Dünyada sıradan bir canlıdan insana geçiş, yani insanlaşma tarihi 4,5 milyon yıl sürmüş. Tam bir insan görünümüne (Homo Sapiens) ise son 300 bin senede ulaşmış.
Modern insan diye nitelenen insan ise 50. 000 senedir burada. Yazıyı 6.000 sene önce icat ettik. Sanayi Devrimi dediğiniz dönem ise son 200 senedir var. Asıl konumuz olan Dijital Devrim (siber dünyaya geçiş) ise 30 senedir var.
“Bu 30 senenin içine son 50 bin senenin teknik gelişimi sığmıştır.”
İnsanlık aydınlanma ile birey oldu. Ulus-devlet ile yurttaş, sonra vergisini ödeyen vatandaş oldu.
Neoliberal ekonomiyle küresel tüketici olmayı öğrendi. Bağlantısal bütünsellik bilimi ve ortaya çıkmakta olan kültürüyle de yaşamdaş olmayı öğrenecek.
Yeni bilim paradigması; “sahip olma uygarlığından”, yaşamı merkeze koyan felsefik düşünceye evrilmiştir.
Bu bilimin esas dayanağı ise, varlığın yapıtaşları değil, varlığın bağlantısallıklarıdır. Yani ‘enfermasyon-diyalog’dur.
Şu anda ‘varlığa’ böyle bakınca gözüken, siber bir devrimin gerçekleşiyor olduğudur. An itibariyle yeni bir dünya kuruluyor, yeni sosyeteler, yeni topluluklar oluşuyor.
Bu durumda “insan-homo sapiens”, Post- Human; insan olmanın ötesinde var olan bir kişi veya varlık anlamına ‘Transhuman’ dönemi başlıyor demektir.
Daha açık ifade edecek olursak:
İnsanın bilişsel, fiziksel becerilerinin arttırılmasıyla, yaşlanma ve hastalanmaların son bulduğu bir paradigma yeniden yapılanıyor.
Bu andan sonra (önümüzdeki 25-30 yıl içerisinde) insan zihni ile bilgisayar birleşecek ve Post-Human/Transhuman doğmuş olacak.
Yani iki canlının bir organizmada yardımlaşarak yaşamaları misali, insan ile makine bir organizmada yaşayarak bilgi paylaşacak.
Peki birey olarak bir insan bunu nasıl yapacak?
İşte bu bölümde bunun hikayesini anlatacağız.
***
Bu güne gelinceye kadar Türk milleti, Batının olgunlaştırıp geliştirdiği büyük acılarla kotardığı dört Sanayi Devrimi’ni kaçırdı.
Birinci Sanayi Devrimi’ni 1850’lerde (buharlı makinenin lokomotiflere uygulanması ve telgrafın keşfi) kaçırdık.
İkinci Sanayi Devrimi’ni 1900’lerin başında (özellikle çelik üretim yöntemlerinin geliştirildiği, elektriğin ve içten patlamalı motorların devreye girdiği dönem) kaçırdık.
Üçüncü Sanayi Devrimi’ni 1950’lerde (enerji kaynağı olarak petrol ve elektrik kullanan, üretimin otomasyonu ve sayısallaşması olarak tanımlanan) kaçırdık.
Dördüncü Sanayi Devrimi’nin ise bugünlerde sonuna geldik. Bence onu da kaçırdık.
Beşinci Sanayi Devrimi’nin kapısının çalınmakta olduğu bir konjonktür yaşıyoruz. Bu son sanayi devrimi de bu topraklara uğramadan gitmek üzere.
Endüstri 4 adını verdiğimiz yapay zekanın, hayatın her alanını değiştirmek üzere yaşamın her yerine girmekte olduğu bir dönemde büyük veriler dediğimiz ‘big-data’ olgusunun (nesnelerin interneti) paradigması ile iletişim kurarak insanı aradan çıkarttığı bir dönem geliyor.
Daha farklı bir deyişle; ‘makinenin makineyle konuştuğu’ ve hatta kullandığı bir zamandayız.
Örnek, İtalya’daki makinenin Washington’daki bir makineyi kullanarak kalp ameliyatı yapabildiği bir dünyada yaşıyoruz.
Dijital platformların alıp başını gittiği bir ortamda genişletilmiş, derinleştirilmiş birçok sanal gerçekliğin “vega” verilerin önümüze çıktığı bir ortamdayız.
3D yazıcılarla uzaklardan binaların, eşyaların üretildiği yaratıldığı bir dünyadayız.
Türkiye’de; hangi pazarın hangi garibanlar tarafından atıklarının toplanacağı, hangi mahallenin kâğıt toplayıcılığına hangi mafyanın karar vereceği, hangi uyuşturucuların kendisine teslim edildiği üzerinden bir gündem konuşuluyor.
5. Sanayi Devrimi’nin henüz bilmediğimiz korkunç belirsizlikleri; muhteşem fırsatlar sunarken, bildiğimiz her şeyin yeni baştan kullanacağı bir dönemde Türkiye tarikatların elinde inim inim inlerken ve hâlâ Ortadoğu ağzıyla konuşurken, mafyalara teslim edilirken, uyuşturucu tacirlerine teslim edilirken belirsiz bir dönemi kapatıyor.
Bu dönem kapanırken olanlar şu;
Türkiye’nin Z nesli, akıllı çocukları, gencecik çocukları, topluca ülkeden ayrılmak için her yolu deniyorlar.
Her yolu denemesine rağmen gidemeyip de ülkede kalan, iki dil, üç dil konuşan, Türkiye’nin kaymak tabakası olan % 0,5’e giren bir nesil var. Şu an bu nesil açlık-yoksulluk sınırı altında yaşama tutunmak için çabalayıp duruyor.
Benim en çok da buna içim acıyor!
Çünkü Türkiye’nin bir demografik fırsat dönemi vardı. Demografik fırsat dönemi, normal koşullarda bir ülkenin tarihinde başına bir defa gelir.
Örneğin Avrupa’nın, Japonya’nın bu kalkınma performansı II. Dünya Savaşı’ndan sonraki o “baby boom” dediğimiz doğum oranlarının patladığı dönemde oldu.
Cıvıl cıvıl bir pazar, çalışma çağındaki insanlar, tüketmeye hazır insanlar, yuva kurmaya hazır, eşya almaya hazır insanlar, doğum oranları hareketli…
Türkiye, bugün demografik fırsat penceresinin teorik olarak zirvesinde bir ülke. Yaş ortalaması aşağı yukarı 29-30 olan çalışma çağındaki nüfus, en büyük oranda.
Yaşlı nüfusu hâlâ kontrol altında, sosyal güvenlik sistemini çökertecek bir oranda değil ve böyle bir ülke bugün kalkışa geçmeli iken, son yirmi yıldır bu ülkeyi yönetenler onu tarihin çöplüğüne gömmek üzereler.
Şunu kesinlikle söylemeliyim ki; bir daha milletimizin böyle bir fırsat dönemi olmayacak, bir daha böyle bir nesil elimize geçmeyecek.
Bir diğer güç ve dinamizm ise tarihimiz ve onun Türk toplumunun şuuraltı kayıtlarıdır:
Çok geniş bir coğrafyaya saçılmış yaklaşık 300 milyonluk bir Türk dünyasıyız.
Batı Türkistan:
(Hazar’dan bu tarafı; Türkiye, Azerbaycan ve İran).
Doğu Türkistan:
(Hazardan öteye bütün Türk devlet ve toplulukları).
Sözün özü; Doğu Türkistan ve Batı Türkistan Cumhuriyetleri adı ile Turan birliğini muhakkak kurmalıyız.
Yutulmayacak kadar iki büyük lokma, ezilemeyecek kadar iki büyük devlet.
İşte bizim Turan idealimiz bu olmalıdır!
Bu iki büyük devleti kurduğumuz an, başka halkların zulmü altında inleyen soydaşlarımızın derdine de deva oluruz.
Yoksa gerisi kuru bir kızıl elma sevdası olmaktan öteye geçmez…
Türk toplumunun şuuraltı; “passioner dürtü”
Rus tarihçi Gumilev, Etnogenez adlı eserinde passionerliği, “toprağın altında gezinen bir tür enerji dalgası”na benzetir ve enerjinin çarptığı halkın birden hareketlenerek fetihlere başladığını, komşu halkları boyunduruk altına aldığını iddia ederek, en iyi örnek olarak da Moğolları gösterir.
Moğollar tarihte de şimdiki gibi gerçekten küçük bir halktı. Tarihte de dikkat çeken bir nüfusları yoktu, bugün de yoktur.
Selahaddin Eyyubi’nin ordusunun % 80’ini nasıl Türkler oluşturuyorsa, aynı şey Moğol ordusu için de geçerliydi.
Gumilev, bir adım daha atarak, passioner kişilerin kitlelerin önüne düşen lider değil, kitleleri arkadan itekleyen kişiler olduğunu belirtir.
Moğolların yaptığı da bu idi.
***
Etnogenez teorisinin bilimdeki yeri, Gumilev tarafından 1984 yılında şu şekilde belirtilmiştir:
“Araştırma konusunun insan eseri olduğu yerde tarih, beşerî bir bilimdir. Yani folklor yazıları, felsefe sistemleri, resimler, kısaca özünde statik olan kaynaklar. Ama insan sadece toplumun bir üyesi değil, aynı zamanda bir etnik grubun da üyesidir.
O, biyosfere dâhildir, etnogenezin bir fonksiyonu olan etnik tarihin iskeletini oluşturan olayları gerçekleştirip, tarihte izini bırakmaktadır. Bu yönüyle tarih bir doğa bilimidir.”
Dahası, Gumilev’e göre “Tarih bilimi, zaman içinde gerçekleşen süreçleri araştırmaktadır ama zamanın ne olduğunu kimse bilmemektedir.”
Passionerliğin dönüşümü-Aydınlanma çağı
Miladi 1111’de ölen Gazali, yazmış olduğu Filozoflara Reddiye kitabı ile düşünmeyi reddeder. Bu reddiye bundan sonraki asırlarda (Selçuklu ve Osmanlı dönemleri) zihinleri işgal eder.
Oysaki Kuran-ı Kerim’in ayetleri düşünmeyi, tefekkürü (biz tefekkürü sadece tesbih çekmek olarak algıladık oysaki fikir üretmek, proje üretmek, yapmak, ileriye yönelik ütopya sahibi olmak) şart koşar.
Bu ütopya meselesi evrenseldir; VIII. Henry tarafından kafası kesilen Thomas Moore’un yazmış olduğu Ütopya meşhurdur. Ama daha önce Eflatun’un Devlet ismiyle ütopyası vardı.
Bizi ilgilendiren ise büyük Türk bilgesi Farabi’nin Medinetü’l-Fazıla isimli eseriyle ortaya koyduğu ütopyasıdır. Daha sonra yine Nizâmülmülk’ün Siyasetname’si vardır. O da bir ütopyadır.
Bu ütopya konusuna şunun için girdim: İnsanlığın teknoloji ve düşünce alanında gelişmesinin ilerlemesinin temel dinamiği, ‘passioner’i, bu ütopyalardır.
Dijital Devrim’de sonun başlangıcı
Son yıllarda bilim ve teknolojide o kadar hızlı gelişme oldu ki, takip etmek hayli güçleşti. Daha internete yeni yeni alışmışken, onun da pabucu dama atıldı:
Web 1.0’da (internette) bir metni okuyabiliyordunuz, Web 2.0’da ise metne katkıda bulunabiliyordunuz.
İşte tam da bu arada tarama ve arama motorları devreye girdi. Şimdi de bunların hepsini ortadan kaldıran Metaverse devreye girdi
Peki Metaverse’in hızı ne kadar?
Einstein (Ölümü: 1955) diyor ki, ışığın hızı (1.300.000 km/s) geçilemez. Oysa Metaverse’te hız, 2.800.000 kilometre/saniyedir.
Ama Metaverse’ten önce Blockchain var.
Blockchain (Blok Zinciri) nedir?
Bloklardan oluşan zincir yapıdaki Blockchain (Blok Zinciri), şifrelenmiş işlem takibini sağlayan dağınık yapıdaki bir veri tabanı sistemidir.
Blockchain teknolojisi, bireysel kullanıcılara dijital kimlik üzerinde bugüne kadar benzeri görülmemiş bir kontrol imkânı sağlamaktadır.
Dolayısıyla küresel açık bir hesap defteri olan Blockchain, sadece kripto paraların üretiminde değil, birçok farklı alanda saklama, yönetme ve depolama gibi işlemler için kullanılmaktadır.
Blockchain, dijital dünyanın toprağı, arazisi, mülkü konumundadır. Bu sistemi en çok destekleyen ülke İsviçre’dir.
Bu sistemin dijital kimliğe sağladığı imkân, onu güven ekonomisinin anahtarı kılmaktadır.
Bu açıdan Blockchain, sadece finans sektörü ile sınırlı kalmamakta, 4. Sanayi Devrimi’nin de merkezinde yer almaktadır.
Blockchain geldiğinde kayıt dışı hiçbir şey kalmayacak. Kripto paranın da arkasına altın ve gümüş koyacaklar. Bu sebepten dünya genelindeki altınları toplamayı düşünüyorlar. Kripto para aynı zamanda yoktan değer oluşturma gibi bir şeydir. Mesela Bitcoin’e yapay altın deniyor, yani hiç yoktan yaratılan bir değer.
Kripto paranın nihai hedefi devletle vatandaş arasındaki o muazzam para basma bağlantısını kaldırmasıdır. Yani devletin elinden para basma işini alarak devleti kısmen iptal etmiş oluyor, ortadan kaldırıyor.
Blockchain (kayıt sistemi) devreye girdiğinde ise devlet, özellikle ulusal devlet, tamamen ortadan kalkıyor.
Ayrıca unutmamalı ki, kripto para kullanıma girdi mi, hiçbir özgürlüğünüz kalmıyor, her harcama, kaçamak vs. kayıt altına alınıyor.
İleri zamanlarda şöyle olacak: Blockchain üyesi iseniz, dijital dünya vatandaşısınız, Blockchain’e kayıt yaptırmadan hiçbir işlem yapamazsınız.
Tapu, nüfus ve her türlü vergi kaydı Blockchain üzerinden yapılınca, ulusal devletin hiçbir hükmü kalmıyor.
Şöyle düşünün: Bir gün size onaylanmış birey kimliği verilecek (bu belki vücudun görünmeyen bir yerine işlenecek). Hiçbir kimlik, belge göstermeden, sadece fiziki varlığınız dikkate alınarak, sizin her türlü işleminiz, tanımınız ve geçişiniz yapılabilecek.
Çünkü sizin olan bütün kayıtları tanıyacağından, her kapıdan yüz tanıma işlemi ile hiçbir şeye gerek kalmadan geçeceksiniz.
5G-nesnelerin interneti ve 5G teknolojisi
5G kablosuz haberleşme sistemi olarak bilinen hizmet, 2020 yılından beri verilmektedir.
3G veri aktarım hızı saniyede 28 megabit, 4G’de bu hız 100 megabit, 5G’de ise bu hız gigabit seviyesini geçmektedir.
2020’de Çin, Ocak ayından itibaren yapay zekâ devlet yönetimi şekline geçti. Yani 5G kablosuz iletişim (nesnelerin interneti) bağlantısı ve Blockchain kayıt sistemine adım attı.
Burada hemen bir açıklama yapmalıyım ki; Çin bizim bildiğimiz kavramlarla komünist bir devlet değildir. Çin, bir yapay devlettir, 21. yüzyılın deney alanıdır.
Çin’in yürürlüğe koymaya çalıştığı “Bir Kuşak Bir Yol Projesi”, dijital dünyanın zeminidir.
Aklın millileştirilmesi, Türkleştirilmesi
Aklın millileştirilmesi, Türkleştirilmesi, Türk tarihine geri dönüş anlamına gelir.
Türk tarihi ise bir bütündür; kabileci mantığı ve kafası ile tarihe bakılmaz. Bunun için tarihi topluluk ve devletleri “Türk’tü, Türk değildi, Türk düşmanı idi” diye ayıramazsınız.
Mesela Osmanlı Devleti’ni ve hükmettiği milletleri (tıpkı İngiliz Milletler Topluluğu gibi) Türk devleti bağlamından/yörüngesinden çıkaramazsınız.
Şimdi bu birliğin başlangıcının nasıl olduğunu bir hatırlayalım:
Bir grup Türkçü aydının organizasyonu ile “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı”, dünya tarihinde ilk kez; 21 Mart 1993 Cuma günü Antalya’da düzenlendi.
Bu kurultaylar sonraki yıllar 11 kere daha tekrarlandı. “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayları”, Türk dünyasının ve Türkiye’nin gelecekteki siyasetini, stratejisini de tanzim etti.
İşte tam da bu arada Türk Dünyası bir çıkış yaptı kendi tarafını kurdu.
Bu kuruluşun adı Türk Devletleri Teşkilatı’dır.
Dış dünyadaki etkin devletler istese de istemese de, ülke içindeki etkin güçler ve liderler istese de istemese de, Türk Devletler Teşkilatı kurulmuştur.
Küresel güçlerin kurduğu modern Çin
Küresel güçler tarafından, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’e 2013 yılında ilan ettirilen ve daha sonra Çin Anayasası’na da sokulan “Bir Kuşak Bir Yol (One Belt One Road-OBOR)” projesi, bu asrın en büyük küresel projesidir.
Bu yolun ana güzergahı Türk devlet ve topluluklarının bulunduğu coğrafyadır. Daha doğrusu Bir Kuşak Bir Yol Projesi, Türk Dünyası’nın merkezinde yer almaktadır.
İşte; “Türk-Turan Birliğinin Kuruluş Öyküsü”ndeki önemli ayrıntılardan biri de Bir Kuşak Bir Yol Projesi’dir.
Şimdi bunu biraz açalım:
“Önümüzdeki 50 seneyi şekillendirecektir” diye takdim edilen bu projenin, toplam 1,5 trilyon dolarlık yatırımı ve 3,5 milyardan fazla nüfusu bünyesinde taşıyacağı iddia ediliyor.
65 ülkenin dâhil olduğu proje, Asya’nın en doğusu ile Atlas Okyanusu’nun Avrupa kıyılarını birbirine bağlamayı hedefliyor.
Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin aslı esası tarihi İpek Yolu’dur.
Herodot’un tarifine göre İpek Yolu; Tanrı Dağları’nın kuzeyinden geçmekte idi. Büyük bölümü, Türklerin yaşadığı coğrafyada uzanmaktaydı.
İpek Yolu’nun, milattan önceki en aktif zamanı Sakaların ve Hunların hâkimiyet döneminde idi.
“Türk Devletleri Teşkilatı Devlet Başkanları Konseyi”, 12 Kasım 2021’de İstanbul’da ‘Dijital Çağda Yeşil Teknolojiler ve Akıllı Şehirler’ temasıyla toplanmıştı. Bu toplantı sonucu yayınlanan bildirinin 29. Maddesinde “Turan” kavramı vurgulanmıştır.
Aslında son zamanlarda, yani bu asrın ikinci yarısında, manzara şöyledir:
Bütün dünya Türklüğü derin uykudadır. Ama bu sadece görüntüde böyledir. Yoksa Türklük âleminin şuuraltı binlerce senedir uyanıktır.
Şöyle ki; Türk kültürünün üç temel dayanağı olan Türkçe, evren tasavvuru ve devlet anlayışı, 3 bin yılı aşan tarihleri boyunca, karşılaştıkları her medeniyetle ölüm kalım savaşı vererek, varlıklarını devam ettirebilmişlerdir.
Söz konusu savaşlar sadece askerî olmamış, kültürel savaşlar şeklinde süregelmiştir.
Türklerin ilişkiye girdikleri, Çin, Hint, İran, İslâm, Hıristiyan, Bizans, Yeniçağ Avrupa ve Rus medeniyetleri dünya tarihinin en önemli medeniyetleri arasında kabul edilmektedirler.
Eğer Türkler, karşılaştıkları medeniyetlere tümüyle teslim olup onların tüm değerlerini benimsemiş olsalardı, bugün Türk varlığından söz edilemezdi.
Diğer taraftan Türkler karşılaştıkları ve kendi hinterlandında bulunan devletleri sömürmemiş onları sadece yönetmişlerdir.
Türkler, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için, başka toplumların sundukları değerleri benimsemişlerdir. Bunu yaparken kendi kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmeyi de başarmışlardır.
Toplumsal varoluşun sürekliliği, savaşma yeteneğinin yüksekliğine bağlı olduğundan, savaş, Türkleri meşgul eden en önemli sorunlardan biri olmuştur.
Dolayısıyla savaş geleneği, Türk düşüncesinin temel aktörleri arasındadır.
Türk Turan Birliğinin dirilişi öyküsü ve bu öyküde yer alan Mayacanlar gruplarının örgütlenmesi, sevk-idare ve organizasyonları, yeni bir bilim yöntemi; ‘bağlantısal bütünsellik’ paradigması üzerinden yapılıyor.
Burada dünya milletlerini sömürmeden, baskılamadan, dinlerine, dillerine, örf ve adetlerine karışmadan en uzun yöneten Türk aklı devreye girecek.
Bunun için bütün argümanlar potansiyel olarak ve hazırlık çalışmaları olarak hızla devam ediyor. Bu arada akıllara takılan veya takılacak olan soru şu:
“İyi güzel de, Türk aklı ve Türk organizasyonu, küresel olarak kopmuş gelen bu dijital tufanı nasıl yönetecek nasıl evriltecek?”
Bütün bu soruların net cevabı Türk Solu dergisinde dört sayıdır uzun uzun anlatıp durduğum “Türk-Turan Birliğinin Diriliş Öyküsü-1-2-3-4” yazılarında.
Ve emin olduğum bir sezgi var ki, o da asıl dijital devrimi yapacak, siber dünyaya geçişi sağlayacak, dijital fırtınayı koparacak yazılımlar, sözünü ettiğim dijital teknoloji, Türk Dünyası merkezli kurulacaktır.
Türk Dijital Devrimi neler getirecek?
Asırlar boyunca dünyada büyük mücadele, küresel elitler (şirketler) ve devletler arasında gerçekleşti. Buradaki edilgen taraf halklar, insanlar ya da milletlerdi. İşte hesapta olmayan şey, bu edilgen kitlenin, yani uyuyan devin, uyanması olacak.
Bunu mümkün kılacak şey ise merkeziyetsiz bilgi sistemleri, yazılımlardır. Tek bir merkezden yönetilen sistemler değil, kitlelerin tarafsız, bağlantısız karar almasını sağlayan mekanizmalar. Yani Türk dünyasının yüzlerce noktasından network bağlantısal olarak “Yapay Zekâ=YZ” tarafından yönetilen sistemler.
İnsanlar organize merkezi güçlerden korktukları için egemen güçlere karşı koyamamış ve boyun eğmiş yani yönetilmiş-köleleştirilmişlerdir.
Halbuki kadim Türk toplumlarında doğal ve evrensel kanundur: egemenlik halka-buduna aittir. Beyler ve Başbuğlar sadece temsilcidir.
Dijital Devrim’de; kurumlar kuruluşlar ve devletler sadece ama sadece halkın hizmetkarı olabilirler.Dijital Devrim’de milletvekilliği yani halk temsilciliği olmayacak, çünkü herkes kendini temsil edecek. Parti ve benzer teşkilatlar da kalmayacak.
Blockchain teknolojisi toplu ilişkilerde kurum kuruluş vs. üçüncü şahısları ortadan kaldırıyor.Mesela notere ihtiyaç olmuyor, para transferinde bankaya ihtiyaç duyulmuyor.
Halk oylamasında seçim kurullarına gerek kalmıyor, çünkü herkesin verdiği oy silinmez şekilde kayda geçiyor. Yakın bir gelecekte tüm oylamalar halk tarafından yapılacak, buna isteyen katılacak isteyen katılmayacak.Çoğunluk kararı ve temayülü YZ tarafından değerlendirilip esas alınarak yürütme erkinin hareket şeması ortaya çıkacak.
Bütün toplu sözleşmeler Blockchain tabanlı akıllı sistemde yapılacak.
Tapu kayıtları, nüfus ve her türlü şahsi belge, kimlik kayıtları, arşiv kayıtları kesinlikle Blockchain üzerinden tutulacak.
Devlet yerine elbette bir organ olacak ama bunun bütün iş ve işlemleri Blockchain üzerinden ve YZ tarafından yapılacağı için en az hata ve yanlışla yönetilecek.
Zamanın ruhu yeni bir dünya kurguluyor. Geleceği şekillendirenler artık abuk sabuk liderler olmayacak.
Mekanik bir çağdan dijital bir çağa geçiliyor.
İnsan ve özellikle şimdiki yöneticiler artık yalan söylemeyecek, hırsla, kinle davranmayacak, hırsızlık, gasp, riya, hamaset ve katliam yapamayacak. Hiçbir insan diğeri üzerinde baskı uygulayamayacak.
Hiçbir silah işe yaramayacak. Dijital Devrim’in oluşturduğu toplumun kahramanı da katili de olmayacak.
Ekonomik sistemin damarlarında dolaşan paranın merkeziyetsizleştiği sistem, Merkez Bankalarını ve bankaları ortadan kaldıracak.
Günümüzdeki bütün otoriteler: Siyasi, sosyal, ekonomik, hepsi yok olmaya mecburdur.
Üniversitelerin, yargının her türlü kurum ve kuruluşun tepesinde sallandırılan iktidar kılıcı ve sair baskı, son bulacak.
Hükümetlerin ve diğer konvansiyonel yapıların insanlara vereceği hiçbir şey kalmayacak. Zaten aldıklarının cüzi bir kısmını veriyorlar, bu haraç dönemi bitecek.
Belki bu savaşın ilk raundunu küresel dijital güçler kazanacak. Borçlandırdıkları dünya devletlerini köle gibi yedecekler.
Bu yeni distopik düzen bir süre devam ederken ortaya programcılar, yazılımcılar, düşünce üretebilenler, yani Mayacanlar çıkacak.
Elbette bunlar kimliksiz kahramanlar olacak ve aynı amaç için çalışmalarına rağmen birbirilerini tanımayacaklar, zaten tanımalarına da gerek kalmayacak.Çünkü teşkilatlanma-örgütlenme sistemleri bunu öngörmüyor.
Blockchain, Metaverse (ya da asıl adıyla Meta-universe yahut yeni nesil internet) ve bütün bunları yöneten, yönetirken kendini de geliştiren YZ, her şeye hâkim olacak.
Tıp ve biyoloji alanındaki öngörüler
Yapay organlarla yaşayıp yaşlanacağız. Gelecekte organ marketlerinden yapay organ siparişi vereceğiz.
Beynimizdeki bilgileri istediğimiz kişiye aktarabileceğiz.
Tüm dünyada geçerli dijital kimlik kullanılmaya başlanacak.
Artık, bütün vücudun hücre seviyesinde algoritmik, şeffaf mimari haritaları çıkartılıp, yapay zekâ ve 3D yazıcılar kullanılarak kalp, akciğer, karaciğer, pankreas, böbrek, mide ve göz gibi tüm organların kişiye özel sıfır kilometre, organ reddi riski taşımayan yedekleri üretilebilecek. Gerektiğinde ve istenildiğinde değiştirilmek üzere özel buzdolaplarında veya yedek organ bankalarında muhafaza edilebilecek.
Organ tahribatı, kanser ve kronik hastalıkların kökten tedavisi, sürekli ilaç kullanımından ziyade akıllı ilaçların devreye girmesi ile hayatın uzaması ve insanın yaşlanmaması mümkün olabilecektir.
Kuantum Devrimi’nin kapılarını açtığı “Kuantik Çağ”da hayat; beslenme, eğitim, toplumsal ilişkiler ve iletişimden, seyahat ve yönetime kadar yeniden tanımlanıp planlanacak.
Konvansiyonel aile kavramı, düzeni ve hissiyatı ortadan kalkacak, Nietzsche’nin tabiriyle ‘übermensch’ (üst insan) benzeri biyorobotik varlıklar ‘Kuantik Romantizm ve Erotizm’ yaşayabilecek, ‘Kuantik Edebiyat ve Sanat’ doğacak,
Sonuç olarak diyoruz ki:
Hiç kaçarı yok! O Güzel Günler Yakında Gelecek!
Son otuz yıldır dijital bir fırtına koptu dünya yüzünde, bütün kurumlar kurallar ve sınırlar yıkılıyor.
Her şey dümdüz oluyor. Yeni bir dünya kuruluyor, yeni sosyeteler, yeni topluluklar ve yeni bir insan yapılandırılıyor.
Sözünü ettiğim bu ‘dijital fırtına’ bir nevi Nuh Tufanı gibi. Her şey yok olup yeniden vücut buluyor.
Nuh Tufanında gemiye binenler kurtulmuştu. Bu defa, Türk insanı için o gemi; şuuraltında binlerce yıllık birikiminden beslenen, tıpkı “damarlarındaki asil kanda mevcuttur” söylemindeki gibi temel dinamiği yani ‘passioneri’ kullanarak geleceğini tanzim ve tayin edecektir.