TKP’nin işbirlikçiliği
Sol partilerin ve bunların uzantısı olarak faaliyet gösteren sol basının kaçaklar, sığınmacılar, düzensiz göçmenler konusundaki işbirlikçi tavrını Türk Solu olarak başından beri takip ediyoruz, not ediyoruz.
Geçtiğimiz günlerde (10 Haziran 2022) yazarımız Okan İşbecer’in kaleme aldığı bir analiz yine bu çerçevede, TKP’nin yayınladığı “Gerçek İstila” adlı 13 dakikalık videoyu konu alıyordu.
Videoda “gerçek istilacı yabancı sermaye” mesajı verilmek isteniyor ama İşbecer’in verileri ortaya koyarak dikkati çektiği üzere, TKP’liler çok temel bir bilimsel gerçeği görmezden gelmiş. Belki haberleri bile yok ama AKP iktidarının 2011’den beri ısrarla sürdürdüğü bir yabancı sermayeyi azaltma politikası söz konusu.
Bağlam dışı bir yabancı sermaye karşıtlığını fetiş haline getirdiğiniz zaman, yabancı sermayeyi kaçıran AKP, aradığınız sosyalizmin ta kendisi oluyor. Ama TKP’lilerin yabancı sermayeyi bu kadar öne çıkarması geleneksel olarak da tutarsız. Söz konusu demografik istila olgusu olunca TKP’liler tüm dikkati “yabancı sermaye”ye çekerek hedef saptırmış. Oysa bugünün TKP diye bildiğimiz örgütü, 70’lerde Milli Demokratik Devrim tezlerine en çok da “milli sermaye” sebebiyle karşı çıkan TİP içindeki “sosyalist” kanattan gelme.
TKP, düzensiz sığınmacıları ve mültecileri sigortasız ve karın tokluğuna çalıştırıp Türk işçisini köşeye sıkıştıran MÜSİAD sermayesini ise hiç görmemiş. MDD’ye gelince “sermaye sermayedir”, AKP’li kodamanlara gelince “asıl istilacı yabancı sermayedir”… Bundan âlâ işbirlikçi daha nasıl olunur?
Demografik istila, ülkenin başına bela olmuşken solun bu gerçek karşısında sessiz kalması nasıl düşünülebilir? AB fonlarıyla, sermaye hareketleriyle, hem Suriye’nin kuzeyinin boşaltılıp PYD’ye peşkeş edilmesi, hem gelen nüfusun burada satüre edilip ulus-devleti tehdit eder hale gelişiyle sığınmacılar konusu, AKP’nin tıkır tıkır uyguladığı dört dörtlük bir emperyalist program. Sol bunu nasıl görmezden gelebilir?
TKP’nin bugün mülteciler konusundaki işbirlikçi tavrını anlamak için Türkiye’nin büyük bir değişime ve dönüşüme savrulduğu o günlere de bakmak lazım. Aydemir Güler-Kemal Okuyan ikilisi 1997’de SİP adına “Türban Neyi Örtüyor” broşürünü bastırıyordu. Sonra 2010’larda, üniversitede türban yasağı tartışmaları alevlendiğinde TKP olarak bu broşürü yeniden basacaklardı.
Demek istedikleri şuydu: “Türban konusu, sınıf mücadelesinin üstünü örtüyor”. O dönem yasağa karşı türbanlıların yanında yer alan sol gruplar bile vardı. Fakat SİP tam anlamıyla meselenin etrafından dolanıyordu. Evet, halkın gerçek ve yakıcı problemleri elbet vardı ama kimlik siyasetinin siyasal İslamcı gericiler tarafından hazırlandığı ve pişirildiği gerçeği de ortadaydı. 20 yılın sonunda Türkiye’de ana tartışma ekseni “Nasıl bir rejim?” değil, “Nasıl bir siyasal İslam?” Yani tam da türbanı siyasi simge yapan akım.
Bugün mülteciler konusunda TKP benzer bir yolda ilerliyor. Adeta “Suriyeliler neyi örtüyor?” diyorlar ve yine benzer biçimde meselenin etrafından dolanıyorlar. 20 yıl sonra Türkiye’de toplumsal yaşam IŞİD rejimine döndüğü zaman TKP neyi nasıl örtecek? Neyin mücadelesini verecek, bir önemi yok. Onlar risksiz muhalefetin bir yolunu o zaman da bulurlar.
Kızıl trol saldırısının düşündürdükleri
İşte Okan İşbecer’in, kabaca bu tespitlere yer verdiği yazısı yayınlandığı anda sosyal medyada Türk Solu’na yönelik ufak çaplı bir trol saldırısı peydâ oldu. “Kızıl” trollerin, İşbecer’in beş bin vuruşluk yazısındaki hiçbir cümleye bir itirazı yok. Aynen ak troller gibi kızıl troller de sadece küfrediyor, iftira atıyor ama daha da ötesi hedef gösteriyordu.
Okan İşbecer’in eski twitlerini karıştırıp aklınca ihbar eden “kızıl” Cem Küçük’ler bile çıktı aralarından. TKP’nin Devrim Gazetesi’nde yazan Tolga Kaan bunlardan biri. Uğraşmış, ıkınmış ve kendince ihbar edebileceği, içinde “Gülen”, “hizmet” gibi kelimelerin geçtiği birkaç twiti paylaşmış. Fakat eski Perinçekçi, eski TGB’li, şimdinin Rus medya memuru Erkin Öncan’ın da saldırıya dâhil olduğunu görmek ufuk açıcı oldu. Sahi, ihbarcılık Aydınlıkçılığın âmentüsü değil miydi? Tabii TKP’li ile TGB’linin bu paslaşması tesadüf değil, taktik değil, ideolojik değil. Daha çok kurumsal gibi…
Perinçek’in Aydınlık’ı, 80 öncesi TKP’liler başta olmak üzere solcuları her gün manşetten kaldıkları adreslere kadar, krokiler eşliğinde ihbar ediyordu. Solcuların hapislere atılmasında, işkencelerden geçmesinde, solcu ölümlerinde ciddi payları vardır.
Ama bugünün TKP’si ile eski TKP arasında hiçbir bağ yok. TKP, 2001 öncesinde SİP, yani Sosyalist İktidar Partisi’ydi. Tabii buradaki “sosyalist iktidar”, 78’de Yalçın Küçük’ün öncülük ettiği MDD karşıtı klik. SİP’ten önce bir de 1992’de kurulup 1993’te Anayasa Mahkemesi tarafından bölücülük gerekçesiyle kapatılan kısa ömürlü Sosyalist Türkiye Partisi var.
2001’de SİP, bir kongrede adı komünist olan bir parti ile birleşince fırsat bu fırsat, bir de adımızı TKP yapalım, diyorlar. Oluyor size Türkiye Komünist Partisi.
Boğaziçi üçlüsü: TKP-Aydınlık-İstihbarat bağlantısı mı?
TKP’nin eski TKP ile alakası yoksa da Perinçek grubuyla alakası gayet muhtemel. Rus ve Çin yanlısı yayınlarda, Ukrayna işgalini meşrulaştırmada ve dünyanın mültecisini Türkiye’ye yığıp kalıcılaştırma projesinde ortaklar. Tabii, ihbarcılıkta da… Fark, Aydınlıkçıların yandaşlıktan utanmaması.
Fakat alaka bunun ötesine varıyor olmalı. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ve selefi Aydemir Güler’in Aydınlıkçı Adnan Akfırat ile ortak Boğaziçi Üniversitesi geçmişi düşündürücü. Hem de 12 Eylül rejiminin tam ortasında!
Çin sermayesinin Türkiye temsilcisi Akfırat’ın 1976’da girdiği Boğaziçi İktisat’tan 1983’te mezun olduğu çeşitli kaynaklarda yazılı. Aydemir Güler’in lisansı da Boğaziçi İktisat. En erken 1979’da girse, yine 12 Eylül dönemi… Üstelik 1986’dan 1999’a kadar İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlisiymiş. Aydemir Güler’den bir yaş küçük Kemal Okuyan ise, Boğaziçi’nde Siyaset Bilimi mezunu. Yine 12 Eylül’e denk geliyor.
12 Eylül gibi, Türkiye’de 650 bin kişinin gözaltına alındığı, tüm örgütlü toplumun dipçiklerle kırıldığı bir dönemde TİP bağlantılı bazı tipler elini kolunu sallaya sallaya okuyup mezun oluyor. Hatta bunlardan biri yıllarca devlet memuru bile oluyor. Ve bir yandan örgütsel faaliyetten de geri kalmıyorlar. 90’larda bir iki siyasi yargılanma, bir de Akfırat’ın kısa süreli Ergenekon tutukluluğu… Başka? Bu Boğaziçi Üçlüsü’ne bakınca ister istemez insanın aklına yıllarca fark edilmeden KGB’ye bilgi aktaran Cambrigde beşlisi geliyor.
Konu videodan açılmışken, Ümit Özdağ’a değinmemek olmaz. TKP’nin videosu, esasen Ümit Özdağ’ın çektirdiği “İstila” adlı kısa filme bir cevap. Bu çerçevede kamuoyuna yansıyan bir Ümit Özdağ-Kemal Okuyan atışması da var.
İstihbarata çalıştığını önceden itiraf etmiş olan Özdağ, Kemal Okuyan’a hitaben şu sözleri sarf etmişti:
“Okuyan, sen Sovyetler Birliği’nin yıkılmayacağını da sosyalizmin galip geleceğini de düşünüyordun. Son komünist partisi kongresinde Ankara’dan gelen heyet, Boğaz Köprüsü’nden geçerken aşağıdaki yalıları gösterip ‘İktidara geldiğimizde bu yalılarda biz oturacağız’ diye sohbet ediyordunuz. İsim isim açıklarım bu sohbeti kimlerin yaptığını.”
Anlıyoruz ki, Kemal Okuyan’ın grubunda, yakın çevresinde sızma var. Ama Kemal Okuyan’ın bu konuda Özdağ’a verdiği cevap son derece ilginç:
“Bu türden lafı Soylu’dan beklerdim. Bir partinin lideri ‘Otobüsünüzde kulağım var’ demez. Ama elindeki kayıtları verirse ‘Boğazdaki yalılarda gün gelecek biz oturacağız’ diyen arkadaşlarımızı eğitime alırız. Hiçbir TKP’li böyle anlamsız laf etmez.”
Kemal Okuyan, Özdağ’a ses kaydı yetiştiren partili için, “eğitime alırız” diyerek kestirip atıyor. Eğitime almaktan kasıt nedir? Tasfiye mi? Örgüt içi infaz mı? Belki de örgütün böyle okuması istenmiştir.
Ancak Kemal Okuyan, örgüt medyasında Ümit Özdağ’ın mülteci siyasetini bu kadar hedefte tutarken, örgütündeki istihbarat dinlemesini neden söyleminin merkezine oturtmaz?
Kemal Okuyan’a sorsanız, Özdağ göçmenler konusunda AKP’nin elini güçlendiriyor. Oysa Özdağ’ın partisi bu hususta TKP’yi asla geçemez. TKP, mülteci meselesinde tam anlamıyla AKP’ci ve Tayyipçidir!
Tüm muhalifleri hapse atan AKP’nin Kemal Okuyan’a hiç dokunmamış olması bu açıdan son derece anlamlı değil mi? Süleyman Soylu mülteci meselesinde Tayyip Erdoğan’ın sağ koluysa Kemal Okuyan da sol koludur!
Ama Kemal Okuyan’ın Ümit Özdağ ile aralarındaki bu samimi atışma bende başka bir his uyandırdı, bu yakınlık nereden? Acaba bu da kurumsal mı?
Tabi en başta, Adnan Akfırat’la tarihi geçmişleri ve şimdi bile Aydınlıkçılarla ihbarcılık konusundaki teşriki mesaileri son derece kuşku verici değil mi?
Ümit Özdağ’ın video çektirdiği ekip bile gözaltı yemişken, 12 Eylül’den bu yana rahatı yerinde olan TKP liderliği sizlere de biraz tuhaf gelmiyor mu?