Geçen haftaki yazımın CHP ile ilgili bölümünde partinin son seçimlerden bu yana kullanmakta olduğu yöntemlerin doğru olmadığını ifade ederken Türkiye’deki parti sisteminin “iki partili sistem”e evrilmeye başladığına dikkat çekmiştim.
Esasen 16 Nisan 2017 referandumuyla iktidar tarafınca umulan şeylerden en önemlisi buydu. Yani referandumla kabul ettirilen yeni modelin iki partili sistemi zorlayacağı ve CHP’nin öncü olduğu sol eğilimli blok karşısında sağ ittifakın sürekli kazanacağı… Ve böylece ülkenin sosyo-iktisadî yapısı ve siyaset tamamen dönüştürülünceye kadar rekabetçi otoriter idare altında birkaç dönem rahatlıkla geçirilecekti. Eski parlamenter sistemde tek tek parti içlerine müdahale ederek veya seçim sistemini değiştirerek bu konuda kalıcı bir sonuç almak neredeyse imkansızdı ve en nihayetinde Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi adını verdikleri yeni model sayesinde meclis tamamen pasifize edilerek bu mümkün hale gelebildi.¹ Meclisin yürütme erki üzerindeki tüm hakları ellerinden alınarak seçim pratikte sadece tam yetkili bir cumhurbaşkanının seçimi haline getirildi. Böyle bir yarışın ister istemez iktidar ve muhalefet olarak iki büyük ittifakı ve bu ittifakların adaylarını ön plana çıkartması beklenir.² Dolayısıyla bir taşta iki kuş vurulmuş oldu.
Sistem üzerindeki oynamaların aslî amacının toplumsal yapıyı topyekûn dönüştürmek ve mümkün olduğunca müstakil yeni bir rejim oluşturmak olduğu en başından beri zaten açıktı, ancak yeni bir şeyler ikame etme hususunda, tahrip etmedeki başarılarını gösteremedikleri için bu dönüşüm istenilen kıvamda olamadı. Son on yıldaki ekonomik gerileyiş ve artmakta olan dış tehdit gölgesinde sürekli düşen halk desteği ise, dönüşümün yavaşlamasındaki ve yeni sistemin yerine oturamamasındaki ana etkendir.
2014’teki cumhurbaşkanı seçimi ve ardından sarfedilen “parlamenter sistem artık derin dondurucudadır” cümlesi ilk ciddi çıkıştı ve o günden beri halk desteği konusunda gelgitler yaşandı fakat yine de son seçimlere kadar net bir tablo ortaya çıkmış değildi.
2014’te başlayan süreçteki önemli kilometre taşları ve dönemin ruhu özetle aşağıdaki gibidir;
- Haziran 2015’te muhalefet bütün olarak kazandı, başkanlık tartışmaları kesildi. Kasım 2015’te cevap sert oldu; iktidar legal/illegal tüm imkanları zorlayarak kazandı ve başkanlık yeniden gündeme geldi.
- 15 Temmuz 2016 sonrasında ilan edilen OHAL rejimi marifetiyle halka referandum dayatıldı. Genişleyen ittifak ve 15 Temmuz travması sebebiyle desteğin çok güçlü olacağı düşünülürken tüm usulsüzlüklere rağmen “Evet” sonucu güçlükle elde edilebildi.
- Haziran 2018’deki seçimlerle beraber iktidarın eli rahatladı ve artık yeni sistemin halk nazarında tam kabul gördüğü ve parlamenter sistem tartışmalarının tamamen rafa kalktığı düşünüldü.
- Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’nın elden çıkışı iktidarda ciddi bir soğuk duş etkisi yaşattı ve yeniden eski sistem tartışmaları gündeme geldi.
- 2023’te Cumhur İttifakı, karşı bloku “Beş benzemezler” olarak tanımlayıp bazı ithamlarda bulunurken ironik bir biçimde kendisi de oldukça geniş ama bir o kadar da uyumsuzlar koalisyonu halini aldı (MHP ve HÜDAPAR’ın aynı ittifakta bulunması çelişkisi). Bu şekliyle yılın Mayıs ayında yapılan seçimlerde iktidar ve savunulan “Cumhurbaşkanı Hükümet sistemi” güven tazelemiş oldu. Bu son zaferle birlikte artık önlerinde hiçbir engel kalmadığı, yeni sistemin kökleştiği hatta muhalefetin de artık ona göre siyaset geliştirdiği konuşulmaya başlandı.
Ve tam her şeyin bitti denildiği anda, 31 Mart 2024’teki seçimler iktidar bloku açısından gelmiş geçmiş en büyük hezimet oldu. Yalnızca büyük şehirler kaybedilmekle kalmadı, parti de ilk kez birinciliği CHP’ye kaptırdı.
Peki, bu kritik dönemeçlerde yaşananlar bize ne söylüyor?
Sistem üzerinden karşılıklı atışmalarla adeta bir düello gibi geçen on yılın sonunda iktidar bloku kaybetmiş, muhalefet ise henüz bir kazanım elde edememiştir. Fakat daha da kötüsü ülke bu on yıllık süre zarfında ciddi fırsatlar kaçırmıştır. Son seçimlerle birlikte ülkenin bu sistemi daha fazla kaldıramayacağı da belli olmuştur. Sonuçta toplumun yapısını hesaba katmadan adeta dayatma şeklinde yapılan değişiklikler hakikat duvarına toslamış bulunmaktadır.
Öte yandan, model kurgulanırken öngörülen ikili parti sistemi ise ilginç bir biçimde 31 Mart itibarıyla oluşmaya başladı ancak bu bile iktidarın umduğunun tersine, onu devirmek amaçlı ortaya çıktı. Artık eskisi gibi güçlü ve tek başına bir iktidar da yok. İşte tam böyle bir ortamda Mansur Yavaş’ın seçim manifestosu gibi yaptığı parlamenter sistem vurgusu yerinde bir çıkıştır. Seçimler zamanında yapılacaksa bile son bir defa zıtlaşma zeminini bugünden Parlamenterizm-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi eksenine taşımak muhalefet açısından doğru stratejidir. İktidar için ise doğru strateji İmamoğlu-Yavaş arasında nifak oluşturmak ve basketbol oyunundaki gibi taktik faullerle zamanı doldurmak, daha açık bir ifadeyle karşı tarafı oynatmamaktır.
On yılın sonunda tüm cephanesini tüketmiş ve her anlamda yorgun bir hükümetin burada teslim olması ya da yeni bir çıkış denemesi gerekiyor. Yeni anayasa söylentileri, Barzani yönetiminin mandayı çağrıştıran davetkâr demeçleri ve yeniden ısıtılan federasyon kavramını bu bağlamda ele almakta yarar var. Emekli tümamiral Cihat Yaycı’nın “tatlı zehir” olarak nitelediği Barzanistan davetinin üzerinde özellikle durmak gerekiyor zira Kuzey Irak halkının tüm sempatisine ve IKBY’nin görünürdeki dostane tutumuna rağmen tuzak büyük!
Seçim sistemleri ve hükümet modelleri kadar ve hatta çok daha hayati bir konu olan devletin üniter mi yoksa federatif bir yapıda mı olacağının cevabı aslında ilgili ülkenin kuruluş hikâyesinde gizlidir ve herhangi bir sebep gerekçe göstererek geleneğin terk edilmesi o devlet için büyük bir handikaptır.
Dipnotlar:
1) İktidar partileri tarafından Türk Tipi Başkanlık sistemi olarak da sunulan bu sistem her ne kadar bilhassa Batılı akademik çevrelerde “Neopatrimonyal Sultanizm” rejimi olarak tanımlansa da hükümet modeli veya hükümet sistemi kavramlarını kullanmak şimdilik daha doğru olacaktır. Buradaki örnekte; sistem kendi içinde dönüşüm sağlayabilirse yeni bir rejim halini almış olacak ve artık eski partiler de bu yeni rejime uyumlu hale gelerek tehdit unsuru olmaktan çıkacaklar.
2 ) Maurice Duverger’in çok basit teorik yaklaşımına göre çoğunluk formülü iki partili sistemi zorluyor. Örnek çalışmalar sırasında Hindistan’daki olağanüstü çok partili sistemin ilk başta bu teoriye uymadığı düşünüldü fakat iki büyük partinin öncülüğündeki ittifaklar aslında oradaki sistemin de görünüşte çok partili özünde iki partili olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’deki seçim ve hükümet sistemini göz önüne aldığımızda da durum farklı değildir.