Oyalama son buluyor
Harbiye Nazırlığı, “İstanbul’a gel” diyordu. Padişah Vahdettin, “önce bir hava değişimi” almasını, sonrasında ise “Anadolu’da bir yerde” oturmasını öğütlüyordu O’na; “ama bir işe karışma” diye de son uyarılarını yapıyordu kendisine. Çünkü tehlikeli bulunuyordu. Çünkü Padişah’ın İngiliz dostları, O’nun faaliyetlerinden rahatsız oluyorlardı.
O ise dönen tezgâhın, Payitaht’ın düşmanla işbirliği içinde olduğunun farkındaydı ve her defasında cevabı netti: “Gelemem!”
Tarih: 8 Temmuz 1919.
Yer: Erzurum.
Gece yarısıydı.
Postaneye, telgrafın başına çağrılmıştı.
Telgrafın İstanbul ucunda Vahdettin’i temsilen Başkâtip Ali Fuat Türkgeldi, Erzurum ucunda ise 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal vardı.
Başkatip, O’na Padişah’ın emriyle 9. Ordu Müfettişliği görevinden alındığını bildirirken O da milletinin vicdanına güvenerek askerlikten istifa ettiğini bildiriyordu.
“Mübarek vatan ve milleti parçalamak tehlikesinden kurtarmak için açılan milli mücadele uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmaya resmi sıfatım ve askerliğim artık mani olmaya başladı. Bu mukaddes gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatım namına söz vermiş olduğum cihetle pek aşığı bulunduğum silk-i askeriyeye bugün veda ve istifa ettim.
Bundan sonra milli mukaddes gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere milletin sinesinde bir mücahit fert sıfatıyla bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim.”
8 Haziran’dan beri süregelen geçiştirme, son bulmuştu.
O’nun tek sıfatı var artık: Devrimci Mustafa Kemal
Harbiye’den mezun olur Teğmen Mustafa Kemal…
Trablusgarp’ta Binbaşı Mustafa Kemal…
Çanakkale’de Yarbay-Albay Mustafa Kemal…
Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal…
Ve o gece son olarak 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal…
Bu liste uzar.
Bu sıfatların hepsinden vazgeçen Mustafa Kemal’in vazgeçmediği, Zübeyde Ana’nın rahminden çıktığı gün benliğinde olan bir sıfat vardı: Devrimcilik.
O, devrimci doğmuştu.
Düşünelim!
“Para yoksa bulunur, ordu yoksa kurulur” diyen biri, ordu kurmak için ordudan istifa ediyor; kutsalı saydığı, aşığı olduğu üniformasını çıkarıyordu üzerinden.
Neden?
Üniformasını vatanı kurtarmak için giymişti hâlbuki. Resmi görevini vatanı kurtarmak için kabul etmişti değil mi? Evet fakat bir yol ayrımına geldiğinin de farkındaydı ve sıkı sıkıya düşünecek, detaylı analizler yapacak zamanı da yoktu. O’nun için zamana da düşünmeye de gerek yoktu ki.
O, “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diyen adamdı ve o teferruat, 8 Temmuz 1919 günü üzerindeki üniforma olarak çıkmıştı karşısına.
Ondan dolayıdır ki, o gece İstanbul, O’na görevden alındığını bildirirken bir an bile düşünmeden O da askerlikten ayrılmıştı.
Çünkü O, vatansever olmanın tek şartının devrimcilik olduğunu biliyordu. Devrimcilik ise, kutsal gaye için şartlar neyi gerektiriyorsa amasız, fakatsız, tereddüt etmeden yerine getirmekti.
9. Ordu Müfettişi olarak Erzurum’a ayak basan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin 5 Ağustos 1921’de kendisine Türk ordusunun başkomutanlığını vermesine kadar sivil bir devrimci yurtsever olarak mücadelesine devam edecekti.
Mustafa Kemal Paşa’nın 8 Temmuz gecesi verdiği karar, büyük Türk milletinin doğuşunun günüydü.
Peki, o kararı vermeseydi ne olurdu?
Bu sorunun tek cümlelik cevabı var: Türkiye olmazdı, Cumhuriyet olmazdı, biz olmazdık.
Olmasaydı olmazdık…
Parlamenter sistem için Sine-i Millet
Gelelim bugüne…
Cumhuriyet’in kuruluşunu sağlayan o karar gecesinin üzerinden 103 yıl geçmiş ve şu an 103 yıl önce ki Türkiye tablosu karşımızda duruyor.
Kurulmuş olan Cumhuriyet, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya…
Parlamenter sistemden çıkılmış, Türkiye yeni bir seçim arifesinde ve muhalefet partileri, önümüzdeki seçimde parlamenter sistemi geri getirme mücadelesinde.
Peki, ya mücadele yönteminde bir hata varsa…
Parlamentonun işlevini yitirdiği şu sistemde parlamentoda “mücadele” ederek parlamenter sistemin getirileceği düşüncesi, kendi içinde çelişmiyor mu?
Mustafa Kemal Paşa da yaşamamış mıydı bu çelişkiyi?
Mademki Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılına girerken bir rejim tehlikesiyle karşı karşıya, mademki “Gençliğe Hitabe” bugün birebir yaşanıyor Türkiye’de; o zaman şunu sormanız gerekmez mi: Cumhuriyet nasıl kuruldu, Cumhuriyet öncesi Anadolu’nun durumu neydi ve Kemal Paşa hangi kararı alarak Cumhuriyet’i kurdu?
Ordu kurmak için ordudan istifa eden Mustafa Kemal’i örnek alın, parlamenter sistem için parlamentoyu bırakıp milletin bağrında mücadele edin.
Ya da bu “mücadele” yöntemi hata değil de tercih edilense peki…
Bunun adı da olsa olsa ihanettir.
Bunun adı olsa olsa faşizmi perdelemektir.
Millet için de Sine-i Millet gerek
Peki, “Sine-i Millet” sadece ülkeyi yönetmeye aday olan muhalefet partileri için mi vardır?
Meclis’tekilere yaptığımız “Sine-i Millet” çağrısından sade vatandaşlar olarak bizler, kendimizi muaf mı tutmalıyız?
Bu soruların cevapları için “Sine-i Millet”in ne anlama geldiğini bilmeli ve Türkiye’nin kurtuluşu için bir çare arıyorsak tüm benliğimizle “Sine-i Millet”i yaşamalıyız.
“Sine-i Millet” nedir?
“Sine-i Millet”, bir askerin üniformasını çıkararak sivil mücadeleye girmesi değildir sadece.
Meclis’in içindekilerin halka gitmesi de yeterli değildir “Sine-i Millet”i tanımlamaya.
Siz sanıyor musunuz ki, Mustafa Kemal, üniforması gayesinin önünde engel teşkil ettiği için askerlikten istifa etti ve “Sine-i Millet” buradan ortaya çıktı?
Peki, asker değil de vali, nazır veya herhangi bir memur olsaydı ne olurdu?
O zaman da redingotunu çıkarırdı Mustafa Kemal.
Hâkimliği engel olsaydı gayesine cübbesini, hekimliği engel olsaydı eğer önlüğünü asardı duvara.
O’nun hayatında teferruata da bahaneye de yer yoktu.
“Sine-i Millet”, Mustafa Kemal’in ta kendisiydi.
“Sine-i Millet” demek, özünü fedadan alan bir yaşam biçimi demektir.
Vatan için her şeyden ama her şeyden vazgeçebilmektir.
Soralım kendimize…
Mücadele için bahanelerimizi ortadan mı kaldırdık yoksa bahaneleri kalkan mı yaptık konforumuz bozulmasın diye?
Neyi feda ettik? Ettiysek sınır çizdik mi? Fedanın sınırı olur mu?
***
Atatürkçülüğü Atatürk’te yaşayalım ve 8 Temmuz 1919 gecesini unutmayalım.
Türk tarihinin dönüm noktasıdır o gün.
8 Temmuz 1919 yaşanmamış olsaydı 19 Mayıs 1919’un hiçbir anlamı kalmayacaktı.
O gece o devrimci karar verilmeseydi Ankara’ya gidilmeyecek, Lozan’da yırtıp atılan Sevr’in hükmü sürecek,100. yaşına bir takvim yılından biraz fazla zaman kalan Cumhuriyet’imiz olmayacaktı.
Cumhuriyet, o gece verilen kararla kuruldu; aynı devrimci inançla yaşatmak da bizlerin görevidir.
Vatan için her şey feda edilir, edilmelidir. Feda edilenler, vatan varsa bizler için vardır.
8 Temmuz, vatan için fedada sınır bilmeyenlerin profesyonel devrimcilik günüdür.
Kutlu olsun!