu veren doktoru öcü olmakla suçlayabilir.
Görüyor musunuz, bir haber çocuk tacizcisini koruma altına alırken diğeri nasıl da işkenceciyi koruma altına almış.
Çünkü haber dediğimiz şey, özellikle bizim ülkemizde, nadiren haberdir.
Çoğunlukla servistir.
Servis deyince de bu kelimenin Batı dillerinde istihbarat teşkilatları için kullanıldığını aklınızda tutun…
Bu arada, Silivri Cezaevi’nde kaldığı süre içinde diş doktoruna gitmek için geçen kelepçeli saatlerini bile işkence olarak gören, bu konuda kamuoyunu ayağa kaldıran Murat Ağırel’e biraz insaf kardeşim derim…