Her sene Baykar’ın düzenlediği Teknofest’le birlikte bir “yerli ve milli silah” sanayisi tartışması ortaya çıkıyor. Meselenin ilginç yanı tartışmanın iktidar ve muhalefet arasında değil, muhalefetin kendi içinde dönmesi.
Dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun Teknofest ziyaretiyle birlikte geleneksel gündem tekrar oluştu. Kılıçdaroğlu’nun kurmaylarıyla birlikte Teknofest çıkarması yapması elbette AKP tabanına seslenen stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Olası bir iktidar değişikliğinde AKP ile büyüyen şirketlere dokunulmayacağı mesajı veren bu ziyaret, “5’li çeteyle hesaplaşacağız” şeklindeki radikal çıkışı dengelemek için bir araç olarak kullanılıyor.
Elbette CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun siyasi taktik üretmek gibi bir hakkı var. Ancak Baykar ve Selçuk Bayraktar tartışmalarının evveliyatına bakıldığında, Baykar’a yönelik bu ilginin sadece seçimle ilgisi olmadığı ve ulusalcı taban üzerinde de bir etki yarattığı açık. Yani bu tarz ziyaretler AKP seçmeninin Kılıçdaroğlu’na sempati duymasına değil, CHP seçmeninin Baykar’a sempati duymasına yarıyor.
Selçuk Bayraktar, Erdoğan’ın damadı olmasına rağmen bazıları için “sempatik” bir figür. Baykar’ın AKP’den önce de var olduğu, Selçuk Bayraktar’ın babasından kalan şirketi daha da büyüttüğü, eğitiminin ve yeteneklerinin de bu büyümenin önünü açtığına dair imzasız metinler sosyal medyada epey paylaşılıyor ve taraftar da buluyor.
En kötü rejimlerin bile ayakta kalabilmek adına olumlu ve sempatik figürlere ihtiyacı var. Bayraktar ve Baykar da AKP’nin yarattığı kabile rejimini meşrulaştırmak ve düzenin gerçek işleyişini örtmek için ön plana çıkarılıyor.
Yani tartışmanın Bayraktar’ın kendisiyle doğrudan bir ilgisi yok. KPSS sorularının çalındığı, akademik yaşantının yok edildiği, bilimin öldürüldüğü, her gün yeni mülakat rezilliklerinin ortaya çıktığı bir ülkede sürekli “Baykar” işaret edilerek aslında tüm bunların bir “yanılsama” olduğu, çalışanın ve hak edenin bir yerlere gelebileceği, önünün açık olduğu propagandası yapılıyor.
Diğer taraftan da muhalefet açısından böylesi figürlerin savunulmasının kökeninde AKP’nin yarattığı düzenden radikal bir kopuşa yönelik korku yatıyor. 20 senelik düzenin yeşerttiği bu tarz kurumlara sahip çıkmak bir “uzlaşma beyanı” olarak görülüyor.
Selçuk Bayraktar bazılarının hayalini kurduğu gibi aileden gelen “imtiyazları” elinin tersiyle reddeden ve kendine güvenen bir profil de olabilir. Ancak Türkiye, çok iyi üniversitelerde okumuş, çok yetenekli ve zeki gençlerin çoğunlukla Bayraktar kadar “şanslı” olmadığı ve yurt dışına yerleşmeye çalıştıkları bir ülke durumunda.
Meselenin diğer yanı da iktidarın yaptığı Baykar propagandasıyla ilgili. Kamuoyuna çok büyükmüş gibi yansıtılsa da, dünya silah sanayi açısından Baykar’ın kapladığı hacim çok da önemli değil.
Ali Özsoy mart ayında yazdığı bir yazıda merkezi İsveç’te bulunan SIPRI’nın (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü) her sene dünyadaki silahlanma ile ilgili istatistiklerini ayrıntılarıyla açıklamıştı.
Bu önemli araştırmaya göre Türkiye silah ihracatında 2021 yılında da ilk ona dahi giremedi. 2012-2021 yıllarında toplam silah ihracatında ise ülke olarak 15. sırada. Türkiye son 10 yılda dünyadaki silah ihracatında sadece %0,7’lik bir paya sahip olabildi.
Kısacası somut duruma medyadan değil, yeryüzünün tepesinden baktığımızda kimileri için övünç kaynağı olan İHA ve SİHA’ların esamesi okunmuyor. “Avrupa bizi kıskanıyor” propagandası ne kadar gerçekse, tüm dünyanın Baykar’ın takip ettiğini söylemek de o kadar gerçek.