6 Şubat 2023 tarihinde, Kahramanmaraş – Pazarcık (Pazartesi günü, 04.17’de) ve (sadece 9 saat sonra) Elbistan (Pazartesi, 13.24’te) merkezli, (7 km sığ-derinlikteki) 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde iki amansız ve zamansız depremin, sabaha karşı, derin uykularda; Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elâzığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa olarak, toplam 11 il ve bağlı ilçe ve köylerde yaşayan yaklaşık 14 milyonluk bir nüfus kitlesini vurması sonucu, (âfetten 3 hafta sonra, 26 Şubat 2023 tarihli resmî açıklama ile) toplamda (Türkiye’de) 44.218 kişi (Suriye’de ise, 6.680 kişi) yaşamını yitirmiş bulunmaktadır! (Anadolu’daki en can alıcı deprem olarak bilinen 1268 yılındaki Adana – Kozan merkezli ‘Kilikya Depremi’nde ölen sayısı, yaklaşık 60 bindir!)
Doğaldır ki bu rakam, ne yazık ki, henüz kaldırılamayan enkaz altında kalan (ya da kayıtsız olarak, komşu ve yakınları tarafından çıplak elle kazılan enkazdan çıkarılıp, defnedilen) yurttaşlarımızı kapsamamaktadır? Çifte depremde, ilk anda, 115.000 kişi yaralanmıştır!
Depremden bir hafta sonra yapılan hasar tespit çalışmalarında, 33 bin 143 binada yer alan 153 bin 506 bağımsız birimin âcil yıkılması gereken, ağır hasarlı ve yıkık olduğu saptanmıştır. 6 bin 849 binadaki 46 bin 640 bağımsız birimin orta hasarlı, 59 bin 995 binadaki 439 bin 647 bağımsız birimin az hasarlı, 108 bin 840 binadaki 535 bin 490 bağımsız birimin ise, hasarsız olduğu bildirilmiştir.
Deprem sonrasında, bölgeden ayrılan ve çevre illere iç-göç eden nüfus kitlesi, 3 milyon kişiye erişmiştir! Ve ilk günden bugüne oluşan bölgesel artçı deprem sayısı, 9.136’ya yükselmiştir!
Yurttaşlarımız, (şükür ki, duyarlı yurttaşlarımızın âcil yardım ve imece seferberliği sonrasında, elbette ki açlık ve çıplaklıkla değil ve fakat) sismik sarsıntılar üzerinde, yeterli barınma – ısınma, çadır, konteyner araçlarına sahip olmaksızın, yağmur – kar ve soğukla da mücadele ederek, üstüne her türlü hijyen – yıkanma ve tuvalet olanaklarından da uzak olarak ve her ân patlaması olası salgın hastalık riskleri arasında debelenerek, bölgedeki arama – kurtarma çalışmalarının resmen sonuçlanmasına ve artık enkaz kaldırma aşamasına geçilmesine karşın, hâlâ enkazlarının başında beklemekte ve kayıp yakınlarının cesetlerine ve/ya da izlerine kavuşmaya çalışmaktadırlar?!
Ne hazin bir bekleyiştir bu?! Ve ne denli trajik bir insanlık dramıdır?!
Kimi uzman ön-kestirimlerine göre verilen bu toplam kayıp rakamı, ne yazık ki, açıklanan rakamın 3-4 katını bulabilecektir?! Bunun temel nedeni, aslında 1939 yılındaki (26.12.1939) Erzincan depreminden (Ms büyüklüğü 7.9; ölü sayısı 32.962 kişi!) sonra, önemli bir ‘deprem aydınlanması’ sürecine girmiş olan ülkemizin, deneyim ve bilgilenme ve uzman uyarılar demetinin varlığına, göz ve beyinlerin kapatılmış olmasıdır?!
Anadolu coğrafyasının ürünü olan (çöküntü ya da volkanik değil de) tektonik depremlerin ve bunları üreten ‘fay’ların ve bu fayların üzerinde yer aldığı deprem kuşaklarının (‘Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı – KAF’, ‘Batı Anadolu – Ege Graben Sistemi – EGS’ ve ‘Doğu Anadolu Deprem Kuşağı – DAF’ gibi), olası hareketlenme, kayma ve sonuçta kırılma ve enerji boşaltma sığalarının ve dönemselliklerinin önemli ölçüde ortaya konulmuş olmasına karşın, deprem doğal âfetinin, bu şiddet ve korkunçlukta oluşmaya devam etmesi, ne yazık ki, ülke yönetim sisteminin yol açtığı insansal ve kurumsal âtaletin doğrudan ve ibretlik sonucudur!
KAF’ın yaşı, 11-15 milyon yıl olarak tahmin edilmektedir. Yâni, (İngiliz bilgin) Stephen HAWKING’in sistemleştirdiği ‘Büyük Patlama Kuramı’na göre, yaklaşık 15 milyar yıl önce, çok yüksek sıcaklıktaki bir yapıdan büyük bir patlama sonucu oluşmuş bulunan Evren, 10 milyar yıl önce oluşan Samanyolu Gök Adası, sonra da Güneş ve (arasında 3. sıradaki Dünya’mızın da olduğu) 9 gezegen oluşumu sonrasında, kabuk, manto ve çekirdek olarak ayrışan dünyanın (jeoloji) tarihinin ‘Kuvaterner’ (yâni, 0,01 – 1,8 milyon yıl arası) zaman diliminde, iklim değişiklikleri ve buzulların erimesi sonucunda, insan ve bugünkü dünya coğrafyası ortaya çıkmıştır.
1915 yılında, Alfred WEGENER tarafından geliştirilen ‘kıt’aların kayması ve okyanusların oluşumu’ kuramının öngördüğü biçimde, ‘levha tektoniği’ çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalara göre, yer kabuğu, levha denilen kara parçalarından oluşmakta; bunlar, mantonun üst yüzeyinde, yılda 2 cm ile 5 cm arasında, yüzerek, yol almaktadırlar. Depremler, bu levhaların sınır bölgelerinde oluşurlar… İşte bu genel ve coğrafik tablonun önündedir ki, Anadolu’nun topraklarının %92’si, deprem kuşaklarının üstündedir! Onun içindir ki, şöyle diyoruz: ‘Depremle yaşamaya alışmak zorundayız!’ (Bkz.: Turan YÜKSEL, Deprem Bilgisi ve Deprem Anlatıları, İstanbul: Serhat Yayınları, 2000, ss. 12-75.)
Depremle, bilgi, bilim ve uzmanlık ve bunların üzerine temellenen, örgütsel ve kurumsal hazırlıklı-oluşla mücadele edilir. Türkiye’de, modern anlamda jeoloji biliminin kurucusu olan Prof. Dr. İhsan KETİN (1914-1995), Kemalist Türkiye’nin, Avrupa’ya (Almanya’ya) 1932 yılında, çağın bilimsel ateşini oralardan öğrenip, alıp, ülkeye getirmek üzere gönderdiği Türk gençlerindendir! Dönüşünde, 1938 yılında, İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi – Jeoloji Enstitüsü’ne asistan olarak atanan Ketin, (21.11.1939) Tercan – ve (29.12.1939) Erzincan depremlerini yaşamak ve araştırmak durumunda kalır… KAF’ın hareketlenmesi sonucundaki oluşumlara bakarak, öğrencilerinin de yardımıyla, DAF’ın keşfine giden yolu açar… Daha pek çok bilimsel keşif ve öngörüde bulunur… (Bkz.: Nadir AVŞAROĞLU, ‘Modern Jeolojinin Önderi: İhsan KETİN Hoca’, (içinde) Mühendislik – Mimarlık Öyküleri – V (Derleyen: Mahmut KİPER), Ankara: TMMOB Yayını, 2012, ss. 13-29.)
Kemalist Cumhuriyet’in ‘Jeoloji Mektebi’ olan ‘Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’ (MTA) ise, 14.06.1935 tarihinde, 2804 sayılı yasa ile kurulur. MTA ile birlikte aynı gün, ‘ikiz kardeşi’ ETİBANK, 2805 sayılı yasa ile doğmuştur. Bunlardan on gün sonra, 24.06.1935’te, 2819 sayılı yasa ile, ‘Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ (EİEİ) kurulmuştur… Sümerbank (ki, iki yıl önce, 03.06.1933 tarih ve 2262 sayılı yasayla kurulur), MTA, Etibank ve EİEİ’nin de oluşturulmasıyla, genç Kemalist Cumhuriyet’in kurumsal sanayi altyapısı, önemli ölçüde tamamlanmıştır… (Bkz.: Mahmut KİPER, Artık Paydos, İstanbul: Truva Yayınları, Ekim 2009, ss. 237-248.) Ve, MTA, kurumsal yapısı ve çalışmalarıyla, deprem âfetine karşı alınabilecek önlemleri de, aynı zamanda araştırmaya başlar…
14.09.1509’daki, 13.000’in üzerinde insanın öldüğü (‘Büyük Zelzele’ olarak anılan) İstanbul depreminde, Osmanlı padişahı II. Bâyezîd, bir ferman yayınlar ve âfetzede hanelere, ev başına 20 altın ihsan ederek, evlerinin onarımına yardımcı olur… (Hammer’in ‘Büyük Osmanlı Tarihi’nde, Bâyezîd’in doğduğu Dimetoka beldesinin, bu depremde, baştan başa toprak yığınına dönüştüğü anlatılır.) Unutulmamalıdır ki, İstanbul 1509 depremi, kendini ‘5 asırda bir tekrar eden!’ bir depremdir?! Hani, önümüzdeki 30 yılda bir gün gerçekleşeceği beklenen deprem, bu depremin bir benzeri olacaktır! (Bkz.: Dr. Turgut CANSEVER, [içinde] İstanbul ve Deprem, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür A.Ş. Yayını, Ocak 2001, s. 213.)
Bu ferman, ilk kamusal deprem nizamnamesi sayılabilir. 1939’daki Erzincan depremi sonrasında, 17.01.1940 tarih ve 3773 sayılı ‘Erzincan’da ve Erzincan Depreminden Müteessir Olan Mıntıkalarda Zarar Görenlere Yapılacak Yapılar Hakkında Kanun’la, depremzedelere aynî ve nakdî yardımın kuralları saptanmıştır. 18.07.1944 tarih ve 4623 sayılı ‘Yer Sarsıntılarından Evvel ve Sonra Alınacak Tedbirler Hakkında Kanun’ çıkarılır. Akabinde ‘Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’ oluşturulmuş ve 1945 yılında da, ‘Türkiye Yer Sarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği’ yürürlüğe konmuştur. Sonra, Bayındırlık Bakanlığı Yapı ve İmar İşleri Reisliği bünyesinde, 1953’te, bir deprem bürosu kurulmuştur. Bu büro, 1955’te, ‘DE-SE-YA (Deprem, Seylap, Yangın) Şubesi’ne dönüştürülerek, âfet zararlarını azaltma çalışmalarını sürdürmüştür. 1956’da, 6785 sayılı ‘İmar Kanunu’ çıkartılmış; yerleşim yerlerinin saptanması sırasında doğal âfet tehlikesinin belirlenmesi (de) amaçlanmıştır. Bu yasa, 1985’te yürürlükten kaldırılmış; yerine, 3194 sayılı ‘İmar Kanunu’ getirilmiştir. 1958 yılındaki 7116 sayılı ‘İmar ve İskân Vekâleti Kuruluş ve Vazifeleri Hakkında Kanun’ ile, ülke planlaması, konut ve yerleşimler sorununu çözmek ve âfetlerle ilgili hazırlık ve kurtarma görevlerini yapmak görevleri, Bayındırlık Bakanlığı’ndan, bu Bakanlık’a devir alınır. 15.5.1959’da ise, günümüze değin gelmiş olan, 7269 sayılı ‘Umumî Hayata Müessir Âfetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’ çıkartılır. (Bkz.: Muhammet KEMALOĞLU, ‘Türkiye’de Afet Yönetiminin Tarihi ve Yasal Gelişimi’, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 52, Kasım – Aralık 2015, [ss. 126-147] ss. 127-128.)
17 Ağustos 1999’da, gece yine derin uykularda iken, saat 03.02’de, merkez üssü İzmit – Gölcük olan, 7.4 büyüklüğündeki ‘Kocaeli – Marmara Depremi’nde, odak derinliği 18 km olan ve sağ atımlı 120 km uzunluğundaki bir fay segmenti kırılmıştır! 17.127 kişi ölmüş; 43.953 kişi yaralanmış ve 50.000 adet bina ağır hasar almıştır. (Binalardaki hasar kümelendirilmesi şöyledir: Hafif hasar, orta hasar, ağır hasar, yıkıntı ve fazla yıkıntı…) Ardından, 3 ay sonra, 12 Kasım 1999’da, saat 18.58’de, 7.2 büyüklüğündeki ‘Düzce Depremi’ yaşanır. (719 kişi ölür; 5169 kişi yaralanır.) Bu depremlerden sonra, 9 Haziran 2000’de, 20 bilim adamından oluşan (bağımsız) ‘Ulusal Deprem Konseyi’ kurulur. 2004’te, Konsey Başkanlığı’na getirilen Prof. Dr. Haluk EYİDOĞAN’a göre, Konsey’in 2005’te daha etkin bir konuma getirilmesini istemelerinden sonra, 06 Ocak 2007’de, Konsey, AKP yönetimi tarafından, ‘güncelliğini yitirdi!’ denilerek, lağvedilmiş ve TÜBİTAK da, bu işlemi, ‘uygundur’ diyerek, onaylamıştır?!
Bu satırların yazarı, (2000’li yıllar başlarında) çalışmakta olduğu Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nda (Dış İlişkiler Dairesi Şube Müdürü [V.] ve sonra da Yüksek Fen Kurulu uzmanlığı statüsünde olarak), 1999 Kocaeli – Marmara – ve Düzce depremlerine ilişkin yürütülmekte olan çalışmalara (yurtdışı görevlendirmeler de dâhil) katılmış ve belli bir süre de, Bakanlık bünyesinde, 29 Eylûl – 1 Ekim 2004 tarihleri arasında yapılan ‘Deprem Şûrası’ sonunda düzenlenen ‘Eylem Planı’nın hayata geçirilmesini teminen, çeşitli kamu kurum ve kuruluş temsilcilerinin katıldığı görüş alışveriş ve yönlendirme toplantılarının ‘Sekretarya’sını yürütmüştür. (O zamanlarda hazırladığım Aralık 2000 tarihli bir ‘OECD – Fransa – Paris’ görev seyahati raporumun ve 2005 tarihli bir ‘sentez’ raporumun bağlantılarını, buraya, karşılaştırma olanağı doğsun diye, koyuyorum. (Ö.B.) Bkz.:
https://www.academia.edu/43022614/Dr_%C3%96zer_BOSTANO%C4%9ELU_
https://www.academia.edu/42778167/Dr_%C3%96zer_
İlk 3 gün içerisinde, (yâni, ilgili yazında belirtildiği üzere, âfette can kurtarma ve yaralı çıkarma sürecindeki 72 saatlik ‘altın saatler’de), oluşan deprem âfetinin, dünya büyük âfetleri listesinde de yer alabilecek boyutlarda oluşu nedeniyle ve fakat asıl olarak, şu anda yönetimde bulunan ‘AKP’li (Tek-Adamlı) Cumhur-Başkanlık’ ve onun İçişleri Bakanlığı’na bağlı (merkezî) ‘AFAD’ sisteminin yetersiz, liyâkatsiz, kadrosuz ve hazırlıksız yakalanması sonucunda oluşan devlet kurumsallık mekanizmasının kilitlenmesinden dolayıdır ki, son Maraş deprem felâketi, ‘Yüzyılın Felâketi’ ve de ‘Yüzyılın Yönetim Fâciası’ olmuştur!!
11 ilin ve bağlı ilçelerin ve de zaten (AKP yönetiminde, 12.11.2012 tarih ve 6360 sayılı ‘On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair kanun’ ile, tüzel kişiliklerini kaybedip, bağlı oldukları ilçe belediyelerinin ‘mahalle’leri konumuna düşürülmüş olarak!) ‘kimsesiz’ kalmış olan köylerin yıkık enkazla dolu caddeleri ve sokaklarında, önceki depremlerde (yardım ekiplerinden) duyulan ‘sesimi duyan var mı?!’ seslenişleri, bu depremde, enkaz altında kalmış yüzlerce umarsız kalmış depremzede yurttaşımızın, ‘sesimizi duyan, yardıma gelen, gelecek olan var mı?! Nerede DEVLET?!’ çığlıklarına dönüşmüştür?!
Bu tür eleştirileri, Osmaniye’de (MHP Genel Başkanı Bahçeli ile gittiği gezide) cevaplandıran Cumhur-Başkan(ı) R. Tayyip Erdoğan, şöyle konuşmuştur: “Ana muhalefetin başındaki ve yanındakiler ‘Devlet yok, iktidar yok!’ diyorlarsa da, bunların gören gözü kör, kalpleri mühürlenmiş. İlk günden itibaren devlet polisiyle, askeriyle, jandarmasıyla 11 ilimizde yerini almıştır. 271 bin görevlimizle vatandaşımızın imdadına koştuk. Ama terbiyesiz terbiyesizliğini bırakmaz. Çıkmış birisi ‘Kızılay nerede?’ diyor. Be ahlaksız, namussuz, adi… Kızılay, 2.5 milyon insana yemek ulaştırıyor. Böyle vicdansızlık olur mu? (..) Kentsel dönüşüm olmazsa olmazdır. İşte onun bedellerini ödüyoruz. Bu kentsel dönüşümü muhakkak yapmamız lazım!” (Bkz.: Anon., ‘Rahat Uyumak İçin Kentsel Dönüşüm Şart!’, Hürriyet, 22.02.2023, s. 12.)
1999 depremleri sonrasında getirilen yeni deprem ve yapı yönetmeliklerine göre yapıldığı hâlde, büyük ölçüde yıkıma uğrayan deprem bölgesindeki yeni yapılar stokunun varlığı; projelendirme, proje onaylama, ihâleye çıkma ve inşaat yapım aşamalarındaki teknik kalite yetersizliği ve kontrolsüzlüğü ile (müteahhitin finanse ettiği?!) yapı denetim firmalarının ve genelde de denetim sisteminin çalışmadığı gerçeklerini, toplumumuzun suratına çarpmış bulunmaktadır?! (Yapı denetimi sisteminin zaafları konusunda geniş bir değerlendirme için bkz.: Sedat ERGİN’in, 16, 17, 18 Şubat 2023 tarihli Hürriyet gazetesi makaleleri, s. 10.)
Prof. Dr. Murat BALAMİR’e (1941-2022) göre, devlet, 1999 depremlerinden sonra, ‘artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’ diyerek, ‘büyük ve derin risk havuzları’ olan Türk kentlerinde uygulanmak üzere, üç farklı strateji arayışına girmiştir. Birincisi, ‘teknik yaklaşım’dır ki, bu strateji, ‘madem ki insanları öldüren yapılardır; o halde yapıların güçlendirilmesi, gerekli ve yeterli bir önlemdir!’ diyerek, yapı stokunu güçlendirerek, yenilemeyi öngörmektedir. İkinci strateji, ‘piyasa yaklaşımı’dır ki, bu, erken uyarı sistemleri, deprem izolatörleri, âcil durum kabinleri, deprem çantaları, sigorta poliçeleri ve de yeni konut üretimi gibi arayışlardan söz eder. Üçüncü ve ne yazık ki denenmeyen strateji, ‘kapsamlı planlama’dır ki, bu, özünde ‘sakınım planı’ adı verilen ve de yerel toplulukların katkı ve kararları ile oluşturulacak bir toplumsal sözleşme metnidir. (Bkz.: Prof. Dr. Murat BALAMİR, Afetler, Risk Yönetimi ve Sakınım Planlaması, Ankara: TMMOB – Şehir Plancıları Odası Yayını, 2018, ss. 232-233.) Prof. Balamir’in sözünü ettiği ve dünyada da (Birleşmiş Milletler gibi) uluslararası kuruluşların da desteklediği ‘risk azaltma planı’ ve/ya da ‘sakınım plan(lamas)ı’; ‘ülke, bölge, büyükşehir ve kent bütünü, ya da yerleşim alanı düzeylerinde, her tehlike ve risk türüne karşı hazırlanan mekânsal, sosyal, ekonomik, yasal ve yönetsel önlemlerin eşgüdümünü sağlayan, farklı risk sektörlerine ilişkin risk azaltma projelerini bütünleştiren kapsamlı plandır’! (Bkz.: Balamir, a.g.y., s. 121.)
Âfet sonrası etkinliklerden sorumlu üç ayrı Bakanlık’a bağlı üç ayrı Genel Müdürlük’ün (Başbakanlık’a bağlı Âcil Durum Yönetimi Gn. Md.; İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Savunma Gn. Md.; ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı Afet İşleri Gn. Md.) kapatılarak, 2009 yılında çıkartılan 5902 sayılı yasayla, Başbakanlık’a bağlı ‘Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ (AFAD) kurulmuş ve âfetlerle ilgili tüm yetkiler, tek çatı altında toplanmıştır! Sonra da, 15.07.2018 tarihli, 4 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile, AFAD, İçişleri Bakanlığı’na bağlanmıştır. Bu modelde, öncelik, gûya, ‘kriz yönetimi’nden, ‘risk yönetimi’ne verilmiştir?! Model, (nasıl oluyorsa?) ‘Bütünleşik Afet Yönetim Sistemi’ adını taşımaktadır?! Oysa son depremde ortaya çıkan gerçek, hiçbir yerde ve hiçbir alanda bütünleş(e)memiş, son derece düzensiz (ve yetersizliğini bizzat İçişleri Bakanı’nın itiraf ettiği!) bir ‘7.300 kişilik yetersizler ordusu’nun varlığıdır?!
Sözü edilen ‘sakınım planı’nın, (seçilmiş, AKP’li) Cumhur-Başkan(ı) Erdoğan’ın (08.02.2023 tarihinde, Kahramanmaraş’ta, depremzedeleri ziyaretinde dile getirdiği) ‘kader planı’ ile hiçbir ilişkisi bulun-ma-mak-tadır?! Hukukçu ve siyasetçi Önay ALPAGO’ya göre, ‘kader planı değil, afet planı yapmak lazım. O da bilimle, eğitimle oluyor, sadece dinî referanslar kullanarak olmuyor. (..) “Deftere not ediyoruz” diyor ama herkes de bunları not ediyor!’ (Bkz.: Ruhat MENGİ, ‘Diyanet İlk Kez Halkı Kanunlara Uymamaya Alenen Tahrik Etti!’, Sözcü, 24.02.2023, s. 11.)
İçişleri bakanı Süleyman Soylu’ya göre, muhalefetin iddiaları yanlıştır? AFAD’da, 2022 yılında, çeşitli senaryolara göre, binlerce tatbikat yapılmıştır? ‘Siz 26 bin enkazla karşılaştığınız zaman buna müdahale, bir takım süreler istiyor?!’ demektedir, Soylu… (Bkz.: Anon., ‘Hazırlığı Yapmasaydık, Ülke Kaosla Karşılaşırdı!’, Sözcü, 24.02.2023, s. 10.)
Yine Erdoğan iktidarına göre, depremdeki kayıp büyüklüğünün asıl nedenlerinden birisi de, muhalefetin, kentsel dönüşüme engel olmasıdır?! İskenderun’un 786 bin metrekare büyüklüğündeki bir bölgesinin Bakanlar Kurulu kararı ile, 16.09.2013’te ‘riskli bölge’ ilânını izleyerek, CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen’in, olaya itirazla Danıştay’a götürmesi, karara karşı durdurma alması ve akabinde, bölgenin 02.10.2017’de tekrar ‘riskli bölge’ ilân edilmesi, tekrar durdurma alınması, 05.02.2022’de riskli bölge kararının kaldırılması olgusunda yaşanan siyasî çekişmelerden çıkarılan sonuç, Erdoğan yönetimince, kendisine muhalif grupların kentsel dönüşümü engellediğidir!
O bölgeye giren beş mahalledeki binden fazla insan yaşamını, son depremde, muhalefetin engelleme siyaseti sonucunda kaybetmiştir, demektedir, Erdoğan yönetimi?! (Bkz.: Halit TURAN, ‘Muhalifler Halkı Kışkırtarak Engelledi… O Bölge de Yerle Bir Oldu!’, Sabah, 19.02.2023, s. 9.)
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a bakılacak olursa, depremde yıkılan binalarla ilgili ihmal ve sorumluluğu olanlar (başta müteahhitler), hesaba çekileceklerdir? (Şimdiye kadar, 254 kişi hakkında soruşturma başlatılmış, 54 kişi de tutuklanmıştır?! Müteahhitler, yurdun kuzeyine, güneyine kaçmakta ve fakat, karada, havada, denizde yakalanmaktadırlar? (Yıkılan ve birçok ölüme neden olan binaların şantiye şeflerinin de peşine düşülmüştür…)
Ayrıca, Cumhur-Başkan(ı) Erdoğan kabinesine ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a göre, deprem zâyiatının (neredeyse) birinci derecede sorumluları, 1999 öncesindeki eksik mevzuata göre yapılmış binalardır! Bunların %98’i yıkılmıştır! Hasar tespit çalışmalarını da, %80 seviyesine getirdiklerini bildiren Kurum’a göre, teknik ekipler, deprem bölgesindeki 4 milyon 511 bin bağımsız birimden oluşan 1 milyon 250 bin binayı incelemişler ve 520 bin bağımsız birimden oluşan 164 bin 321 binayı yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olarak tespit ederek, 200 bin yeni konutun yer seçimini de yaparak, (yapım) sözleşmelerini imzalamışlardır! (Bkz.: Anon., ‘O Binaların Yüzde 98’i Yıkıldı!’, Yeni Şafak, 24.02.2023, s. 13.)
Hükûmetin iddiasına göre, önümüzdeki aybaşına başlayacak olan inşaat çalışmaları, (sadece) 1 yıl içerisinde tamamlanacak ve yeni konutlar teslim edilecektir?! Bu açıklamaya karşı çıkan TMMOB – İnşaat Mühendisleri Odası yetkilileri, ihaleye çıkılabilmesi için önce projelerin hazırlanması gerektiğini belirtmişlerdir! Ayrıca, depremin ardından hazırladıkları ön değerlendirme raporunda, yıkımın başlıca etkenleri olarak, ‘2018 yılında çıkartılan İmar Affı, yapı düzensizliklerinin yarattığı hasarlar, taşıyıcı sistemin düzensiz dağılımı, zayıf zemin koşulları ve malzeme zâfiyetleri’ gibi oluşumları, depremin asıl nedenleri olarak sıralamış bulunmaktadırlar! (ANKA Ajans haberi, 24.02.2023.)
1955-2002 arasında 8 kez çıkartılan ‘İmar Afları’ ise, yurdumuzun kentleşme ve şehircilik uygulamasının kanayan yarasını oluşturmaktadır! AKP’li Erdoğan’ın 20 yıllık iktidar döneminde ise, tam 9 kez imar affı çıkartılmıştır? 6 Haziran 2018 tarihinde yayımlanan ve yaklaşık olarak 7 milyon yapıya, (19 milyar 300 milyon ‘hâsılat’ elde edilerek!) hiçbir teknik yapı denetimi ve/ya da yapı iyileştirmesi getirmeden yapı kayıt belgesi vererek, ‘sorumluluk senin; yapı mâlikinindir; ben sorumluluk almam; yalnız ceza olarak, paranı alırım?!’ diyen bir imar affı / imar barışı uygulaması, devlet yönetme sorumsuzluğunun tarihe geçecek zirvesidir?! (Bkz.: Erman ŞENTÜRK, ‘İmar affı Değil, Saatli Bomba!’ başlıklı makalesi, https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/imar-affi-degil-saatli-bomba-2054747.)
Haa, bütün bunlar yetmezmiş gibi, Cumhur-Başkan(ı) Erdoğan’ın yeni yayınlanan bir (OHAL kapsamındaki) Kararname’siyle, genel hayata etkili afet bölgelerinde, afetten etkilenenlerin geçici veya kalıcı iskân alanlarının tedarikinde, mer’a alanları ve orman alanları da kullanılabilecektir?! Bu konudaki yer seçimi yetkisi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na verilmiştir! El konulan alanların en az iki katı hazine taşınmazının, orman tesisi için, Orman Genel Müdürlüğü’ne tahsisinin öngörülmesi; plan askı sürecinde, plana itirazın kabul edilmeyeceği vurgusuyla, mülkiyet hakkının takas ve trampaya konu olabileceği açıklamaları, ne yazık ki, zaten günden güne azalmakta olan doğal orman ve mer’a varlıklarımızın, daha da yok edileceği gerçeğinin üstünü örtememektedir! (Bkz.: https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskani-karariyla-deprem-bolgesinde-orman-ve-meralar-yapilasmaya-acildi,1094462.)
Yapıtlarında, Türkiye’deki dinci takımın, ‘Allah ile aldatanlar’ olduğuna sıklıkla vurgu yapan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, şöyle demektedir: ‘Kur’an penceresinden bakarsak, şunu söylemek zorundayız: Doğaya yapılan her müdahale, Allah’a yapılmış sayılacaktır. Bunun anlamı şudur: Doğaya yapılan müdahaleler, Allah’ın iradesine uygun ve doğanın tahribinden, doğayı tâciz etmekten uzak müdahaleler olmalıdır. Kur’an (..) şu hayatî ilkeyi ifadeye koymaktadır: Her kesilen ağaç, Allah’ın izniyle kesilmelidir!’ (Bkz.: Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an-ı Kerim Açısından Küresel Âfetler, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, Ekim 2008, s. 47.) Öztürk hoca, ekliyor: ‘Kur’an, Bakara 213’te, din adına insanlığa yön verme göreviyle sahneye çıkanları insanlığın çekişme, didişme ve sapmalarının temel sorumlusu olarak göstermektedir!’ (Bkz.: Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Türkiye’yi Kemiren İhanet: Allah İle Aldatmak, İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, Nisan 2008, s. 69.)
Ve yine 1999 depremini, âfet merkezi yakınındaki köyünde yaşadığını ekleyerek, diyor ki: ‘Yaşadığınız toprağın iklim koşullarına uygun bir hayat ve yapılaşma tarzı oluşturmak nasıl zorunlu ise, deprem kuşağında olmanızın gerektirdiği koşulları yerine getirmeniz de öylesine zorunludur. Aksi halde, aynı tabiat olayı, bu koşullara uyanlara bir, size yüz kahır çektirir. (..) Tabiatın binlerce nimeti yanında bazı zahmetleri, binlerce cemali yanında birkaç celali de var. Varlığın esası bu. (..) Varlığın kanunlarına sövüp saymak veya miskin bir Şark uyuşukluğu içinde “Kader buydu!” diyerek pelteleşmek, insanca bir tavır değildir. (..) Mesele, yaşadığı coğrafyanın şartlarına uygun, akıllı ve basiretli insanlara yaraşır bir yerleşme ve yapılaşmayı sağlayıp sağlamamak meselesidir… Ve özellikle, yerleşim bölgelerinin seçimi ile buralardaki binalaşmanın planlanmasında ve binaların yapımında haram kazanç namussuzluğuna ve siyasal sömürü soysuzluğuna prim verip vermemek meselesi…’ (Bkz.: Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Depremin Gösterdikleri: (Yeni Yüzyıl İçin Uyarılar), İstanbul: Yeni Boyut Yayınları, 1999, ss. 14-15.)
Muhalif kesimden, Demokrat Parti Gn. Başkan Yrd. ve Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt ise, kurtarma faaliyetine zamanında başlayamayan devlet yetkililerini İSTİFAya çağırmış ve şöyle seslenmiştir, kamuoyuna: ‘Depremi yönetemeyenler istifa etmeli. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Çevre Bakanı Murat Kurum, Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu, AFAD Başkanı Yusuf Sezer, Kızılay Başkanı Kerem Kınık, derhal istifa etmelidir. Yönetemeyen gidecek, yönetenler gelecek!’ (Bkz.: Anon., ‘İstifa Etmesini İstediği 5 İsmi Sosyal Medyadan Paylaştı!’, Sözcü, 24.02.2023, s. 10.)
Doğru bir taleptir bu; ancak, listenin en başına, Türkiye’nin (2002-2023 arasındaki) ‘AKP’li Altın Yıllar – Kemalist Lâik Cumhuriyet’i Yıkmaya Çalışan Erdoğan Rejimi’nin Lideri’ni, uygun olduğu biçimde yerleştirmek koşuluyla!!
Yoksa, Türkiye, bu güzelim ülkemiz, her türden depremlerin altında kalacak gibi görünmektedir?!