25 Mart 1976’da Şevket Süreyya Aydemir Ankara’da hayatını kaybetti. Vefatının 46.yılında Türk Devriminin büyük eylemcisi ve kuramcısını saygı ve rahmetle anıyoruz.
Şevket Süreyya Aydemir binlerce yıllık Türk tarihinin belki de en büyük hezimetlerini yaşamış ve de en büyük zaferlerini kazanmış kuşağının simge isimlerinden biriydi. Kendi hayatını anlattığı Suyu Arayan Adam kitabında onun kendi şahsında anlattığı aynı zamanda bu efsanevi kuşağın hikâyesidir.
Bir Balkan devleti olarak kurulan Osmanlı aslında 1912’de Balkanlarda yıkıldı diyebiliriz. Tarihin gördüğü en büyük soykırımlardan birini de Osmanlı Türkleri yani Balkan Türkleri yaşadı.
1919 sonrası Ergenekon’dur. Osmanlı Türklerinin yani bizim yok olmamızın, dirilişimizin, yeniden varoluşumuzun ve çoğalmamızın savaşıydı İstiklâl Savaşı. Ve bu son “Ergenekon”umuzun Bozkurdu Mustafa Kemal Atatürk’tü. Ya da Nazım Hikmet’in ifadesiyle: “Sarışın Bozkurt.”
Peki, 1912 felaketi ile 19 Mayıs 1919 arasında ne 7 yıl boyunca ne oldu? Herkes Ergenekon destanını bilir ama öncesi, yani vadideki kuşatılmışlık yılları bilinmez. Aradaki 7 yılda milyonlarca Türk cephe cephe savaştı, gazi oldu, şehit oldu. Türk tarihinin en fedakâr, en kahraman ve en bilge gençliği bu dönem yetişti. En çok yanılan ve en çok doğruyu bilen kuşak da bu kuşaktı.
Atatürk’ü bu kuşak içinden çıkardı. Yeri ayrıdır, tartışılmaz.
Ancak soykırıma uğrayan Osman Türklüğünün son genç kuşağının devrimcileri, maceracıları, silahşörleri ve fedailerinin hepsini çok iyi tanımalı ve öğrenmeliyiz. Bu açıdan büyük eksikliklerimiz var. Hayat öyküleriyle binlerce ders bıraktılar bize.
Enver Paşa’dan da, Nazım Hikmet’ten de, Hikmet Kıvılcımlı’dan da Ömer Seyfettin’den de, Mustafa Suphi’den de Hasan Fehmi’den de, Ali Fuat Paşa’dan da Sakallı Nurettin Paşa’dan da öğrenecek o kadar çok şey var ki.
Hataları ile bile bin kez doğru yapmayı öğreten insanlar. Ömürlerin her günü değil her saniyesi vatan fedailiği ateşiyle yanarak geçirmiş gerçek deli yürekliler, gerçek deli kanlılar.
Vatanın yok oluşunun ve yenilginin en ağır onursuzluğunu yaşayıp Turan’dan Komünizme, Hindistan Müslümanlığından Libya gerillasına her yerde Kızılelmayı aramış “Aydemir”ler. Vatandan öte cihan kurtarıcılığına dahi cüret göstermiş, ateşe duraksamaksızın el uzatan Prometeler.
Kelimenin tam anlamıyla “tunçtan” insanlar. Türklüğün ebediliği için önce tunç olup sonra erimeye gönüllü olmuş adamlar ve kadınlar. Ve bunca hata, bunca yanılgı, bunca zaferden sonra Atatürk’ün “Taş kırılır, tunç erir ama Türklük ebedîdir!” sözünü teyit eden koca bir kuşak.
Şevket Süreyya Aydemir de Edirne soykırımını yaşamış, kıl payı hayatta kalmış bir Türk çocuğudur. Vatanı kurtarsın diye Harp Okulu’na babası tarafından bilinçli olarak yerleştirilmiş. Ağabeylerini cephe de yitirmiş, kendi gönüllü olarak Kafkas Cephesi’nde savaşmış. Gazi olmuş. Yine de esaretin hezimeti ile karşılaşınca yılmamış. Tekrar savaşmayı seçmiş.
Edirne’de Yunan işgaline karşı Kuvayı Milliye direnişini başlatmış. Sonra Turan ideali için Bakü’ye gönüllü öğretmen olarak gitmiş. Ermeni ve İngiliz mezalimine karşı silahlı direniş birlikleri kurmuş, Azerbaycan Türkü için yerel bir efsane olmuş. Ve nihayet Sultangaliyev’in öğrencisi olmuş. Milli Komünizmin ilk neferlerinden biri olmuş. Sadece “Suyu” değil adeta hep “Ateşi” arayan bir Osmanlı genci.
Onun kuşağında her yıldızın bir “Odise”si vardır. Şevket Süreyya’nın “Odise”si Turancılıktan Komünizme, Komünizmden Kemalizm’e diye özetlenmek istenir. Oysa tüm bu idealler birbirinin içinde erimiştir adeta Şevket Süreyya’nın hayatında.
Bu kısa anma yazısında ne onun hayatı ne de düşünceleri üzerine çok fazla söz üretemeyeceğimiz ortada. Bu konuda çok mükemmel çalışmalar da var. Ayrıca kahraman hem kendi hayatını hem de ideolojisini yazdı. Ortaya çıkmış dev bir külliyat ve anıt…
Onun Kemalizm’e sunduğu hizmet ile Türk sosyalizmi için açtığı çığır bizim ülkemizin sınırlarını aşıyor. Ancak fikirsel mirası çağdaş Türk tarihi açısından da büyük bir yapıtaşıdır. Atatürk’ün görevlendirmesiyle Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve diğer fikir yoldaşları ile çıkardığı Kadro Dergisi Kemalizm’in yaşayan özünün en devrimci ve en berrak ideolojisini ortaya koymaya çalışmıştır. Bu düşünsel gelenek bugün dahi Türk milliyetçiliği ve devrimciliğinin temel omurgası olmaya devam ediyor.
Atatürk tarihin en büyük devrimcilerinden biriydi ancak ondan sonra gelenler bu büyük devrimcinin ne yazık ki sadece gölgesi olabildi. Eğer Kadro’nun başlattığı gelenek olmasaydı, Doğan Avcıoğlu’ndan Deniz Gezmişlere Mahir Çayanlara Uğur Mumculara kadar çoğalarak akıp gelen yaşayan Kemalist devrimci gelenek bugünkü tutarlılığı ve enerjisiyle var olamayabilirdi.
Gerçekten de bu alternatif tarih dizgesinde Kemalizm tüm devrimciliği ve vatan kurtarıcılığıyla birlikte “tarihe mal olmuş” olacaktı. Hakkı hep verilecekti elbette. Ancak belki de Latin Amerika’daki Bolivarcılık, Zapatacılık, Amaruculuk, Jose Marticilik gibi sadece bir tarihsel dayanak olacaktı. Oysa bugün dahi “zinde” ve devrimci güçlerin en çağdaş ve canlı söylemi Kemalizm ile kendini var edebiliyor.
Bugün “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye direnen milyonlarca Türk genci varsa meydanlarda, alanlarda, barikatlarda sol ile Kemalizm arasında daha 1930’larda kurulmuş ayrılmaz tarihsel birliktelikten dolayıdır. Kemalizm bu yüzden bazılarının hayal ettiği gibi “dinozorların” nostaljisi değil, Deniz Gezmişlerin ve her kuşağın isyancı gençliğinin özgürlük bayrağı olabilmiştir. Bunda şüphesiz Kadro’nun ideolojik mirasının çok büyük rolü vardır.
Yine aynı şekilde bugün Türkiye’de bir Türk solu ve sosyalizmi varsa, çağdaş bir sol hareket ortaya çıkabildiyse bunun da en büyük nedenini Şevket Süreyya kuşağının dehasında, devrimci pratiğinde ve teorisinde aramak gerekir. Kemalizmsiz bir sol var olamazdı. Solsuz Kemalizm’in ise yaşayan bir sosyolojisi ve siyasi vücudu olmazdı. Türk ulusunun ilericilik davasının en tarihsel ve doğal sentezi bu sayede ortaya çıktı.
Şevket Süreyya ve arkadaşlarına bu fikirsel özgürlük alanını açan Atatürk’ün dehası yine ortaya çıkıyor. O bizzat kendisi Kadrocuları korudu ve “Türk Devriminin evrensel doktrinini yaratma” çabalarını teşvik etti. Ancak Türk Devletini bir ideoloji devleti değil ulus devlet olarak kurgulayan da yine bu kurucu dehaydı.
Ve hepsinden önemlisi Şevket Süreyya’nın dünya çapında devrim yaratan düşünceleridir. Onun teorik metinleri Türkiye’de hâlen aşılamayan bir entelektüel seviye ve derinliği barındırır. Kemalist Kadro Üçüncü Dünyacılık ve Bağlantısızlık Hareketinin öncüsüdür. Bu öncülük “erken formülasyon” rastlantısıyla açıklanamaz. Kadro sadece çok erken bir çıkış değildir aynı zamanda en olgun ve bütünsel haliyle bağımsız bir ezilen ulus ideolojisidir. Antiemperyalist devrimci kuramın, stratejinin en yetkin örnekleri Kadro’dadır ki; Atatürk’ü verdiği göreve ve Türk Devriminin ihtişamına yakışır bir olgunluktur bu.
Bugün, 2022 yılında kapitalist dünya sisteminin yaşadığı büyük bunalımlar, savaşlar ve yıkımlar da her şeye rağmen Sultangaliyev ve Şevket Süreyya’nın öngörüsünü doğrulamaktadır. “Yeni bir dünya kurulacaktır” gerçekten de. Dünya Kadro’dan 100 yıl sonra çok daha fazla bu yeni dünyanın sancılarıyla sarsılıyor. Ancak bu “yenidünya” bir emperyalist yerine başka bir emperyalistin tahakküm sürdüğü bir dünya olmayacaktır. Gerçekten de emperyalizmin tamamen yıkıldığı, Atatürk’ün ifadesiyle mazlumların zalimleri er ya da geç mahvedeceği ve tüm ulusların eşit ve özgür yaşayacağı, sömürüsüz ve adil bir dünya olacaktır.
Şevket Süreyya’nın fikirleri ve Kemalist Türkiye için yaptığı devrimci politika önerileri bugün de değerini koruyor. O sömürgeciliğe karşı ayağa kalkan bir sömürge dünyası devrimini öngörmüştü. Sosyalizme ve kendi zamanındaki sosyalist bloğa, enternasyonale karşı değildi. Ancak Batı kutbuna karşı kurulan başka türden hegemonik bloklara bağlanmaya da tamamen karşıydı. Tavizsiz bir milliyetçi sol önerisi vardı. Sömürge ulusların kendi cephelerini kurması gerektiğini, bunun öncüsünün de ne SSCB ne de başka bir ülke olabileceğini sadece ve sadece Kemalist Türkiye olabileceğini savunuyordu.
Şevket Süreyya daha 1930’larda günümüzde yeniden hortlayan “Batı Bloğu mu Doğu Bloğu mu” şeklindeki yeni mandacılığa karşı da amansız bir ideolojik mücadele vermişti. Türkiye hep Tam Bağımsız olmalıydı. Doğu’da ve Batı’da ayağa kalkan sömürge uluslar da “yeni bir dünya” kuracaksa ancak Kemalizm’in öncülüğünde kurabilirlerdi. Bugünkü her renkten Amerikancı, Rusçu, Çinci mandacılardan ne kadar farklı bir görüş.
21.yy’ın devrimci kuramı için mücadele edenler için de büyük ders var Şevket Süreyya’da. “Başka bir dünya mümkün” diyen Amerikan reklamcılar kuşağından ve Batı’nın yılgın, dönek solundan hiçbir şey öğrenemeyiz ancak “başka bir dünya” için gerçekten savaşmış ve nice devrimlere imza atmış Şevket Süreyya misali ezilen ulus savaşçılarından öğrenecek o kadar çok şeyimiz var ki.
Bugünün akademik kürsü ağaları, fon kovalayıcıları, mütercim “aydın”ları için ulaşılması hayal bile edilemeyecek bir zirvededir Şevket Süreyya Aydemir. Sadece bir Üçüncü Dünya aydını olarak değil düşünceleriyle tüm insanlık için çığır açan büyük devrimcilerden biri olarak.
Hem onu hem de bu kısa yazıda çoğunun adını anamadığım o kutlu devrimcilerin kuşağını saygı ve rahmetle yeniden selamlıyorum.