29 Ekim’i 28 Ekim’de boğmak
“Türkiye Yüzyılı”, esasen bir parti propagandası. AKP, seçimde bu konsepti kullanacak. Bu konseptin alt başlığı olarak sıralanan üretim, sürdürülebilirlik, istihdam, huzur, değerler gibi alt başlıklar Tayyip Erdoğan’ın prompter metinlerine dolgu edilecek.
Ama işte futbol sadece futbol değil. Propaganda da sadece propaganda değil. Erdoğan size “Türkiye” ve “yüzyıl” ile yaklaşıyorsa iki kere düşünmelisiniz. Ama AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” adını verdiği tanıtım toplantısı duyurulduğunda bunlardan bile daha kritik olan ayrıntı, etkinliğin 28 Ekim’e tarihlenmesidir. Tayyip Erdoğan’ın şimdiye kadarki bütün Başbakanlardan ve Cumhurbaşkanlarından en önemli farkı burada saklı.
Atatürk’ü ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni, en hafifinden hasım kabul etmek ve hasmane bir tutumla kendini ve yönetimini ikame gibi sunmak, Erdoğan’ın en temel yaklaşımı. Geçmişi yerden yere vururken her resmi dairede ve her temsilde kendini Atatürk’ün yanına yerleştirmekten geri durmayan sağlıksız bir hal bu. Atatürk’ün kaldırılacağı, kendisinin kalacağı gün şifa bulacağı inancıyla yaşayan acınası bir inat.
Kompleksin derecesini anlamak için ertesi güne, yani Cumhuriyet Bayramı’na denk getirilen TOGG tanıtımına bakmanız yeterli. Sahneye çıkarılan 60 yıllık Devrim arabası, yanına yerleştirilen İtalyan patentli, Alman motorlu, Çin bataryalı, devasa yatırım maliyetiyle halka fatura edilen bir seçim yatırımıyla kıyas edildi.
Nihayet 28 Ekim, 29 Ekim’den münezzeh değil. Türk halkının ertesi günkü Cumhuriyet kutlamasına ruhen hazırlandığı, adeta ertesi gün Cumhuriyet’i ilan edeceğini bildiren Atatürk’ü hissettiği gün.
Meclisiyle, hükümetiyle, ordusuyla Ankara’da kurulan devlet zaten bir cumhuriyetti. Yani hukukî varlığa adını verme işiydi 29 Ekim’e kalan… Ucube “Başkanlık Sistemi”ndeki fiili durumun kâğıda dökülmesi gibi değil yani. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın, 28 Ekim 1923 günü, Kâzım ve İsmet Paşalar, Ruşen Eşref ve Fethi Bey’in de aralarında olduğu arkadaşlarına “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz,” demesinin altında yatan gerçeklik buydu. Cumhuriyet tepeden inmiyordu, uzaydan gelmiyordu, uydurulmuyordu. İlan ediliyordu.
29 Ekim, Türk’ün en büyük bayramıysa, 28 Ekim de bu bayramın arefesi işte! Erdoğan, bu gerçeğin farkında. O yüzden milletin 29 Ekim’ine dokunmakla kalmıyor, 28 Ekim’i de ele geçirmeye çalışıyor. İptal edilen resmi törenler ve yasaklanan kutlamalar, Türk halkının Atatürk ve Cumhuriyet sevgisini azaltmak şöyle dursun, arttırdı. Yine de 29 Ekim’in konuşulması, gündeminin bölünmesi ve parazitlenmesi Erdoğan için kârdır. Ama kârdan öte, nihâî hedefe doğru fazladan bir adımdır.
Neden “Türkiye”?
“Türkiye”, elbette bu ülkenin adı. En az bin yıldır, Haçlı kroniklerinde bile Türklerin yurdu anlamında kullanılmış, tarihe mal olmuş en eski etnonimlerden biri. Bununla birlikte şimdilik Türk’ü, Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’ni (TC’yi) açıktan hedef almaya ve Anayasa’nın ilk üç maddesinin değiştirilmesini teklif etmeye cesaret gösteremeyen tüm kesimler, Türkiye’ye dayanak olarak sarılmayı tercih ediyor.
AKP çevreleri, iktidara geldiği ilk günden beri Türkiye ve Türkiyelilik kavramlarını suni olarak sağa sola serpiştirdi durdu. Kürtçüler, liberaller, siyasal İslamcılar, çeşitli cemaatler açısından bu gibi kodlamalar, ideolojik söylemi bir kenara bırakıp ortak düşmana, Atatürk’e karşı birlik olmanın amentüsü gibi işlev gördü.
Ve İşte Erdoğan ve AKP, yine “Türkiye”cidir, ama Cumhuriyetçi değildir. Ne liberallerin iddia ettiği gibi Kemalistleşmiş, ne Perinçek’in salladığı gibi Kemalizm’e teslim olmuş, ne MHP’lilerin üfürdüğü gibi milliyetçiliğe kazanılmış, ne de Kürtçülerin atıp tuttuğu gibi devlet olmuştur. Hepsinin ağzını akıtırcasına Cumhuriyet’i yıkıma uğratmıştır.
Erdoğan’ın tasavvurunda, ne Atatürk, ne kurduğu Cumhuriyet, ne de o cumhuriyetin sahibi olan Türklük, ikinci yüzyılı görmemeli. Büyük fantezi doğrusu. “Türkiye Yüzyılı” bahanesiyle Türk bayrağını bile bozup yerine uyduruk bir logo kondurmaya kadar vardırdılar işi.
Oysa Anıtkabir’de Ata’sına koşan milyonlar her yıl rekor tazeliyor. Stadlar, kampüsler, yurtlar, konser alanları “Mustafa Kemal’in askeri” olmakla iftihar eden Türk gençliğiyle kaynıyor. Ne vesayet, ne gardırop, ne menfaat… Geçmişin bayat bahanelerini kim dillendirebilir? Türk genci, bu pis düzenden çıkışı Cumhuriyet’in faziletinde ve Atatürk’ün devrimciliğinde arıyor.
20. asırdan 21. asra uzanan, hatta muazzam bir yok etme ve unutturma projesine rağmen güçlenerek gelen Atatürk’ten başka kim var? Bugün İran’dan, Amerika’dan, doğudan batıdan tekrar tekrar yankılanan başka kimin sesi var? Erdoğan bunları görmüyor mu? Elbette görüyor ama elinden gelen bir şey yok. Ömrünce öğrendiğini yapıyor. Her gerici gibi o da akıntıya karşı kürek çekiyor.
Önümüzdeki yüzyıl, Türk yüzyılı, Türkiye Cumhuriyeti yüzyılı ve Atatürk yüzyılı. Erdoğan görmek ve göstermek istemese de bu böyle.