Oligarşi ve “establishment” ikilemiyle Trump ve Kamala ikilemi birbirlerine denk düşen ikilemler gibi yorumlanmaktadır. Başka bir ifadeyle, derin devletin adamı veya Amerikan müesses nizamının adamı olan Kamala Harris karşısında derin devletin karşıtı ve müesses nizamın karşıtı Trump gibi bir ifade kullanılmaktadır.
Ama bu kavramları analiz ettiğimiz zaman, durumun böyle olmadığını görüyoruz. Önceki yazımızda vurguladığımız süreci bu yazımızda daha ayrıntılı açıklayacağız.
Oligarşi ve “establishment” siyasi devlet biçimleri gibi algılanmaktadır oysa bütünüyle ekonomik temelli kavramlardır. Oligarşi, Mahir Çayan’ın kullandığı biçimiyle, iktidarda bir avuç zorbanın bulunmasıdır. Esas olarak sınıfsal tabanı olmayan ve belli bir ekonomik düzene ve üretim tarzına sahip olmayan, suni dengedeki iktidarı olarak anlaşılmalıdır. Oysa oligarşi, gerçek düzen anlamında bakıldığında ve özellikle ekonomik bir kavram olarak iktidar blokunun en üstündeki ve en yüksek büyüklüklere sahip olan bir katmanı ifade etmektedir. Sanıldığı gibi Latin Amerika’daki zorbaların iktidarı değildir. Oligarşi, finans oligarşisi olarak bir hegemonyayı temsil eden ve sınıflar arası veya katmanlar arası bir konsensüsü temsil eden Gramsci’nin kavramıyla anlaşılabilir.
Oligarşik iktidar, finans kapitalin en üst üretim tarzına egemen olan grubun alt burjuva gruplarını da yönetimi altına alarak, tüm toplum sınıflarını da aynı biçimde oluşturduğu tekçi bir yapılanmayı anlatan bir kavramdır. Bu anlamda, hegemonya, bu tekçi yapının iktidarın belirlemektedir. Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, faşizm, finans kapitalin en üstteki sınıfı yani banka sermayesi ile sanayi sermayesinin oluşturduğu Siemens’ler ve Krupp’ların oluşturduğu yapının alt Alman ticaret burjuvazisi tarafından iktidardan indirildiği bir yapıyı temsil etmektedir. İktidarı temsil eden para sermayesi Yahudiler ile bunların oluşturduğu finans oligarşisine karşı Alman burjuvazisinin tepkisidir. Alman burjuvazisi kitle tabanını yanına alarak iktidara gelmiş ve Nazizm ortaya çıkmıştır. Burada oligarşi, Yahudi olmasına karşın dokunulmayan ve savaş sanayiini sürdüren finans kapitalin oluşturduğu yapıdır ancak iktidar bloku artık Alman milliyetçilerine geçmiştir.
ABD’ye özgü olan, “establishment” kavramını açıklıkla anlayabilmek için Marks’ın Kapital’inin üçüncü cildini yorumlamamız gerekir. Burada meta ve kapital çifti, fabrika üretiminde artı-değer üretilmesi kavramıdır. Bu kavram, kapitalist üretim tarzının ana öğesidir. Bu girişimcilik ve yatırımcılığı ifade etmektedir. Kapital düz anlamda para demek değildir, meta ve üretim araçlarını ifade eden bir kavramdır ve bunun da amacı, metadan artı değer yaratmaktadır. Yani meta-kapital-meta üstü (m-p-m’) olarak formüle edilmiştir. Bu formülde, üretim döngüsünde artı değer yaratılmaktadır. Bu artı değerin paylaşılması gerekmektedir. Artı değeri yaratan sanayi burjuvazisi olduğu halde, ticaret burjuvazisine pay aktararak artı değeri paylaşmasını getirmektedir. Bu, paranın yani kapitalin metada birleşerek artı değeri kristallendirmesi olgusudur. İşte “establishment” budur. Özellikle Lester Thurow’un kullandığı deyimle, önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, içten patlamalı motorlar, petrol endüstrisi, yeni metallerin geliştirilmesiyle büyük otomobil endüstrisi ve uçak sanayii bu sistemin ürünüdür ve bu anlamda bu para kapitale dönüşerek Amerikan endüstrisinin kuruluşunu getirmiştir. Bu dönem “establishment” olarak tanımlanmaktadır. “Establishment” burada yatırımcılığı ifade etmektedir. Devlet yönetimi ise demokrasi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yoksa müesses nizam, derin devlet gibi kavramlar değil, inşa edilen bir kapitalizm ve onun yönetimini sağlayan liberal-demokratik yapılanmalardan oluşan devlet biçimidir.
Oligarşik iktidar kavramı ise Thurow’da ifadesini paranın kapital olarak meta ve endüstriyi oluşturma sürecinin kârlılığın düşmesi sonucu, paranın kapitalden yani sanayi üretiminden ayrılarak serbestleşmesi ve yeni bir coğrafya ve teknoloji üzerinde yeniden kurulması sürecini temsil etmektedir. Bunu daha iyi teorileştirmek için Ernest Mandel’in Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları’ndaki ilerleyen dalgada, yani paranın kapital olarak meta ile birleştiği ve finans kapitalin oluşturulduğu döneme karşılık gerileyen, kârlılığın düştüğü dönemde paranın serbestleşerek, üretimden ayrılarak farklı bir alana ve coğrafyaya doğru geçmesi olgusudur. Bunu Amerikan örneğinde alırsak, ABD’nin ileri otomobil endüstrisi, uçak endüstrisi ve savaş sanayiinin oluşturduğu dönemden sonra, burada kârlılığın düşmesi, bunun üzerine paranın İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya’daki yatırımlara dönüşmesidir. Bu yatırımlar, herkesin sandığının tersine, daha ileri yatırımlar değil, ABD’deki eski üretimin daha ucuz emekle ve daha ileri üretim teknikleriyle (Taylorizm ve Fordizm gibi) yapılanmış bir üretim tarzı olarak Japonya ve Almanya’da öne çıkmıştır. Thurow, “Head to Head (kafa kafaya) Savaş”ta Almanya ve Japonya ile savaşı ele almaktadır. Bu endüstriler, Almanya ve Japonya’ya, daha sonra Kore ve Çin’e göçerken, daha doğrusu serbest para sermayesi endüstrisi bu yeni yerlerde tüketim endüstrisine dönüşürken ve ithal-ikamesi sürecine girilirken aslında yeni bir döneme geçmekteydi. Bu yeni dönem oligarşik iktidar dönemidir. Çevre ekonomileri oluşturulmaktadır.
Bu denklem içinde merkez-çevre teorisine baktığımız zaman, merkezde ne oluyor sorusu sorulmalıdır. Merkezde ileri teknolojiyle, yarı iletkenler, biyo-teknoloji ve ilaç sanayii gibi dallarda ABD’nin yeniden yapılanmasıdır. Bu da dar anlamda savaş sanayii, füzeler, elektronik araçlar gibi bir sürece girerken buna karşılık ABD Avrupa’ya ve Japonya’ya, hatta Kore’ye savaş sonrası alanda, alt endüstrilerini geçirmiştir. Bu alt endüstrilerin gelişme döneminde iktidar oligarşik yapıları oluşturmuştur. California sürecinde ise ABD’de farklılaştırmaları getiren iktidarlar ise yeni Amerikan (New Deal) “establishment”ı oluşturmaktadır. Bu denklemde, Amerikan “establishment”ı, kaya gazı teknolojisi, savaş sanayii, biyo-teknoloji ve bilgisayar teknolojisiyle yeni bir “establishment”a gelirken, Almanya, Japonya ile mücadele ediyor göründüğü dönemde. Aslında ABD yeniden bir büyümeye girerek ileri teknolojiyi kontrol ederek finansın bu bölgeye yeniden kapitale dönüşmesi Wall Street’in Silikon Vadisi’yle evliliği olarak formüle ettiğimiz bir yapıya işaret etmektedir. Japonya, Pasifik’teki en büyük güç olarak belirlenirken, bu üretim döngüsünde gidebildiği yer, yeni bir merkez olmayı becerememiş ve gerilemiştir, onun yerini Kore ve Çin almıştır. 90’lardaki denge yerine 2020’lerde farklı bir dünyaya girilmiştir. 2020’yi doğru anlamak için 90’lardaki Japonya ile bugünkü Çin’i mukayese etmemiz gerekmektedir.
90’larda Japonya’da bir “establishment” varken, ABD’de oligarşik bir iktidar söz konusudur. 2000’lerde ise ABD’de tekrardan bir “establishment” gelişmektedir. Bu “establishment”ın dayandığı temeller, kaya gazı teknolojisidir. Dünyanın petrol konusundaki gerileyen ülkesi gibi görünen ABD, kendisini dünyanın en büyük ihracatçısı durumuna yükselten bir teknolojik devrim gerçekleştirmiştir. Kayaları kırarak kaya gazı çıkarma teknolojisini geliştirmiştir. Bu teknoloji sadece ABD’de söz konusudur. Bu gelişmeye, çevreciler küresel ısınma tezleri nedeniyle petrol yatırımlarına bankalardan kredi verilmemesi, Teksas rafinerilerinin durdurulması gibi taleplerle ortaya çıkmaktadır. Bu taleplerin temsilciliğini Demokratlar yapmaktadır. Etnik ve cinsiyetçi özgürlüklerin yanında “tabiatın özgürlüğü” biçiminde petrole, teknolojiye ve savaş sanayiine karşı bir çevreci hareket oluşmuştur. Bu yapılar esas olarak geçmişte Biden’ın, günümüzde ise Kamala’nın çevresinde birikmektedir. Kamala, annesi Hintli, babası Jamaikalı olduğu için siyahlar içinde popülerlik kazanmıştır. Çok renkliliği kullanarak hem gökkuşağı hem de deri rengi anlamına taban oluşturma çabasındadır. Sabıkalıların da oy kullanabilmesi için af tasarılarını da hazırlayan odur. Bu boyutuyla çevrecilerin bir kraliçesi olarak ortaya çıkmıştır. Kamala, bu denklemde “establishment” olarak değerlendirebileceğimiz kaya gazı/petrolcüler ve boru hatlarının karşısında duran bir yapıdadır. Oysa Trump bu grupların temsilcisidir. Bu anlamda “establishment”ın temsilcisi olarak karşımıza Trump çıkmaktadır. Kamala Harris ise çevrecilerin temsilcisi olarak “establishment”a karşı çıkarak neticede oligarşiye dönüşen bir yapılanma içindedir ve bu anlamda kadın hareketi, cinsel özgürlükler hareketi gibi kavramlarla petrol üretimine karşı çıkmaktadır. Trump ise petrolcülerle birlikte hareket etmektedir. Gelir gelmez elektrikli otomobile dönüşüm zorunluluğunu kaldıran yasayı kabul ederek çevrecilerin karbon salınımı engelleme projesine en büyük darbeyi indirmiştir.
Savaş sanayiine gelince, Silikon Vadisi esas olarak bir savaş sanayiidir. Bu anlamda teknolojinin gelişmesi, silah sanayiinin bir bölümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu denklemde de savaşa karşı olmak, Ukrayna’da savaşı reddetmek esas olarak Silikon Vadisi’ndeki modern teknolojiye de karşı çıkmaktadır. Çünkü silah sanayiinin en büyük müşterisi bizzat devlettir. Bu anlamda savaş sanayii de “establishment”a dönüşmektedir. Savaş sanayiine karşı çıkmak “establishment”a karşı çıkmaktır. Kamala Harris bu boyutuyla paranın kapitale, metaya ve artı değer oluşumuna karşı çıkan bir politikayı temsil etmektedir. Trump ise savaşı durduracağım tezlerini ileri sürmektedir. Eski Chicago dönemi otomobil endüstrisini yaratmanın artık mümkün olmadığı, ABD’deki bir işçinin ir saatte aldığı ücreti Kore’de bir işçi bir haftada kazanmaktadır. Bu boyutuyla bakıldığında, geri sayılabilecek. Üçüncü dalga endüstrileri (otomobil, kimya ve turistik uçak) ile ikinci dalga endüstrilerinin (lastik ve tekstil) ABD’den dışlanarak çevre ülkelere (Japonya ve özellikle Çin) bunların ABD’ye getirilmesinin bir anlamı yoktur. ABD, yüksek katkı değerli endüstrilere doğru giderek “establishment”ın temelini oluşturmaktadır. Nitekim, Thurow, 90’ylarda Japonya’nın ve Almanya’nın öne çıktığı eski endüstrilere karşılık, AEBD yeni bir teknolojiyle yeniden bir gelişim dönemine girerek “establishment”ı oluşturmuştur.
Sorun Marksizmin bir tartışmasıdır. Merkez ve çevre ikileminde kapitalin Venedik döngüsü, Hollanda döngüsü, İngiltere döngüsü ve AD döngüsü gibi sermayenin sürekli yer değiştirdiği ve yeni Schumpeter eğrileriyle kapitalizm gelişirken, paranın kârlılık düşünce yeni bir alana ve teknolojiye girmesiyle modellenmiş bir olgudur. Doğru baktığımız zaman, Venedik’ten Hollanda’ya, Hollanda’dan İngiltere’ye, İngiltere’den ABD’ye, ABD’den Çin ya da Japonya’ya geçmiştir bakışı gerçekçi olmamaktadır. Burada çevreye doğru yayılan geri teknolojiler söz konusudur. Sonuçta yaşanan toptan bir yer değiştirme değil, geri teknolojilerin farklı coğrafyalara göçertilmesi ve ABD anakarasında yeni e katma değeri yüksek teknolojilerin kullanımıyla yeni nesil endüstrinin oluşturulmasıdır. Bu anlamda, en ileri teknoloji çevreye aktarılmamakta, teknoloji merkezde kalmaktadır. Bu anlamda ABD’deki yeni teknoloji ve dördüncü dalga üretim ABD’nin “establishment”ını oluşturmaktadır.
Andre Gunder Frank, Wallerstein gibi isimler, sermayenin sürekli doğuya gittiğini ve “Yeniden Doğu” gibi tezlerle, Çin’in yeni merkez olduğunu ileri sürmektedir. Halbuki teknolojik gelişme süreçlerine batığımızda, Japonya’nın 90’lı yıllarda yaptığını Çin 2020’lerde yapmakta, ancak ABD kaya gazı sondajı gibi çok yeni teknolojileri Çin’e yansıtmamaktadır.
ABD Başkanlık seçimindeki adaylara baktığımız zaman, Kamala Harris, çevreciliği, petrol karşıtlığını, savaş karşıtlığını ve küresel ısınmaya karşı duruşu simgelerken, “establishment”ı temsil etmemekte, aksine “establishment” karşısında konumlanmaktadır. Aşrı bir kavram olarak oligarşi, Çin, Japonya, Filipinler ve Vietnam’da yeniden yapılanırken ABD’de “establishment”ın yeniden yapılandığı görülmektedir. Biden ve Kamala Harris derin devletin değil, tam tersine çevreci/endüstri karşıtı hareketlere dönüşmektedir. Türkiye’deki en büyük yanılgı, Trump’ın devlet karşıtı olmasına karşılık Biden/Kamala Harris’in derin devletlini adamları ve müesses nizamın adamları gibi Marksist ekonomik tabandan kopuk bir sonuca gelmektedir. Bir başka ifadeyle üretim tarzının biçimleri olan “establishment” ve oligarşiye karşılık, politikanın ve devlet biçiminin tarzı olan liberalizm, demokrasi ve faşizm gibi yapılanmalar birbirine karışmaktadır. Örnek olarak Thurow, demokrasi piyasaya karşı söyleminde oligarşik yapılanmaların Kore, Japonya ve Çin’de iktidarın totaliter yanına karşılık buralarda çevre endüstrilerinin gelişmesine ve ABD’den ayrılan sermayenin buralarda yapılanmasına yol açmış, ancak bu bölgelerde demokrasinin gelişmesine sağlamamıştır. Silikon Vadisi ise demokrasiyle birlikte gelişmektedir. Bu boyutuyla küreselleşme tezini savunan daha çok Çin olmaktadır. Oya, ABD yerelleşme biçiminde teknolojide bir üst aşamaya geçişi savunmaktadır.
Sonuç olarak, Trump gelecekteki “establishment”ı temsil etmektedir. Kamala Harris ise çevreci/savaş karşıtı özgürlük tezlerini ileri süren, “renkli” Amerikalıların tezlerini savunan ırkçılık karşıtı politikalarıyla aslında “establishment”a karşı bir tavır içindedir. Japonya’daki oligarşi ise çökme noktasına gelmiştir. Çin’de, Singapur’da bu anlamda kurulan sistem “establishment” olamamaktadır çünkü “establishment”ı yaratan ileri teknolojinin kapitalle buluşmasıdır. Çin ve Singapur gibi ülkelerde ise geri teknoloji söz konusudur.
İngiltere’de demir-çelik endüstrisinin gelişmesi, bu ülkede buharlı gemileri ve demiryollarını geliştirirken “establishment”ın da oluşmasını sağlamıştır. Ama daha sonra ABD’de içten patlamalı motorlar ve asfalt yollarla yeni savaş sanayii ve yeni atom denizaltılarla farklı bir “establishment” ortaya çıkmıştır. “establishment” bir ekonomi kavramı olarak karımıza çıkmaktadır. Keza oligarşi de ekonomik bir kavramdır, siyasi/devlet biçimleri kavramı değildir. Sermayenin organik bileşimini ve yapılanmasını tanımlayan kavramlardır.