Dün öğlen saatlerinde, Türkiye Komünist Partisi’nin yayın organı Sol Haber sitesi, ultra-liberal Besim Tibuk’u manşetten gündeme taşıdı. Komünistlerin bir liberali haber yapması genelde saldırı, hadi daha kibar haliyle söyleyeyim eleştiriyle olur. Ama yok. Bu defa Besim Tibuk, Atatürk için “Amerikan mandasını savundu,” demiş, Sol Haber ise yememiş içmemiş bunu gündeminin başına sevinerek taşımıştı.
Sol Haber, Kanal Serbesti adlı Youtube kanalındaki konuşmayı “Besim Tibuk: Mustafa Kemal ABD mandası istedi, ABD kabul etmedi” başlığıyla veriyordu. Tibuk, Sol Haber’in sevine sevine Atatürk’e mandacı demek için referans yaptığı konuşmasında şunları söylüyor:
“I. Dünya Savaşı’ndan sonra kafası çalışan birçok aydın manda istiyordu. Buna Mustafa Kemal de dâhil. Bunu iftira olarak değerlendirecekler ama bütün aydınlar ülke parçalanmasın diye manda istiyordu. (…) Amerika kabul etmedi. Çünkü Avrupa’dan bıkmış. Versay’da kazık yemiş.”
Mandacılıkla, tam bağımsızlıkçılık arasındaki kavga, Kurtuluş Savaşı’nın iç cephesinde neredeyse tüm önde gelen “mandacı” isimlerle “Ya İstiklal, ya ölüm” çizgisinin lideri Atatürk arasında geçmiş bir kavga. Atatürk, kendisine yakın birkaç önder kadro dışında mandacılar karşısında yalnızdı.
Besim Tibuk’un “Atatürk de manda istemişti de ABD kabul etmedi” hezeyanı; liberal, İslamcı, solcu vs çeşitli renklerden anti-Kemalistlerin ortak safsatasıdır. Bu nedenle çok üzerinde durmasam da olur. Fakat birkaç noktayı hatırlatmakta yine de fayda var…
Amerikan mandacılığı Kurtuluş Savaşı öncesinde etkili olmuş bir akımdı. Özellikle Erzurum ve Sivas Kongreleri esnasında mandacılar, kendi fikirlerini kabul ettirmek için çok çaba sarf etmişlerdi.
Mandacı ekibin en tanınmışı Halide Edip Adıvar’dı. Bu ünü de gerçekten hak etmekteydi. ABD Başkanı Wilson’un meşhur prensiplerinin (ulusların kendi kaderini tayin hakkı vs) Türkiye’ye uygulanmasının, tek kurtuluş yolu olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle Halide Edip, Wilson Prensipleri Cemiyeti adıyla bir dernek kurulmasını önerdi. Cemiyet, ABD’den Türkiye’de bir manda yönetimini üstlenmesini ve Wilson Prensipleri marifetiyle Türkiye’nin işgalini, parçalanmasını engellemeyi planlıyordu. 4 Aralık 1918’de kurulan Cemiyet, 5 Aralık’ta ABD Başkanı’na mektup göndererek bu taleplerini bildirmişti.
Aralarında Ahmet Emin (Yalman), Kara Vasıf Bey, Adnan Adıvar gibi isimleri barındıran Amerikan mandacıları aslında genellikle önceden Alman taraftarı iken Amerikan çizgisine geçmiş, İttihat ve Terakki’nin liberal kanadının eski temsilcileriydi. Aslında yaptıkları bir mandacılıktan başka bir mandacılığa geçmekti sadece.
ABD’nin Filipinler ve Küba’yı İspanyol sömürgeciliğinden kurtardığını, onları himaye edip bağımsız devletler olarak ayakta kalmalarını sağladığını (herhalde ABD bir devletlerarası hayır kurumu filan olmalıydı!), Türkiye’nin de ancak bu yolla var olabileceğini iddia ediyorlardı.
Besim Tibuk’a dolayısıyla ve fikir babalığı yaptığı Sol Haber’e göre ise aslında Atatürk de bu çizgideymiş! Tibuk, daha sonra ABD reddettiği için bu fikirden vazgeçildiğini ve birçok insana “mandacı” iftirası atıldığını iddia ediyor. Burada Tibuk’un kendi içinde bir mantık çökmesi yaşaması ayrı bir mesele. Önce içine Atatürk’ü de katarak “kafası çalışan” aydınların ABD mandası istediğini söylüyor ve bunu normal ve doğru buluyor. Sonra ise birilerine (öncelikle kastı Halide Edip olmalı) “mandacılık iftirası” atıldığını söylüyor. İyi de madem mandacılık iyi bir şeydi, neden birine “mandacı” demek iftira olsun ki? Zaten mandacılar da mandacılıklarını açıktan yapmıştı. Atatürk’e muhalefetlerinin temel sebebi de buydu. Tam bağımsız, laik, milliyetçi bir Türk Cumhuriyeti istemiyorlardı. Padişahın, halifenin yerinde durduğu, ABD’nin manda ile yönettiği ve elbette milliyetçi olmayan bir Türkiye istemişlerdi. Ama olmamıştı…
Mandacılar hakkında Atatürk’ün tavrı netti. Sivas Kongresi’nde kendisine bu konuyu soran Tıbbiyeli Hikmet’e verdiği “Ya istiklal, ya ölüm” tarihî yanıtı sadece işgalcilere, emperyalistlere değil mandacılara da verilmiş bir cevaptı.
Mazhar Müfit Kansu’ya yine kongreler döneminde söylediği şu sözler yeterince açıklayıcıdır:
“Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar.”
Kısacası, Tibuk’un ve dolayısıyla Sol Haber’in iddiaları hem tarihle, hem gerçekle, hem de kendi kendisiyle çelişiyor. Son derece kasıtlı bir Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığının ürünleri…
Peki, Sol Haber, Besim Tibuk’un attığı bu ultra-liberal oltaya neden müthiş bir iştahla atladı? Neden Türkiye’nin “en sol”, “en ortodoks” Marksist-Leninist siyasî yapısı olma iddiasındaki TKP çevresi en liberal, sosyalizmi bir yana bırakalım devletçiliğin, kamuculuğun her türüne şiddetle düşman Besim Tibuk’un peşine takıldı? Bu herhalde Marx’ın Adam Smith ve Ricardo’dan ilham alması gibi bir şey değil…
Türkiye’de sol uçla, liberal ucu birleştiren net bir ortaklık var: Atatürk ve Kemalizm karşıtlığı…
Bu çizgide onlarla birleşecek başka solcuları, etnik ırkçıları, siyasal İslamcıları da rahatlıkla bulacaklardır. Cepheyi genişletmek için öneririm. Benzer safsataları daha önce Fesli Kadir ile Mustafa Armağan gibilerin de yazdığını da hatırlatayım ki düzey de belli olsun!
TKP ve Sol Haber’in ise çok derinlerde bir başka karın ağrısı daha var: Atatürk uzlaşmaz bir tam bağımsızlıkçıydı. Aslında pusuda ve tam anlamıyla hazır bir başka mandalık-uyduluk tehdidine, yani Türkiye üzerindeki bir Sovyet hegemonyasına ya da Türkiye’nin bir Sovyet cumhuriyeti yapılması planlarına da engel olan Atatürk’tür. Besim Tibuk da TKP’liler de o şartlarda mutlaka ya ABD ya Sovyet mandası istemekte mutlaka birleşirdi. Atatürk ise doğrudan doğruya Millî Kurtuluşçu ve tam bağımsızlıkçıydı. Hiçbirine de pabuç bırakmadı!
Atatürk’ün ve bizim parolamız geçmişte olduğu gibi bugün de tektir: “Ya istiklal, ya ölüm!”