Dün İsrail, Gazze’de El-Ehli Baptist Hastanesi’ni vurdu. En az 500 Filistinli hasta, doktor ve sağlık çalışanı katledildi.
Bir savaş suçundan öte, açıkça bir soykırım suçu olan bu saldırıyla İsrail, tekrar bir devlet olmadığını, bir örgüt olduğunu kanıtladı. İsrail kurulduğu günden itibaren köktendinci ve ırkçı bir suç ve terör örgütü gibi davrandı. Bazen devlet hüviyeti kazanmak için yasallık denemeleri ve gösterileri sergiledi. Ancak nihayet kritik anda asıl niteliğini açığa çıkardı.
Zaten İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari’nin katliamdan sonra verdiği demeç her şeyi açıklıyor: “Buraya gelmeden önce Gazze birimiyle olay hakkında görüştüm. Elimizde tüm detaylar yok. Olaya dair detaylara bakıp ne olduğunu öğrenecek ve kamuoyunu bilgilendireceğiz.”
Bu hakikaten bir devletin değil bir örgütün yapacağı türden açıklama. Bir devlet düşünün. Hastane vuruyor. En az 500 sivili katlediyor. Sonra da “ne olduğunu bilmiyoruz” diyor. Hamas’ın siyasi kanadı da, Hamas’ın askeri kanadının operasyonundan haberdar olmadıklarını duyurmuştu.
Bu Ortadoğu gerçeğidir. Ortadoğu’da Türkiye hariç gerçek bir devlet yok. Bunun kıyısına gelen ilk ülke Irak’tı. Saddam’ın devrilmesi ile artık orası da çeteler ve örgütlerin yönettiği bir derebeylikler coğrafyasıdır.
Yaşananları izlerken herkes başka bir yorum yapıyor. Kendi küçük siyasi çıkarı ve jargonu için bağırıyor, çağırıyor, palavralar sıkıyor.
Bunca acı ve zulüm içinde tarihsel bir şuur geliştirmeliyiz. İsrail’in kurduğu soykırım ve kolonizasyon rejimine bakıyorum. Paramparça olan, büyük güçlerin ve İran’ın elinde oyuncağa dönüşen Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne bakıyorum. Sonra Kudüs kalesindeki Ay Yıldızlı bayrağımızın son kez dalgalandığı 1917’deki fotoğrafa bakıyorum.
Ve bir Türk olarak, öncelikle Türklüğüm ve Osmanlı ile yeniden ve daha da güçlü bir şekilde gurur duyuyorum.
Biz Türkler, 1517’de Kudüs’ü fethettik. Yavuz Sultan Selim ile birlikte bölgede Türk Barışı başladı. 400 yıl boyunca bayrağımızın gölgesinde, en kutsal ve barışçıl günlerini yaşadı Kudüs.
Kudüs tarihi, binlerce yıllık sürgünler ve yıkımlar tarihidir. Pax-Romana, Roma Barışı denen dönem boyunca isyanların, katliamların, yıkımların yaşandığı, peygamberlerin çarmıha gerildiği bir yerdi Kudüs.
İslam çok kısa bir süre barış getirdi bu topraklara. Sonra yine Emeviler, Fatimiler, Abbasiler arası hanedan, mezhep savaşları. Selçuklu Türkleri kendi barışlarını tesis edecekken, devreye giren Haçlı Seferleri ve canavarlıkları…
Memluk Türkleri döneminde huzursuz ve karışık bir istikrar yaşayan Kudüs, Osmanlı Türklerinin dünya tarihinde eşi bezi görülmemiş adaleti ve barışı ile 400 yıl boyunca kimsenin kılına dokunmadığı, İslam’ın da diğer dinlerin de korunduğu, gerçekten kutsal bir şehir oldu.
İsrail, Gazze’yi yok etmekten bahsediyor. Yok edebilir mi? Belki. Daha önce Şabri, Şatila’da yaşanan soykırımı biliyoruz. Ancak diğer yandan binlerce İsrailli uçaklarla kaçışıyor. Pasaportunu taşıdıkları diğer ülkelere gidiyorlar. Kendilerini güvende hissetmiyorlarmış.
Böyle ülke mi olur, böyle devlet mi olur? Kelimenin tam anlamıyla “beylik vermişler, önce babasını asmış.” Neden devlet olamayacaklarını bizzat kendileri gösterdiler.
Bir Türklerin 400 yıllık Kudüs barışına ve adaletine bakın. Bir de şu hale, şu kepaze zulme bakın.
İsteyen istediği sonucu çıkarsın. Kudüs ve Filistin’in şu anki haline, yaşananlara baktığımda benim aklıma ilk gelen budur. Kimi Türklüğü, kimi Osmanlı’yı küçümsesin. Ben bir Kemalist olarak, Türklüğüm ile Osmanlı ile Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ve Türkiye Cumhuriyeti ile gurur duyuyorum.
Kudüs’ün son barış dolu günlerinde, Kudüs kalesinin üstünde dalgalanan şanlı al bayrağımla gurur duyuyorum.